Bir hususu konuşmak, o hususla yüzleşmeyi tam olarak ifade etmez. Konuşmak, kimi zaman gayriihtiyari bir hâldir. Karşılaştığımız hususlarla ilgili ister istemez konuşuruz. Yüzleşmek ise şuurla gerçekleşen bir fiildir. Bir niyet doğrultusunda yapılır.
28 Şubat'ı 21 yıldır konuşuyoruz, neredeyse çeyrek asır… 28 Şubat, tarihin konusu olmak üzeredir. Ama aradan geçen bu süreye rağmen henüz 28 Şubat'la yüzleşmedik, yüzleşemedik. 28 Şubat generallerinin yargılanmaları dahi bu yüzleşmeyi sağlamadı.
28 Şubat'ın sivil kanadı hâlâ gazetelerin başköşelerinde aynı zihniyeti her gün fazlasıyla sergiliyor, her gün 28 Şubatvari faaliyetlerini sürdürüyor. Bir teki savcılığa çağrılıp “Anne adı, baba adı…” sorgulamasına tabi tutulmadı. Kim bu şahıslar, bu gücü nereden alıyorlar? Türkiye'de her kul (!) bir gün mahkeme kapısından geçerken onları bu kadar ayrıcalıklı yapan nedir? Onların muhtırayı veren askerlerin etkisinde değil, askerleri yönlendiren kişiler olduğu biliniyor. İlgili üst rütbeli askerler, mahkeme kapısına giderken onlar neden götürülmediler?
Biz, bugüne kadar 28 Şubat'ın şekli ve görünen aktörleri ile uğraştık.
28 Şubat, bir post-modern muhtıradır, dedik. Nedir bu post-modernlik? Bilen kaç kişimiz var? Bilsek ne olacak ki?
Refah Partisi 24 Aralık 1995'te seçimlerden 1. parti olarak çıktığında dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı hiç gecikmeden daha 25 Aralık'ta Kayseri 1. Komando Tugayı'nı ziyaret ederken silahlı kuvvetlerin, laik Türkiye Cumhuriyeti'nin teminatı olduğunu belirtmiş, “Her türlü bağnazlık ve gericiliğin karşısındayız” demiş, siyaseti Refah Partisi aleyhinde tehdit etmiş, 28 Şubat kararlarına gidecek süreci peşin peşin haber vermişti.
Siyasetin bir kesiminin pek çok girişimin ardından, tehditlere aldırmayarak 28 Haziran 1996'da Refah Partisi-Doğru Yol Partisi koalisyonunu kurması üzerine süreç de resmen başladı.
Hükümetin başarılı çalışmalarına rağmen homurdanmalar, tehditler, sözde sendikaların uyarı mitingleri günlük birer vaka hâline geliyordu.
28 Haziran'ın üzerinden henüz 8 ay geçmeden 24 Şubat 1997'de dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “Kim ki, dini siyaset malzemesi yapıp, istismar edip, rejimin karakterini değiştirmeye kalkarsa karşısında Cumhuriyet Savcısı'nı bulur. Cumhuriyet'in temel niteliklerini değiştirmek için yola çıkacak hiçbir heyetin ömrü uzun olmaz. Savcılar, hâkimler görevlerini yapmaktadırlar, yapacaklardır. Medya görevini yapmaktadır, yapacaktır. Cumhuriyetin kazanımlarını koruyacak kadar Türk vatandaşı vardır” diyerek çok yönlü ağır bir tehdit savurdu.
Demirel'in açıklamalarından bir gün sonra devrin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya “Aşırı dinci akımlar bugün, PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline geldi” sözüyle sürecin görünen aktörlerinin dindar kesime bakışını özetledi.
