Darbenin başarısız oluşu büyük şeytanı adeta çılgına çevirmiş durumda. Buna, ani bir U dönüşü ile Rusya'nın Türkiye ile aşırı yakınlaşması da eklenince, patron, ağzındaki baklaları bir bir çıkarmaya başladı. Şimdi darbeyi içerde değil dışarda vurma planını devreye sokmuş gibi gözüküyor. İlk defa kendi sınırları dışında insiyatif peşinde olan Türkiye'nin bu konudaki acemiliğinden sonuna kadar istifade ederek kendi hünerini ortaya koyarken yıllardır IŞİD'in kontrolüne bıraktığı Musul'un dokunulmazlığını ilan ediverdi.
Bu, biraz da şöyle tercüme edilebilir: “Musul benim çöplüğümdür, ancak benim horozlarım orada ötebilir.”
Ancak, Musul üzerinden Osmanlı rüyası görmek ne kadar romantik bir düş ise, bölgedeki silahlı gruplar üzerinden istikrar aramak da o kadar hayaldir.
Öte yandan, kendi içinde çok büyük iki problemle uğraşırken, ülke dışında da farklı noktalarda karşılaşacağı sorunlar, Türkiye'yi daha fazla Rusya'ya yani, ABD karşıtlığına itmektedir.
Bu gidişata, neredeyse tüm operasyonları için Rusya istihbaratına angaje olmuş bir dış siyaset ve güvenlik konsepti de eklendiğinde Musul, Türkiye ile batılı müttefikleri için ciddi bir kırılma noktası oluşturabilir.
Musul'un tarihi kimliği bir yana, petrolü, mezhepler ve etnisiteler arası jeopolitiği gibi bir takım referansları, oyun kurucular için önemli etkenler. Dolayısıyla mesele oradaki naylon kuklalardan daha ağır.
PYD'nin seküler ve kadınsı yapısı ise, ‘great Satan' için öyle iştah açıcı bir özellik ki, dört parçalı puzzle'ı onun eliyle bir araya getirme arzusundalar ama İslamsız ve kimliksiz olarak..
Türkiye'nin, Rusya'nın ardından Esed rejimi ile de ilişkilerini normalleştirme eğilimi de, hem ABD için hem de koridorda gezdirdiği kara gücü için, öyle kolay hazmedilecek bir şey değil. Bu tür söylentiler ne zaman gündeme gelse, ABD cenahından, Esed'e razı olmayacakları, PYD cenahından ise, kesinlikle bağımsız devlet istemedikleri yönünde açıklamalar peş peşe gelmektedir.
Rusya ile mezkûr yüksek tondaki ittifakın ardından, o kadar sert bir kopuştan sonra, Türkiye ile Esed arasındaki yakınlaşmanın çok gerçekçi olmadığını söylemek de, ülke ve çıkar arasındaki ilişkiyi unutmak demektir.
Bölgedeki tüm gelişmeleri 15 Temmuz sonrası, farklı yorumlamak gerekiyor. Çünkü o gece, halk, hükümete sandıktakinden farklı bir destek sağlamış oldu. Bu destek aslında, bir yönüyle AK Parti'ye 7 Haziran seçimlerindekine benzer bir uyarı niteliği de taşıyordu.
Bu uyarılardan bir kaçını şöyle tespit edebiliriz.
Birincisi; içerde dışarıya çalışan tüm hainleri temizlemekte gevşek olmayacaksın.
İkincisi; ABD'nin bölge politikalarına karşı tankın üstüne çıkar gibi dik duracaksın.
Üçüncüsü; Sesin gür çıkacak ama tekbir getirirken kastettiğimi anla ki, anayasayı da onun adına dizayn edeceksin.
Bir kaç istisnayı hariç tutarsak hükümet, dersi almış gibi gözüküyor.
Bu istisnalar ise, MHP'nin takdir toplayan darbeye karşı dik duruşuna ödül olarak, ülke politikasında milliyetçi paradigmayı genişletmek.
Diğeri ise, darbeye karşı direnen kollektif ruhun, birleştirici etkisini iç ve dış siyasette tam hissettirmemek.
Türkiye, tüm renkleriyle, ortak değerlerinin, 15 Temmuz'da, Kemalizm'in başta laiklik ilkesi olmak üzere, tüm söylem ve ritüellerinden çok çok daha büyük ve görkemli, ABD gibi şişmiş balonların ise, tanklar kadar basit olduğunu gösterdi.
Ve son not; Allah-ü Teâla, bu ülkeyi 15 Temmuz'da hangi hikmete binaen koruduysa, o hikmeti aramak ve ona sıkı sıkı tutunmak herkesin temel dertleri arasında olursa, içerde ve dışarda çözülmeyecek sorun yoktur.