Tarihe şöyle kısa bir yolculuk yaparsak görürüz ki emperyalist güçlerin yayılmacı politikaları hiç durmadan devam etmiştir. Geçmişte işgal ettikleri ülkelerden −özellikle Ortadoğu ve diğer bölgelerdeki İslam ülkelerinden− çekilmek zorunda kaldıklarında bile bu çirkin emellerini sürdürmek için çeşitli tuzaklar kurmuşlardır.
Bu tuzakların en belirgin olanı ise, işgal ettikleri memleketlerden çıkmak mecburiyetinde kaldıklarında bu ülkeler ile komşuları arasında sorun olacak bölgeler bırakmalarıdır. Bunlardan bazıları Irak ve İran arasındaki Şattülarap; Suriye−Türkiye arasındaki: Hatay; Irak−Türkiye arasındaki Musul ve Kerkük; Pakistan−Hindistan arasındaki Keşmir vs… Bu liste bu şekilde uzayıp gider.
Böl-yönet politikasıyla parçaladıkları bu ülkelerin başlarına kukla yöneticiler getirerek dolaylı işgali sürdürmüşlerdir. Dünya haritasına bakacak olursanız, Arap ve kimi Afrika ülkelerinin sınırlarının adeta cetvelle çizilip belirlendiğini görürsünüz. Bu da sömürgeci emperyalistlerin bu sınırları masa başında belirlediklerinin bir göstergesidir.
Bu paylaştırmalardan Kürtler de nasiplerini almışlar ve dört parçaya bölünerek dört ayrı ülke arasında pay edilmişlerdir. Pek tabiidir ki, bu bölmenin amacı bir gün onları kendi emelleri doğrultusunda kullanmaktır. Kürtlerin yaşadıkları coğrafya ve yönetimler dikkate alındığında, yaşadıkları baskı ve gördükleri zulüm sonucunda bugün kullanılmak için kıvama geldikleri görülür.
Emperyalist güçlerin Kürt politikaları hiç aksamadan zamana yayılarak yürütülmüştür. Bir yandan yaşadıkları ülkelerin kukla yönetimlerince, üzerlerindeki baskı arttırılıp kırdırılmışlar, diğer taraftan kendilerine yardımcı olunma vaatleriyle yaşadıkları devletlere karşı kullanılmışlardır.
Çok değil, İkinci Körfez Savaşı’na kadar, özellikle de Irak Kürtlerini Irak ve İran arasında domino taşları gibi birbirlerine karşı kullanmışlardır.
Düne kadar Emperyalist ABD ve İngiltere’nin desteğini alan Saddam’ın kıyımına uğrayan Kürtler, çok acıdır ki bu gün ABD−İngiltere ve İsrail’in BOP projesi emellerinin bir parçası olma, daha doğrusu bu doğrultuda kullanılma yoluna girmiş gibi görünüyorlar. “Büyük şeytan”ın yaldızlı sözleri ve çeşitli vaatleriyle uğradıkları vahşi katliamları unutmuşlar ve ABD’nin oyununa gelerek BOP projesinde ön cephede savaşır hale gelmişlerdir.
Amerika ve müttefikleri, yayılmacı sömürü politikalarını enva-ı çeşit yollarla yürütüyorlar. Kendilerine göre oluşturdukları bir takvim vardır. Çirkin gayelerini de bu takvimin icab ettiği şekilde ve mekânların jeopolitik ve jeostraejik yönlerini hesaba katarak icra ediyorlar. Kimi ülkelere karşı uluslar arası baskı kurarak, kimilerinde de −Ukrayna, Gürcistan, Lübnan ve en son Kırgızistan’da olduğu gibi− destek verdikleri şahısların yardımlarıyla halkı sokağa dökmek suretiyle bu amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlar. Filistin, Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi bazı yerleri de bilfiil işgal ediyorlar.
Görünen o ki, Emperyalist ABD ve müttefiklerinin hesaplarında Kürtleri, fiili işgalde kullanmak ve onları Müslüman kardeşlerine saldırtmak, mazlum, Müslüman Kürt halkının uğradığı zulüm ve baskıları istismar edip çeşitli vaatlerde bulunarak onları savaştırıp çıkarları doğrultusunda piyon yapmak vardır.
Oysa Müslüman Kürt halkının başlarına gelenlerin arkasında başta Büyük Şeytan ABD ve İngiltere olmak üzere hep emperyalist güçler bulunmaktadır. Bugün ise kendini bilmez iki sefihin yönlendirmeleriyle ABD’nin teknesine su taşıyor ve ön saflarda savaşıyorlar. Irak işgalinde sergiledikleri tutum, onların fiili işgal hesaplarında yer almaya hazır olduklarını göstermiştir.
Müslüman Kürt halkı bulundukları coğrafyalarda hâkim iktidarların baskısını görmüş, zulüm görmüş, sürgün ve muhaceretler yaşamış, soykırıma varan katliamlara uğramıştır. Bütün bunları yaşamış bir halk olarak Emperyalistlerin teknesine su taşımayı hak etmemiştir. İnşallah Müslüman Kürtler kendilerine gelecek, kendilerinden olmayan, yani Müslümanlığını yitirmiş sözde liderlerin kendilerine lider olamayacaklarını göstereceklerdir.
