Münih Güvenlik Konferansı sonrası Sn. Başbakan, “ABD yönetimi ile yeni bir sayfa açıyoruz. New day( Yeni gün) diyorlar.” dedi.
Milli Savunma Bakanı Fikri Işık ise şöyle söylüyor:
“Mattis'in bize söylediği üç temel konu var:
1- PKK ile mücadelede daha çok desteği hak ediyorsunuz, bunu vereceğiz,
2- Fırat Kalkanı'nda size daha çok destek olacağız,
3- PYD'nin kantonları birleştirmesi (Afrin ve Kobani) mümkün değil.”
ABD Savunma Bakanı Mattis'in verdiği sözlermiş bunlar.
ABD'nin sözünde durmadığı ve durmayacağını en az benim kadar biliyor olmalı diye düşünüyorum Sn. Başbakan ve kabine üyelerinin.
Zira kendilerini devirmeyi hedefleyen 15 Temmuz darbesinin operasyon merkezinin İncirlik olduğunu sağır sultan bile biliyor.
Reis-i Cumhur'un ABD'nin darbedeki rolünü açıkça ortaya koyan net ifadelerinin henüz mürekkebi kurumamış.
O halde neler oluyor?
Can yakıcı bir cevabı var bu sorunun:
Genelde İslam Ümmeti, özelde ise Türkiye'nin Batı karşısındaki dağınık ve güçsüz yapısı devam ediyor.
Batı'nın darbedeki rolünü ispatlı olarak bilen Ankara'nın buna rağmen mevcut hali ile ve tek başına AB(D)'ye kafa tutması mümkün değil.
NATO'nun yani Batı'nın Türkiye'deki bilinen ve bilinmeyen nükleer silahlarının bulunduğu askeri üslerini Ankara'ya bırakmayacağı malum.
Daha doğrusu Ankara'yı Ankara'ya bırakmaya niyetinin olmadığı malum.
15 Temmuz darbesi akamete uğramış olabilir ama şeytani sürecin devam ettiğini erbapları iyi biliyor.
Ankara, kilitlendiği 16 Nisan 2017 referandum sürecinde bir yol kazası yaşamak istemiyor.
Onun için bu kazaya sebebiyet verecek özellikle dış unsurlarla düşman da olsa, şerlerinden korunmak için iyi geçinmek istiyor.
Ekonomik darbe girişimini püskürtmek için de körfez sermayesine ihtiyacı olduğunu düşünüyor.
Suriye'nin kuzeyindeki PYD koridorunun engellenmesi, FETÖ elebaşı Gülen'in iadesi konusunda ise mesafe kat ederek rahatlamak istiyor.
Bu konuda 15 Temmuz öncesine göre çok daha avantajlı bir konumda olduğunu düşünüyor.
“Elimiz güçlü, baksanıza biz gitmiyoruz artık, onlar geliyor” diyerek avantajlı bir konum elde ettiklerini dile getiriyorlar.
İtiraz ve eleştiriyi hak eden yaklaşımlar olsa da kendi bağlamı içerisinde tutarlılık arz eden söylemler olarak görülebilir.
Amma ve lakin, 53. Münih Güvenlik Konferansı'nda Trump'ın talimatı doğrultusunda uşak ruhlu Arap şeyhlerinin siyonist terör rejiminin diplomat kılıklı teröristleri ile beraber seslendirdikleri “İran'a ölüm!” korosuna katılmayı gerektiren bir durum yok.
Hele hele Suriye musibeti göz önünde iken.
İran'ın ölümü Türkiye ve İslam Âlemi'nin; Türkiye'nin ölümü ise İran ve İslam Âlemi'nin felaketi demektir.
Batı'nın Suriye tuzağının merkezinde Türkiye ve İran'ı savaştırmak olduğunu ehl-i insaf herkes hem biliyor hem söylüyor.
Biz de bunlardan birine, Üstad Sezai Karakoç'a sözü bırakalım:
“…Batı, İslâm dünyasına yönelik nihai işgali yapmak ve son darbeyi vurmak peşindedir. Öyle bir işgal ki, bir daha İslâm'ın dirilişi vâki olmasın, İslâm haritadan silinsin. Hadise budur. Tehdit, hatta tehditten de öte, içinde yaşadığımız gerçek budur. Bugün Türkiye ile İran'ı, Suriye'yi çarpıştırmak istiyorlar. Çok açık. Eğer bu oyuna gelirlerse, Suriye de, Türkiye de, İran da mahvolacaktır. Bunun arkası da tüm İslâm âleminin istilasıdır.
Türkiye, İran ve Suriye arasında tek bir kurşunun atılmaması gerekiyor.
Tabi bu tek taraflı değil. İran'da da mutlaka böyle oluyor. Suriye'de de öyle oluyor. Türkiye'de de. Şunu bilelim ki, bu ülkelerin arasındaki meseleleri çözemeyecek tek şey var ise, o da silahtır. Bir tek kurşunun bile atılmaması gerekiyor. Eğer bu atılırsa arkası gelir ve bu ülkeler göz göre göre mahvolur gider. Arkası da Batı'nın korkunç istilasıdır. O zaman ne ezan, ne kitap kalır. Bu yüzden uyarıyorum tüm Anadolu'yu, çilekeş Anadolu'yu. Her savaşta koşup şehitler veren Anadolu şehirlerini de uyarıyorum.”