Büyük şeytan ABD, bu defa çok daha dikkat ve sabırla yapacağını yapmaya çalışıyor. Bir taş ile birçok kuş vurmanın hesabını inceden inceye yapıyor. Daha önceki Afganistan ve Irak işgallerinden edindiği tecrübeler ile donanmış olarak bölgeye -kerhen de olsa- geri dönme ihtiyacı duyan ABD’nin, taşeron savaşçılar bulmak için temaslarını yoğunlaştırdığı ve kara harekâtında IŞİD’e karşı savaşmaları için bölgedeki müttefiklerine baskılar uyguladığını görüyoruz.
Ne var ki, ‘hadi siz cephede savaşın, ben arkanızdayım’ vaatlerine kimsenin pek fazla inandığı yok. Bununla beraber ‘dostlar çarşıda görsün’ misali olaya yaklaşmak isteyenler yanında, ABD silahı almak için takla atanların varlığına da şahit oluyoruz. ABD ile bugüne kadar henüz ‘gerdeğe girme’ mutluluğuna (!) nail olamamış kimileri, ABD yardımı ve silahı almak için can atıyor.
Şimdiye kadar antiemperyalist, sosyalist ayaklarına yatan PKK ve türevlerinin, ABD’nin gülücükleri karşısında akılları başlarından çoktan gitmiş bile. Sosyal medyada bu çevrelerden kişilerin ‘Biji Obama’ ‘ Biji USA’ diye yazmalarına hiç şaşırmıyorum doğrusu. Bazılarının, ‘nerden nereye…’diye hayret edip üzüldükleri gibi üzülmüyorum da. Bilakis ‘tencere yuvarlandı kapağını buldu’ diye düşünüyorum. Üzüldüğüm tek nokta, bugün bu haysiyetsiz kişilerin şer güçlerce ‘Kürtlerin temsilcileri’ olarak görülmeleri ve -ne yazık ki- hala bazı Kürtlerin de bu masala inanmaya devam etmeleridir.
Gene çok üzüldüğüm bir nokta da, biz Müslüman Kürtlerin, bu halkı PKK ve türevlerinin kucağına bırakmış olmamızdır. Bundan dolayı vebalimizin büyük olduğunu kabul etmemiz gerekir. Diğer Müslümanların da, bugün Kürtleri Amerika’nın insafına terk etmelerinden birinci derecede sorumlu olduklarını kabul etmeleri gerekir. Evet; Kürtleri içeride PKK, dışarıda ise ABD’nin insafına bırakmak çağın en büyük günahtır. Ve bu günahın kefaretini mutlaka ödediğimizi, daha da ödeyeceğimizi, bilmek lazım. Eğer durumumuz değişmezse kefaretin katlanacağını, daha büyük sıkıntı ve acılarla karşılaşacağımızı bilmemiz gerekir. Tehlikeli olan, günaha düşmek değil, düştüğünü fark etmemektir. Suya düşmek değil, oradan çıkamamak tehlikelidir.
ABD, Şengal ve son olarak Kobani’de gelişen olaylar sonucunda Kürtlere göz kırparken Türkiye’ye de baskılarını arttırmış bulunuyor. Hükümet, ABD baskılarına direnme manevraları yapar görünüyor ama nafile. IŞİD’e kara harekatı düzenleyip Suriye’ye girmenin sonucunda ortaya çıkacak tablonun Türkiye açısından olumlu olmayacağını düşünen hükümete, ABD’nin baskısının gün geçtikçe arttığını görüyoruz. İş ‘Sen müdahale etmezsen ben de PKK’nın uzantısı olan PYD’ye silah veririm, çözüm sürecini tehlikeye sokarım’ noktasına kadar geldi. İlerleyen günlerde bu sürecin nasıl bir seyir izleyeceğini tahmin etmek zor değil. Baskılar daha da artacak. Türkiye ikinci bir Pakistan olma yolunda tehlikeli bir yola itildiğinin farkına varamaz ve Amerika’ya ‘hayır’ diyemezse başına çok büyük bir bela almış olur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington ziyareti sonrası nasıl da bir ‘U dönüşü’ yaptığını gördük. Her gün yeni şartlar koşarak kara harekâtından kaçınmaya çalışan Türkiye’nin eninde sonunda bu işe bulaşma riski giderek artıyor. Obama ile Erdoğan arasındaki son telefon görüşmesinden sonra işler daha da değişti gibi. Kürdistan Parlamentosunun Kobani’ye Peşmerge gönderme kararı ile beraber Türkiye’nin de geçiş koridoru sağlama kararlarının sonuçlarının şer değil hayır getirmesini diliyoruz.
Hâsılı büyük şeytan, kimine göz kırpmak, kimini de tehdit etmek ile işi götürmeye çalışıyor. Bölgedeki ülkeler ise özellikle IŞİD’in Kürtlere saldırısı konusunda sessiz kalarak onları Amerika’nın kucağına itiyorlar. Yüz yıldan beri ihmal edilen, hakları çiğnenen Kürtleri Amerika’nın insafına terk etmek, ‘ciğeri kedinin boynuna asmaktan’ farksız bir şeydir.
Bir asırdan beri Türkleri ve Arapları kandıran batı emperyalizmi, şimdi Kürtlere gözünü dikmiş bulunuyor. ‘Ümmetin yetimleri’ olarak bilinen Kürtlerin bu canavarların ağzına atılmalarının sonuçlarının çok vahim olacağını iyi anlamak ve sorumluluk ile hareket etmek gerekir.