Pazar günü İstanbul Bağcılar'da HÜDA PAR İstanbul Kadın Kolları Başkanlığı tarafından düzenlenen “6284 Sayılı Kanun ve Genç Evlilik Mağdurları” başlıklı paneldeydik. Güzel bir organizasyon örneği olan panelde mağdurelerin anlattıkları, içler acısıydı. Her biri kendi rızasıyla evlenmiş ama çocuklarının doğumu için hastanelere gittiklerinde küçük yaşta evlendirildiklerine dair tutanak tutulmuş. Yıllar süren mahkeme süreçlerinin ardından severek evlendikleri ve yanlarında evlilik cüzdanlarını taşıdıkları kocaları, ortalama 10'ar yıl hapis cezasına çarpıtılmış. Üstelik tecavüz suçlamasıyla… Meşruları, gayri meşru sayılmış, helalleri, haram gibi muamele görmüş… Bir tür seküler recme uğramışlar.
Mağdureler, hikâyelerini kısaca anlattılar. İyi ki de kısa anlattılar. Acıları dayanılır gibi değil… Ardından Avukat Yasemin Küçükkaya, konunun hukuki boyutunu anlattı. Prof. Dr. Sefa Saygılı Hoca da söz konusu yasa ve benzer yasaların topluma yansımalarını gözler önüne serdi. Bu tür yasaların ifade edilen amaçları ile sahadaki yansımaları arasındaki farkı ortaya koydu.
Panelde Sefa Saygılı Hoca'nın ardından konuyla ilgili yaptığım sunumu sizlerle de paylaşmak istedim:
“Ben, 6284 nolu yasanın arkasındaki zihniyeti ifade edeceğim, zira zihniyet anlaşılmadan, durumumuzu tam anlamlandıramayız, diye düşünüyorum. Sizi uzun bir yolculuğa çıkarıp biraz yoracağım, önce zihnen biraz yorulacağız, sonra tarihsel yolculukla.
Bu yasa, “kadının özgürlüğü” iddiasıyla çıkarılan bir dizi yasanın devamıdır. Söz konusu olan özgürlük olunca sormamız gerekecek: Batı tarzı özgürlük mü? İslam tarzı hürriyet mi? Ne fark eder diyeceksiniz?
İslam tarzı hürriyet;
Size, kendinizi İlahî yasalara teslim etmekle, birbiriyle bütünlük arz edecek şekilde,
Kamil bir şahsiyet,
Saadet içinde bir aile,
Selamet içinde bir toplum,
Ve nihayetinde adil bir dünya vaat eder.
Bunu gerçekleştirirken sizden “birbirinize vermeyi” ifade eden bir özveri, diğergamlık, fedakârlık talep eder.
Bu birbirine verme hâli; toparlanmayı, büyümeyi, yücelmeyi, aile olmayı, topluluk-cemaat olmayı, toplum olmayı ve nihayetinde ümmet olarak dünyaya adilce hükmetmeyi getirir.
Bizim hürriyet anlayışımız ittifaka dayalıdır. Buluşturarak mutlu eder. Buluşturdukça büyütür ve büyüttükçe daha çok mutluluk getirir. Sizinle birlikte başkalarını da hürleştirir, sizi yücelttikçe başkalarına da saadet, selamet, adalet sağlar. Bir başınıza değil, bir bütün olarak mutlu olursunuz, kendinizle beraber başkalarının da cennete girmesini sağlarsınız.
Batı tarzı özgürlüğe gelince;
Özgürlük, Batı'nın en sabıkalı kavramıdır, en zalim, en keskin, en kanatıcı kılıcıdır. Batı'nın özgürlükten bahsettiği her yerde, esareti, hürriyetten yoksun kalmayı hatırlarsanız, Batı tarzı özgürlüğü doğru anlamış olursunuz.
Batı'nın özgürlüğü, İslam'ın hürriyet anlayışına karşı, dağıtmaya, tüketmeye ve imha etmeye hedeflenmiştir.
Onun özgürlük çağrısı bir keklik ötüşü gibi tatlıdır, estetiktir, zariftir; her şeyden çok zevk vaat eder. Ama nefsine kapılanın aklını başından alır ve nihayetinde onu zalim avcıya teslim eder, yiyip bitirir.
