Daha önceki bir yazımda Türkiye'nin coğrafi büyüklüğünün Ortadoğu denilen İslam coğrafyasına şekil vermek isteyen güçler nezdinde sorun teşkil ettiğine değinmiştim.
Âmiyane tabirle bu büyüklüğün Türkiye'nin yanına kâr kalmaması adına kuvvetli bir lobinin devrede olduğunu da dile getirmiştim.
Irak ve Suriye bu işin hazırlık aşaması idi.
Suriye meselesi patlak verdiğinden bu yana hep dikkat çekmek istediğimiz ve dile getirdiğimiz husus budur.
Dış politikasını o dönem itibarı ile küresel ajandalara uygun bir şekilde dizayn edip bölgesel nüfuzunu artırmak isteyen Türkiye, artık oyunu fark etmiş durumda.
Suriye meselesindeki politika değişikliği “Ba'de harab'il Basra” deyişine uygunluk arz etse de zararın neresinden dönülürse kârdır.
Hele hele Suriyeli muhacirlere dönük müşfik ve mülayim yaklaşımlar keffaretü'z-zünub olur inşaallah.
Bu politika değişikliğinin Türkiye ile İran'ın karşı karşıya getirilmesine ramak kalmışlıktan Astana süreci ve Çarşamba günkü İran Genel Kurmay Başkanı'nın Türkiye ziyareti ile Sn. Erdoğan tarafından en üst düzeyde kabulü aşamasına evirilmiş olması, son derece önemli ve olumlu gelişmelerdir.
Türkiye artık bölgesel nüfuzunu genişletmek veya perçinlemek yerine kendi ülke bütünlüğünü korumanın derdine düşmüş durumdadır.
Şam Emeviye Camii'nde cuma namazı kılma rüyaları gören derinlikli siyaset sahiplerinin çok büyük bir yanılgı içinde olduklarını, Suriye'nin dostları olarak geçinenlerin Suriye'ye de, Türkiye'ye de, bölgeye de asla dost olmadıklarını açıkça haykırmışlar olarak vicdanen rahatız.
Gelinen aşama bizi % 100 haklı çıkardı.
Çünkü biz hesabî değil, hasbî hareket ediyor ve Ümmet'in maslahatını her türlü takdirin üzerinde tutuyoruz.
FETÖ meselesi, Çözüm Süreci ve Suriye meselesi gibi hayati konularda % 100 isabet ettirmemizin sebebi budur!
Şu hale bakın:
Suriye'nin Dostları Grubu denilen ülkelerin başını çeken ABD, Esed'i bırakmış; Türkiye düşmanlığı ile meşgul.
Türkiye'yi önce emri altındaki fesat şebekesi FETÖ'yü kullanarak askerî darbe ile parçalamak istedi, olmayınca da strateji değişikliğine giderek açıktan Türkiye düşmanlığı yapmaya başladı.
50 yıllık stratejik müttefiğini(!) bir kenara koyup emri altındaki bir diğer örgüt olan PKK-PYD'yi açıktan müttefik edindi.
Bu örgüte bir ülkeyi iç savaşa sürükleyecek kadar ve binlerle ifade edilen kargo uçaklar ve tırlar dolusu ağır silahlar ve mühimmat vermesi ile bayrağının altında korumaya alması da cabası.
Türkiye'nin ABD'nin bu tavır ve tarzını artık ciddi anlamda sorgulamasının zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Siyaseti “Eksen Kayması”, eğitimi ise “İrtica” ile rehin alan ABD muhipleri, hem siyasetçilerimizi hem de genç dimağlarımızı yarım yüz yıldır, adeta boyunduruk altına aldılar.
Türkiye'de siyaset kurumunu ve genç nesilleri bu iki sanal korku üzerinden konsolide eden zevat, bununla ABD'nin bu ülke üzerindeki her türlü operasyonunu çağdaşlık adına hayra yoracak ve direnç göstermeyecek bir anlayışı egemen kılmak istiyordu.
Batı hayranlığı adına din düşmanlığı yapmaktan çekinmeyen ve emperyalizm ile işbirliği yapacak kadar değerlerine uzak kadroların bu eğitim sisteminden yetiştiklerini ve siyaset kurumunun köşe başlarını tuttuklarını bu işin erbabı gayet iyi bilir.
O halde işin kaynağına inmek lazım.
Kimsenin anti-emperyalistiz yalanına kanmadan; söylemi, eylemi, yemesi, içmesi, giyimi, kuşamı, yaşamı vs. ile ABD muhipliği pompalayan kesimlerin sahte vatanseverliğine aldırmadan; bu milleti özüne döndürecek yeni, sivil bir anayasayı âcilen gündeme almak gerekir.
Aksi halde pis borudan temiz su akmasını bekleme gafletine dûçar olmaya devam edeceğiz.