Türkiye'de 16 Nisan'da gerçekleşecek referandum öncesi ‘evet-hayır' noktasında hem yurt içinde hem yurt dışında ciddi bir kamplaşmanın oluştuğu görülmektedir. Bu kamplaşma, toplumsal bütünleşme dinamikleri adına doğru değildir. Bu sadece bir tercihtir; yoksa bir ölüm kalım meselesi, iman imansızlık konusu, özgürleşme kapı kulu olma olayı da değildir. Anayasa değişikliğini yapabilme/yapamama noktasında yönetsel bir değişiklik veya yönetimle ilgili yapılacak yeni bazı tanımlamalara onay verme/vermemedir.
Batının neredeyse tüm dinamikleriyle bu referandum sürecine ‘hayır' cephesine destek olma çabası ‘evet'i daha önemli ve gerekli hale getirmiştir. Düşman oklarının hedef aldığı yer eksiklikleri olsa da savunulmalıdır. Bugün AB(D)'yi, AK Parti ve Erdoğan aleyhtarı bir tavırla değerlendirmek doğru değildir. Afganistan, Irak, Libya, Suriye gibi Müslüman beldelerde şahit olduğumuz işgal, yıkım, vahşet ve zulüm furyasını ümmetin umudu olmuş bir coğrafyaya taşımak amaçlı olarak değerlendirmek daha doğrudur.
Batı'nın on yıllarca ‘insan hakları, demokrasi, medeniyet' gibi maskelerle gizlediği terör çehresi son dönemlerde tüm çıplaklığıyla açığa çıkmıştır. Artık, Müslümanlara vurduğu ‘terör' damgası tutmamaktadır. Belki de bu sebepledir ki, batı emperyalizmi ümmetle olan savaşında ve İslam'a olan düşmanlığında kuklaları aradan çıkarmış, savaşa kendisi doğrudan dâhil olmuştur.
Toplumsal huzuru istemeyenler hem kargaşadan nemalanır hem de kavramların doğru anlaşılmasını engellerler. Haliyle kavramlar, batı(l)ın elinde can çekişir durur. Batı(l), güç yettirdiği an mazlumların tepesine biner. Halklara mecbur kaldıkları noktada ise politik manevralarla akı kara, karayı ak gösterirler.
Terör sözcüğü de kavramsal kargaşadan nasibini bir hayli almış gözüküyor. AB(D)'nin kendi kriterlerine göre istediğini terörist olarak lanse etmesi bu çerçevededir.
Terör sözcüğünde kaynaklar, mutabık kalıyor; ama uygulamaya gelince iş değişiyor. Legal veya illegal yapılar, adaleti ölçü almamışsa en kanlı sahneler dahi kendi cephelerinde masumane(!) karelere dönüşebiliyor. Musul'da yüzlerce mazlumun öldürülmesi geçiştirilirken, İngiltere'de birkaç kişinin öldürülmesi dünya gündemine oturabiliyor.
Hakka dayanmayan her hareket/devlet şiddet eylemleriyle toplumda bir korku havası, bir güvensizlik ortamı oluşturmak için uğraşır. Bu uğraşın destek bulması için her yolu meşru ve güç kullanmayı birinci unsur sayarlar. Bu düşünce içindeki her hareket terördür. Bu mantık, devletleşmiş veya örgütlenmiş olsun değişmez.
Terörist hareket/devletler halkın inancına, değerlerine, kutsallarına da düşmandırlar. Dini, kutsalları gelişmişliğin(!) önündeki engel ilan ederler. İnanç onları deşifre eder, değerler onları istedikleri şekilde nefsi arzulardan alıkoyar, kutsallar da insani erdemlere yönlendirir.
Batı(l), üç temel üzere kuruludur: İnkâr, fuhuş ve zulüm. İslam da üç temel üzere inşa edilmiştir: Adalet, ihsan, yardımlaşma.
AB(D)'nin son dönemlerdeki çıkışları bu bağlamda değerlendirilirse kudurganlığın nedeni de iyice anlaşılır.