Tam da o günlerde hazırlamışlardı CIA'nın İslam dünyası ile ilgili kıdemli şefi Graham E. Fuller ve Henri J. Barkey “Türkiye'nin Kürt Sorunu” raporlarını ve raporda İstanbul'dan çok ABD'ye gidip gelen (!) Güven Erkaya'nın tam da söylediğini söylüyorlardı. PKK diyordu ikili, ne de olsa seküler olmakla “devletin kurucu aklı”na uzak değildir, İslamî kesimler ise tamamen o akla karşı durmaktadır, bu durumda PKK ile anlaşmak mümkün ise de İslamî kesimlerle uzlaşmak mümkün değildir.
Bu ikilinin 15 Temmuz Darbe Girişimi'nin arkasındaki isimler olarak ortaya çıkması bile 28 Şubat'la yüzleşmemizi sağlamadı ne yazık ki!
Sürece dönecek olursak 26 Şubat 1997'de Türk-İş, DİSK ve TESK, “rejime yönelik tehditlere karşı güç birliği” kararı aldıklarını duyurdular. Kendilerince kitleleri kontrol edecek, darbeyi kolaylaştıracak ve hatta halk desteği var diyerek meşrulaştıracaklardı.
28 Şubat 1997'deki Milli Güvenlik Kurulu'ndan ise malum 28 Şubat kararları çıkmıştı. 18 maddeden oluşan kararlar tavsiye niteliğinde olmaktan uzaktı, bu kararlara uyulmaması durumunda “yaptırım” adı altında hükümete yönelik açık bir tehdit savruluyordu, dolayısıyla kararlar açık bir muhtıraydı. Ama bu kez CIA'nın yıpratma maharetinden istifade edilerek hükümete verilen muhtıra yine hükümete imzalatılmış; hükümeti devirme yolu açılırken aynı zamanda hükümet kendi eliyle yıpratılmıştı.
Sürecin özeti buydu ama arka planı bir yana mahiyeti bile tam anlaşılır kılınmadı. Örneğin kararların 10.maddesi neyi kapsıyor? Bildiğim kadarıyla bu madde bugün de açıklanmış değil, hâlâ kamuya açık metinlerde “Bu maddenin tam metnini Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini ilgilendirdiği için yayınlayamıyoruz” ibaresi ile geçiliyor.
“Ülke sorunlarının çözümünü "Millet kavramı yerine ümmet kavramı" bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir” diyen 17. maddesi ile 1999 yerel seçimlerinde Bölge belediyelerinin PKK'ye teslim edilmesi arasındaki ilişki ve bunun Fuller-Barkey raporu ile bağlantısı… Hepsi meçhul.
O kararlarla binlerce kişi işinden oldu. Devlette hiçbir görev almamasına rağmen, eşi görev yapıyor diye bir tür Hindu mantığıyla kadınlar cezalandırıldı, başları zorla açtırıldı, onların bir kısmı bizzat tanıdığım kişiler de dahil ağır psikolojik travmalar geçirdi. Ömrü boyunca kurtulamayacağı problemler dizisiyle karşı karşıya kaldı.
Bunların hepsi birer hakikat ama hakikat bunlardan ibaret değildir.
28 Şubat, bir süreçtir. 28 Şubat kararları bu sürecin sadece doruğudur. Peki bu süreç ne zaman başlamıştı? Hatta ülkenin hangi il ve yöresinde ne zaman başlamıştı? Zira sürecin sivil aktörlerinin PKK ile yakınlığı biliniyordu. Onlar, PKK'nin açık akıl hocaları arasındaydılar. Askerlere söz geçirmeden önce Öcalan'a söz geçirmiş, haftalık dergilerinde her hafta isimlerini yayınladıkları Diyarbakır'ın, Bingöl'ün dindarını PKK'ye hedef olarak gösteriyorlar, PKK de o hedefleri vuruyordu. Oralarda görev yapan kolluk kuvvetleri ve yargı mensuplarını etkileyerek ya da baskı altına alarak PKK'nin dindarlara yönelik gerçekleştiremediği hedefleri onların elleriyle gerçekleştirmeye çalışıyorlardı.