Batı, her yere özgürlük vaadiyle gitmiştir. Ama gittiği her yeri tüketmiştir. Yer üstü varlığını almış, yetmemiş; yer altı varlığını almış, yetinmemiştir. İnsanını tüketmeye kadar işi vardırmıştır.
İnsanını tüketebilmek için manayı tüketmeye yönelmiştir. Batı, tam hâkim olduğu yerde hayatı manasızlaştırmış, insanları derin bir anlam sorunuyla yüz yüze bırakmıştır.
Bu doyumsuzluk, insanın insan üzerindeki tasarrufunu sınırlandırmaya yönelik ilahi vahyi yok sayıp “beşerin kendi kendisini yönetme iddiasıyla”, sınırsız bir iktidar hırsının sinsice yansımasıdır.
Coğrafya üzerinde iktidar… Toplum üzerinde iktidar… Aile üzerinde iktidar… Kendisine karşı hiçbir iktidar tanımayan, hiçbir birim kabul etmeyen, dolayısıyla herkesten “birey olma” adına bir başına kalmayı talep eden bir iktidar… Bu iktidarın kendisini gerçekleştirme aracı ise, zalim, keskin, kan akıtıcı “özgürlük kılıcı”dır.
Bu iktidar hırsı bütünlük arz etmesi açısından ilerleyişi kronolojik olarak anlatılamasa da şöyle ifade edilebilir:
Halklara kendi kendilerini yönetmeyi vaat ediyordu, ulusal hâkimiyeti bitirdi. Toplumlara yönetimlere katılmayı vaat ediyordu, toplumu bitirdi.
Batı iktidarı her topluluğu kendisine karşı bir iktidar odağı olarak bildi ve onunla mücadele etti. Nihayetinde toplumun çekirdeği aileye dayandı. Şimdi özgürlük kılıcı dediğimiz kılıç, ailenin boynuna değdi, aileyi bitiriyor; ailenin içinde korunacak iktidarı kendi iktidarına karşı isyan olarak görüyor, dolayısıyla aile içi her tür iktidarı yok etmeye dönük adımlar atıyor.
Dikkat edin,
İslam tarzı hürriyette, sizden istenen birbirinize vermektir. Batı tarzı özgürlükte ise sizden talep edilen görünüşte “kendinize almak”tır. İşte bu alış iddiası, yapılanların kamuflajıdır.
Batı tarzı özgürlükte, kendinize aldığınızı düşündükçe aslında kendini fena halde kamufle eden saklı bir güçten yana kendinizi tüketiyorsunuz. Özgürleştiğinizi düşündükçe bitiyorsunuz. Sadece ekonomiye bakacak olursak bile bu anlaşılır: Maddi olarak kendinize aldığınızı düşündükçe kendinizden tüketiyor, kahredici bir büyük sermayeye sermaye katıyorsunuz. Derken toplumunuz tükeniyor, aileniz tükeniyor ve nihayetinde kendiniz tükeniyorsunuz. Batılılaştıkça kendinizden uzaklaşıyorsunuz, varlığınızı bitiriyorsunuz.
Kendinize daha fazla almak için çocuklarınızın sayısı azalsın dediler, olsun dedik, nesil tükendi. Kendinize daha fazla almak için eviniz reissiz kalsın, onu sınırlandırdıkça sınırlandırın, olsun dedik. Şimdi bu aile işini tamamen bitirin, diyorlar. Aile ne ki… Her biriniz evinizde bir başınıza kalın… Ve mutluluğu böyle tek başınıza deneyin, bakın nasıl da özgürsünüz, diyorlar. Bizi tamamen bitiriyorlar.
İslam'ın hep toparlamaya dönük hürriyetine karşı bu dağıtıcı, tüketici Batı tarzı özgürlük üzerine lütfen kafa yorun. Şunu göreceksiniz: Batı, nasıl ki Güney Amerika'yı istila ederken milyonlarca insanın ölümünü görmemiş, onların acılarını özgürlüğün bedeli saymışsa Batı değerleri uğruna milyonlarca ailenin de dağılmasına acımamıştır, bu uğurda çekilen acıları özgürlüğün bedeli saymıştır.
