İnsanlık tarihine baktığımızda, zalim ve müstekbirlerin mazlum ve mustazaflara karşı yapmış oldukları sayısız zulüm ve katliamlar görürüz. Ellerinde güç ve imkân bulunan zalimler amaçlarına ulaşmak için, güçsüz ve savunmasız insanlara karşı insanlık dışı muamelelerde bulunmuşlardır. Yakın tarihimizin unutulmayan katliam ve vahşetlerinden biri de bundan 4 yıl önce Ekim 2014'ün ilk haftasında yaşanan 6-8 Ekim olaylarıdır.
6-8 Ekim olaylarında insanlık tarihinde benzerine az rastlanan katliamlar yaşanmıştı. Fakir ve muhtaçlara kurban eti dağıtan gençler, sokak çetelerinin saldırısına uğramış ve vahşi bir biçimde katledilmişlerdi. O gün yaşananların doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için, katliamın öncesine bakmak gerekir. 6-8 Ekim olaylarını doğuran süreç eğer doğru bir biçimde tahlil edilmezse, birçok hakikat karanlıkta kalır ve gerçekler anlaşılmamış olur.
Hatırlarsanız o tarihlerde Türkiye'nin aylarca konuştuğu ve adına çözüm süreci denilen bir süreç vardı. Aslında bu süreç çözüm süreci değil, çatışmasızlık süreciydi. O tarihlerde devlet ile PKK örgütü arasında sürekli görüşmeler yapılıyordu. Bu görüşmeleri yürüten devlet yetkilileri örgütün silah bırakacağını söylüyordu. Halk, yıllardır yaşanan çatışmalardan çok çekmişti, o yüzden bu süreç ve örgütün silah bırakacağı hususu halk arasında karşılık bulmuştu.
Ancak her şey görüldüğü gibi değildi. Örgüt bir taraftan devlet yetkilileriyle silah bırakma ve şiddete son verme konusunda görüşmeler yaparken, diğer taraftan bölgede çok ciddi hazırlıklar yapıyordu. Bölge insanı bunları görüyordu. Kimi camialar, örgütün bölgeyi silah deposuna çevirdiğini dile getirmesine rağmen sözleri karşılık bulmuyordu. Çözüm süreci, devlet yetkililerinin yanlış stratejileri neticesinde örgütü tarihi boyunca en güçlü olduğu seviyeye ulaştırmıştı.
O dönemde yaşananlar akıllara durgunluk veriyordu. Örgüt elemanları ellerinde ağır silahlarla karakolların önünden geçmesine rağmen kimse onlardan hesap sormuyordu. Zira askere “örgüt elemanlarına karışmayın, silahlı militanlarının peşine düşmeyin” talimatı verilmişti. Bunu fırsat bilen örgüt o süreçte bölgede silahlandı ve hâkimiyet kurdu.
İnsanları kendi mahkemelerinde yargılayıp cezalandırdı, engel olarak gördüğü İslami camiaların elemanlarına saldırılar gerçekleştirdi, kimi zaman siyasileri kaçırdı, dernek binalarını ateşe verdi. Bunların tümü yaşanmasına rağmen devlet bir şey yapmıyordu. Hatta yasalara göre cezası ağır olan bu suçları işleyenler hakkında soruşturmalar bile açılmıyordu.
Süreç, örgütün elini güçlendirmiş ve onu bölgenin hâkimi durumuna getirmişti. Bölgede kimseye söz hakkı tanımak istemeyen örgüt, ideolojisini benimsemeyen ve kendisine hiçbir zaman boyun eğmeyen İslami yapıları engel olarak görüyordu. Elinin güçlü olduğu dönemde İslami yapıları sindirmenin ve etkisizleştirmenin kolay olacağını düşünüyordu. O yüzden Kobene'de yaşananları bahane ederek çok ciddi bir girişimde bulundu ve Kurban Bayramı'nın üçüncü gününde tüm yandaşlarını sokaklara döktü. Sokaklara dökülen çeteler dindar ve masum insanları hedef alarak katliamlar yaptı.
İslami camiaları sindirme, etkisizleştirme ve devre dışı bırakma girişimi olan 6-8 Ekim operasyonunda örgüt başarılı olamadı. Allah Müslüman halka merhamet etti ve emperyalistlerin de parmağının olduğu söz konusu proje akim kaldı. Örgütün vahşi bir şekilde masum insanları katletmesi, halk tarafından tepkiyle karşılandı. Halk, örgütün asıl amacının silah bırakma olmadığını, dindar insanları sindirerek bölgeyi hâkimiyeti altına almak olduğunu anladığı için kısa bir sürede desteğini geri çekti. Bu da örgütün amacına ulaşmasını engelledi.
Türkiye'de iç savaş çıkarma, Müslüman camiaları imha etme ve bölgeyi ele geçirme projesi olan 6-8 Ekim saldırıları, PKK'nin gerçek niyetini ve vahşi yüzünü bir kez daha ortaya çıkardı. Kürt halkı nezdinde bir kırılmaya sebebiyet verdi. 6-8 Ekim olaylarından sonra örgüt elemanlarına defalarca talimat vermesine rağmen bir daha kimseyi toplu olarak sokağa dökemedi. Halk örgütün silah, şiddet ve vahşetine karşı tavır alacak ve örgütle arasına mesafe koyacak bir duruma geldi. Bu da, Kürt halkının geleceği açısından sevindirici ve umut verici bir durumdur.