Bu faaliyetin neticesinde bugün hâlâ yüzlerce kişi cezaevlerinde, bir o kadarı da mahkûm durumda… Binlerce kişi ise yıllarca cezaevlerinde kaldı, telafi edilemez zararlara uğradı.
28 Şubat ne zaman bitti? 28 Şubat, 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri'nde Ak Parti'nin birinci parti olmasıyla bitti ise 2003 hatta 2004 ve hatta sonrası soruşturmaları neyin nesi? O soruşturmalarda tamamen 28 Şubat sürecinde tutulmuş tutanaklar kullanılmadı mı? Elbette kullanıldı.
Bunların hepsi devletin kayıtlarında mevcut…
Hakikat şudur: 26 Aralık 1991'de gerçekleşen Sovyetler Birliği'nin yıkılışından önce, İslam dünyasında oluşacak muhtemel bir boşluğun İslamî hareketler tarafından doldurulmasına karşı Pentagon merkezli projeler geliştirilmişti. 28 Şubat, bu projelerin bir kesitinden ibarettir.
Ve 28 Şubat, en iyi ihtimalle 25 Aralık 2013'e kadar fiili olarak devam etti, o günkü soruşturmanın engellenmesiyle sekteye uğradı, buna karşı 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi gerçekleşti.
Ne var ki 28 Şubat'ın kimi fiili aktörleri bu girişimden sonra devlet üzerindeki etkilerini artırma yoluna gittiler. Ama mesele onlardan da ibaret değil, 28 Şubat kararlarını uygulayan kimi bürokratlar, bugün hâlâ görevlerindeler. O kararları 15 Temmuz Darbe Girişimi'nden dolayı alınmış kimi tedbirleri suiistimal ederek uygulamaya devam ediyorlar.
28 Şubat'ın zalim bürokratlarından birisinin itibarlı bir ortamda “Ben, 28 Şubat'ta görevden alınırken” diye söze başladığına rahatlıkla tanıklık edebiliyorsunuz. Aynı adam bir süre geveleyip 28 Şubat zihniyetini bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a karşı kin kısmı da dâhil olduğu gibi tekrarlayabiliyor ama aynı zamanda devletin üst bürokrasisinde görev de alabiliyor.
Tamam devlet geniş olur. Ama genişlik neden söz konusu 28 Şubat zalimlerine işlerken mazlumlarına, mağdurlarına işlemiyor?
Belki yaraya tamamen merhem olmayacak. Ama artık şunların yapılması zorunlu görünüyor:
1. 28 Şubat, yurt içi ve yurt dışı bütün yönleri ile ortaya konmalıdır.
2. 28 Şubat sürecinin başlangıç ve bitiş noktaları tespit edilmelidir.
3. 28 Şubat zihniyetinin bölgeler arasındaki farklı uygulamaları değerlendirilmelidir.
4. 28 Şubat istatistikleri hiçbir mağduriyet saklanmadan duyurulmalıdır.
5. 28 Şubat'ın kararlarının uygulanmasında imzası bulunan ve aradan geçen yıllara rağmen (özelikle Sağlık Bakanlığında kümelenen bir grup olmak üzere) hâlen görevde olan bürokratları derhal görevden alınmalıdır.
6. 28 Şubat mağdurlarına sürecin asker mağdurları gibi diğer mağdurlarına da tazminatın yolu açılmalıdır.
Ve en önemli adım olarak;
7. 28 Şubat'ın en ağır mağduriyetini yaşayan, süreçten dolayı cezaevlerinde bulunan kişiler derhâl hürriyetine kavuşmalıdır.
28 Şubatları engellemek ancak bu tür adımlar atmakla mümkündür. Yoksa her 28 Şubat süreci, başka bir 28 Şubat sürecini bağrında büyütür.
Görüş ve Önerileriniz için... aturan@dogruhaber.com.tr