Meselenin bizdeki tarihsel gelişimine gelince;
1839'da Tanzimat ilan edildi. Bu tarihte azınlıklara bağlanan umudun sınırlı kalacağının anlaşılmasının hemen ardından “BİZİ BİZİM ELLERİMİZLE TÜKETME” operasyonuyla yüz yüze kaldık… Tam olarak Avrupasevdacılığa kapılanlarımız; inancımızı, kültürümüz, sosyolojik yapımızı yok sayarak bize Batı'da ne varsa almayı, bunu yaparsak özgürlüğü bulacağımızı söylediler.
Namık Kemal'in hüzün verici
“Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten”
ifadesiyle, özgürlüğe kavuşmak için özgürlüğe, ki esasında sözde özgürlere esir olmaya bile razı olduk… Kendimizi o sözde özgürlerin zihinlerine, dolayısıyla ellerine bıraktık.
Bundan sonra ne mi yaşandı? Fransız yazar Flaubert'ın “Küçük Hanım”daki mecazlı anlatımı çok aşağılayıcıdır. Ondan söz edemeyeceğim. Ama İngiliz Tarihçi Toynbee'nin ifadesiyle Batılılar İslam dünyasına kamçı ile vururken Müslüman kökenli Batıcılar Müslümanlara akreple işkence edeceklerdir. Ve Müslüman kökenli Batıcılar hedeflerine aileyi koymuşlardır.
Bizdeki ilk tiyatro eseri 1860'ta yayımlanan “Şair Evlenmesi”nin konusu İslamî tarz evliliktir. O tiyatroda yerilen, sahtekâr olarak tanımlanan kişi ise mahalle imamıdır. Bizdeki ilk roman örneği 1873'te yayımlanan “Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat”ın konusu da İslamî tarz evliliktir. O romanda yerilen ve sahtekâr olarak tanımlanan kişi ise bir hacıdır.
Niye böyle yapıyorduk? Tek bir izahı vardı: Biz, artık “Batı ne dese o diyorduk?” Biz, kendimiz için kayıtsız şartsız hakimiyet ararken ne yazık ki Batı'ya kayıtsız şartsız teslim olmuştuk.
1900'lü yılların başında Hüseyin Cahit Yalçın'a “Romanı nasıl yazacağız?” diye soruyorlar, “Pantolonu nasıl Fransızların giydiği gibi giydiysek romanı da Fransızlar nasıl yazdıysa öyle yazacağız ” diyordu. Burada artık akıl yok, olanı olduğu gibi kabul var. Osmanlı. nihayet böyle dağıldı. Koca devlet, bu teslim olmuş zihniyetle elden gitti.
Bulgaristan ve Yunanistan gibi Osmanlı ardında kalan topraklarda kurulan devletlerde yaşamını sürdürmek durumunda kalan Müslümanlara sizi siyasi iktidarınızdan kopardık ama toplum olarak var olabilirsiniz, dediler. O zaman dedi Müslümanlar, Osmanlı'nın Rum ve diğer toplumlara tanıdığı gibi, Medeni Hukukumuza uyma hakkımızı tanıyın…
Bunda niye ısrar ettiler? Zira Medeni Hukuk demek, aile demekti ve aile olmadan toplum olmazdı.
Biz ise 17 Şubat 1926'da Medenî Yasa'yı Avrupa'dan harfiyen tercüme ettik. O yasa aileden çok şeyi alıyordu. Ama nihayetinde modern Avrupa'nın ürünüydü. Hıristiyanlık-Sekülerizm sentezi modern Avrupa, dinden tamamen soyutlanmış değildi, dolayısıyla aile için sorunlar oluştursa da tamamen bitirmiyor, “modern aile” dediğimiz sentez bir kurum inşa ediyordu. Zayıf da olsa varlığını koruyan bir kurum… Küçük de olsa var olan bir aile… O yasayla zayıflamış ama bitmemiştik…
Bizim için daha büyük sorun, Avrupa Birliği yasalarına uyum süreciyle başladı:
1998'de Medeni Kanunda yapılan düzenlemelerle ihdas edilen 4721 Sayılı Kanun, aileye karşı savaşın ilk işaretlerini verdi. Bunu sonraki AB uyum yasaları izledi.
