George W. Bush’un 2. döneminde ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı sıfatıyla ülkesinin en kritik dış politika dosyalarına yön veren isimlerden Stephen Hadley, Suriye’deki gelişmeler ve Türkiye ’nin Suriye’ye bakışı konusunda son derece ilginç açıklamalar yaptı.
Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel’e konuşan Stephen Hadley, Türkiye’nin El Kaide’yi desteklediği tezine katılmadığını, ancak Türkiye’nin radikal unsurların girişine engel olması gerektiğini söyledi. Hadley, “Türkiye’nin Kuzey Suriye’de kendi sınırında bir El Kaide devletine ihtiyacı yok” dedi.
Hadley’in sözlerinden satır başları şöyle:
Olayın kimyasal silah boyutu şaşırtıcı ölçüde iyi gitti. Suriye’nin yeni kimyasal silah üretme yeteneğinin yok edilmesinde önemli ölçüde ilerleme kaydedildi. Bütün bunların pek çok kimsenin tahmin ettiğinin ötesinde gelişmeler olduğu söylenebilir.
Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile muhalefetin içindeki daha demokratik unsurlar giderek geriliyor. Zira onlara silah da verilmiyor. Hem Esad’a karşı hem de radikallere karşı iki ayrı cephede mücadele etmek zorundalar. Maalesef El Kaide’ye bağlı gruplar Kuzey Suriye’deki pozisyonlarını pekiştirmeye devam ediyorlar. Tüm bu resimde eksik olan hem Suriye’yi hem de komşularını istikrarsızlaştırma olasılığı yüksek olan El Kaide’ye karşı pek bir proje geliştirilememiş olması. Bu uluslararası toplumun henüz üzerine gitmeyi başardığı bir mesele değil.
TÜRKİYE, CİHATÇILARIN GİRİŞİNİ ENGELLEMELİ
Türkiye en başta söylenmesi doğru olan şeyi söyledi: Esad meşruiyetini yitirmiştir ve gitmelidir. Doğru olan budur. Türkiye gördüğüm kadarıyla Esad’ın gidişini kolaylaştırmak için daha fazlasını yapmaya da hazırdı. Ama ABD’nin niyeti yoktu. Bu talihsiz bir durum tabii, çünkü bana kalırsa ABD hükümeti bu konuda daha fazla şey yapabilirdi. Dünyanın o bölgesinde sınırları kontrol etmenin ne kadar zor olduğunu biliyorum. Türk hükümetinin durumu yakından izlediğini ve her şeyden önce cihatçıların Türkiye’ye girişini önlemek adına neler yapılabileceğine baktığını umut ediyorum. Buna kara sınırının kontrolü kadar havaalanlarından giriş çıkışlar da dahil. Bugün yüzlerce cihatçı Suriye’ye girmeye devam ediyor. Bu Türkiye’nin lehine bir durum değil. Türkiye’nin Kuzey Suriye’de kendi sınırında bir El Kaide devletine ihtiyacı yok.
Türkiye’nin El Kaide’ye, El Nusra’ya da ISIS’e karşı bir sempatisi olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Terörün kurbanı olmuş bir ülke olarak Türkiye terörün bedelini iyi bilir. Eğer Türkiye, El Kaide unsurlarını destekleyecek herhangi bir şey yapıyorsa buna şaşarım, bunu yaptığını düşünmüyorum. Ancak Suriye’de cihat için bu ülkeye giden yüzlerce insanın en azından bir kısmı Türkiye’den geçiyor. Bu Türk hükümetinin engellemek için daha fazla şey yapabileceği bir alan. Sonuçta El Kaide Suriye’nin kendisinden çok Kuzey Suriye’de hilafeti kurabilecekleri bir alan yaratmakla ilgili. Hem ÖSO hem de Kürtlerle savaşarak kendi kontrol alanlarını yaratma çabasındalar.
SURİYE’DE KÜRTLERE MUHTEMELEN ÖZERKLİK OLACAK
Suriye’de Kürtlerle El Kaide unsurları arasında bir mücadele olduğu ortada. Bir an önce Esad gitsin ki bu farklı gruplar arasındaki çatışmalar kontrol altına alınabilsin. Kuzey Suriye’nin El Kaide için güvenli alan haline gelmesini engellemek zorundayız. Genel hedef bu olmalı. Bu sağlanabilirse ve Suriye bu korkunç trajediden çıkabilirse tahmin ediyorum etnik yoğunluğu olan bazı bölgelere daha fazla özerklik verilen bir ülke olacak. Dolayısıyla Kürtlerin yaşadığı bölgelerde de muhtemelen daha fazla özerklik olacaktır.
ASKERLERİN YARGILANMASI ABD’NİN İŞİ DEĞİL
Bize göre 1 Mart tezkerenin TBMM’den geçmemesinin en önemli nedeni yeni bir hükümetin iktidarda olmasıydı. Dürüst olmak gerekirse, AK Parti oyları hesap edemedi. Bu bize de sürpriz oldu, kendilerine de. Bir geçiş dönemi yaşanıyor olması, Sayın Erdoğan’ın o zaman henüz başbakan olamamış olması gibi pek çok faktör vardı. Son derece kaotik bir ortamdı. Ben tezkerenin bu Türk siyasetindeki geçiş döneminin bir zayiatı olduğunu düşünüyorum. ABD’nin olaya bakışı buydu.
(ERGENEKON, BALYOZ GİBİ ASKERLERE YÖNELİK DAVALAR)
Bu kadar çok sayıda askeri, bu kadar uzun süreler suçlama getirilip getirilmediğine bakmaksızın hapiste tutmak elbette hukuk sistemiyle ilgili bazı soru işaretleri gündeme getirebilir. Çok sayıda gazetecinin hapse atılması konusunda da aynı soru işaretleri geçerli. Bunlar Türkiye’de demokrasinin gücüyle ilgili soru işaretlerine neden olan konular. Türkiye’nin ve Türk hükümetindeki pek çok üst düzey yöneticinin bir dostu olarak, bütün bu meselelerin bütün dünyaya Türkiye’nin hukukun üstünlüğüne bağlı, ifade özgürlüklerine saygılı, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan olgun bir demokrasi olmaya başladığını gösterecek şekilde çözülebileceğini düşünüyorum. AK Parti’nin ilk döneminde yapılan siyasi ve ekonomik reformlar, Türkiye’nin dostlarını çok sevindiren gelişmelerdi. Son yıllarda ise Türkiye’nin hâlâ herkesi kapsayan, hukukun üstünlüğüne ve bireysel özgürlüklere saygılı bir siyasi sisteme bağlı olup olmadığı konusunda şüpheler oluştu. Türkiye’deki dostlarıma bir an önce bu şüpheleri gidermelerini ve Türkiye’nin hangi yönde ilerlediğini netleştirmelerini tavsiye ederim.