Neden böyle bir değişim gereksinimi duyduk? Avrupa ne dese o dediğimiz için… Avrupasevdası için… Ve Avrupa değiştiği için…
Geçmişin Hıristiyanlık-Modernizm sentezi Avrupa'sının yerini Marksizm-Feminizm sentezli, sosyal demokrasi ve neoliberalizm olarak zuhur eden bir zihniyet Avrupa'ya hâkim olmuştu. Bu zihniyet, Avrupa'nın siyasi nizamı üzerine söz sahibi olmaya ve Avrupa yasalarını düzenlemeye başlamıştı… Bu zihniyet, Batı'nın özgürlük kamuflajlı, sınırsız iktidar hırsına karşı aileyi bireyin büyük düşmanlar arasında yer alan iktidar alanlarından biri ilan etmiş, yasaları bu yönde düzenliyordu. Bu zihniyetin ürünü bir yasa, bize uyar mıydı? Uymazdı ama aldık… Bizimkisi Avrupasevdasıydı sadece. Bu sevda kendini tüketmeyi gerektiriyordu!
Ve son olarak,
6284 Sayılı Yasa geldi. Tamamen aileyi tüketmeye dönük Feminist-Marksist bir yasa… Kadına özgürleşmeyi vaat ederken aslında onu tüketen bir yasa… Bu yasa, kadın hakları ve özgürlüğü üzerinden Batı'nın hükmedemediği hiçbir bir birim bırakmama yasasıdır. Bir ailemiz kalmıştı, onu da tüketme yasasıdır. Dolayısıyla bu, zalim, kanatıcı özgürlük kılıcının toplumsal kemik olan, toplumun çekirdeği olan ailenin son kalıntılarına dayanmasıdır.
Birlikte yaşamın büyük ailesi bitti, çok çocuklu kalabalık aile bitti. Şimdi çekirdek aile de bitiyor; karı ve kocanın olmadığı hatta aynı çatı altında dahi yaşamadığı, yaşayamadığı, varsa çocukların bile parçalandığı bir bireycilik hâli alıyor onun yerini.
Batı'nın vahiyden koparak beşerin kendi kendisini yönetmesine dayalı sınırsız iktidar hırsı, bize birey olabilirsiniz ama birim olamazsınız, diyor. Aile bir birimdir ve var olmamalıdır, diye dayatıyor. Ne adına, kadına özgürlük adına…
Dikkat edin: Size sınırsız özgürlük vaat edenler, bugün evlilik kararınızı tanımıyor, bir çatı altında meşru buluşmanızı gayri meşru ilan ediyor ve ceza davası konusu yapıyor.
Bu bizi, bizden olanların elleriyle tüketme operasyonunun son aşamasıdır. Bizi özgürlük adına kendimize tükettirme dayatmasıdır. Bu bize “SİZİ ÖZGÜR YAPALIM, KENDİNİZİ BİTİRİN” teklifini kabulün geldiği yerdir. Bıçağın kemiğe dayandığı yerdir.
Meseleye buradan bakınca;
Siz, bu yasanın mağdurları ve bu yasaya karşı çıkanlar,
Adliye binaları önünde “Adalet” diye çığlık atan gencecik anneler, siz sadece kendinizle ilgili, bencil bir talep peşinde değilsiniz. Bizim sevdamıza karşı geliştirilen Avrupasevdacılığı teşhir eden, onun yol açtığı haksızlıkları duyuran birer toplum sözcüsünüz.
Toplumun duyarsızlığından dolayı atmadığı çığlığı atarak, insanlığı uyandıran birer uyarıcısınız. Bir toplumun hür kadınları bir yerde çığlık atıyorsa, figan ediyorsa orada büyük bir tehlike vardır. Dilerim, çığlıklarınız ailenin boynuna dayanan kılıcı teşhir eder. Bu yasayla bizi kendimizden olanların eliyle tüketme operasyonunun nasıl da sürdüğünü ilan eder.
İnşaallah sizin çığlıklarınızla, erken evlilik iddiasıyla parmaklıkların ardına atılanlar hürriyetlerine kavuşur ve siz, İslam'ın vaat ettiği aile saadetine kavuşursunuz. Bizler de sizin sayenizde selamet içinde bir toplum olur ve adil dünyaya bir adım daha yaklaşmış oluruz.
Başta ifade ettiğim üzere, İslam tipi hürriyet topluyor, toparlıyor, büyütüyor, yüceltiyor. Batı tipi özgürlük, dağıtıyor, tüketiyor ve bitiriyor.
Kadının Batı tipi özgürlük mücadelesinden İslam tarzı hürriyet mücadelesine geçip bu mukaddes mücadelede yerini alması duasıyla… Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum…”