İslam dinine en sadık olan kavimlerden biridir Kürtler. Oysa Barzani, Talabani ve kadrolarının her fırsatta “Irak’ta Şer’i yönetim istemiyoruz. Biz Şer’i yönetimin olmaması için “supap” görevi görüyoruz.” Demeçleri, Müslüman Kürt halkının dini inançlarını da yok etmeye çalıştıklarını ayan beyan ortaya koymaktadır. 1970’lere kadar Güneydoğu’daki IKDP uzantıları ve destekçilerince Barzani’nin Şer’i bir devlet istediğinin ısrarla vurgulandığı anımsandığında, onların bu gün ne kadar tehlikeli bir yolda oldukları anlaşılacaktır.
Özellikle Talabani’nin söylemleri ve hâkimiyeti altında olan bölgelerdeki Müslümanlara karşı tutumu, ta başından beri aşikârdır. Bunu pratikte de en katı şekillerde göstermiştir. Talabani’ye nispeten Barzani’nin kontrolü altındaki mıntıkalarda Müslümanlara açık bir düşmanlık gözükmüyordu ancak Haçlı saikı ile Irak’a giren şer güçlerinin hesabına çalışmaları, direniş hareketlerine karşı ön saflarda çarpışmaları ve özellikle de Felluce’de üstlendikleri görevler dikkate alındığında, bunların Müslüman Kürt halkının İslami kimliğini tebdil edip onları Müslüman kardeşlerine karşı kullanma noktasında hızla ilerledikleri görülmektedir.
Barzani ve Talabani’nin soyundukları rol, kısa vadede faydalı olsa bile, bunun orta ve uzun vadede kâr getirmeyeceği ve mazlum Kürt halkının helakine sebep olacağı muhakkaktır.
“Akıllı insan sadece kendinden değil, başkalarından da ders alan insandır” darbı meseliyle, Kürtlerin Irak halkından ibret almaları gerekiyordu. Nitekim Saddam’ın diktatoryasında sekiz sene boyunca İran ile savaştılar. Bu savaşta zalim Saddam’ın en büyük destekçisi ABD ve İngiltere idi. Bu gün aynı ABD, hesaplarını değiştirdiğinden önce Saddam’ı devirdi. Sonra da Irak halkını kıyımdan geçirdi.
İleride Kürtleri kendi çıkarları için satmayacağını kim garanti edebilir? Sefih Barzani ve Talabani’yi Saddam gibi düşman ilan etmesi akıldan uzak bir şey değildir. O zaman ne olacak, yüzyıllardır birlikte yaşadıkları Müslüman kardeşlerine karşı işledikleri cinayetlerin hesabını nasıl verecekler?
Müslümanlar inançları gereği 1400 kusur yıldır Gayr−i Müslimleri aralarında barındırmışlardır. Ancak İslam’a ve Müslümanlara kin ve adavet besleyip düşmanlık yapan mürtetleri içlerinde barındırmayacakları ve onlardan hesap soracakları şüphesizdir.
Eğer bu gün Büyük Şeytan Amerika onlara sırıtıyorsa bu, sadece menfaati gereğidir. Çıkarları bunu icap ettirdiğindendir. Yoksa canciğer olduklarından değildir. Yarın çıkarları bittiğinde onları arkadan hançerleyecek, verdiği hiçbir söz ve vaadini de yerine getirmeyecektir. Buna tarih şahittir. Bunu göremeyecek kadar basiretleri kapanmış liderler, bu gidişle Dahhaklarını kendi elleriyle hazırlamış olacaklardır.
Yıllardır zulüm ve baskı altında olan Kürt halkının gafletten uyanması ve bütün Müslümanlar için olduğu gibi Müslüman Kürtler için de asıl düşmanın ABD ve müttefikleri olduğunun görülmesi gerekmektedir. ABD’nin yaldızlı sözlerine aldanmamaları onlar için daha iyi olurdu. Aksi halde bunun onlar için sonun başlangıcı olma ihtimali yüksektir.
Eğer büyük şeytan bu gün İsrail’e arka çıkıyorsa bu inançları gereğidir. Amerikan yönetimlerinde her zaman Yahudiler vardır. İşte bu itikat beraberliği yardımı istimrar ediyor. Kürtler ise Müslümandırlar. Bu sebeple dahi olsa ABD, işini bitirdikten sonra er ya da geç onları satacaktır.
Yıllardır büyük şeytanın katkılarıyla ayakta duran ve Müslümanların kanına giren İsrail de bundan sonra rahat etmeyecek ve sonu gelecektir inşallah. Zira Müslümanlar artık hem kendilerine hem de emperyalist güçlere Kur’an’ın bakış açısıyla bakıyorlar. Emperyalist güçlerin baskısı Müslümanların daha çok kendilerine gelmelerine sebep olmaktadır. Bu da şüphesiz bir gün Büyük Şeytan ve avenelerinin mağlup ve rezil olmuş olarak defolup gitmelerini kaçınılmaz kılacaktır. O zaman ellerine mustaz’af Müslümanların kanı bulaşmış katil ve işbirlikçilerin sonu nice olur? Müslüman kanıyla bina edilecek devletten kimseye hayır gelmeyeceği gibi bunun Kürtlere de bir hayrı olmayacaktır.
“Mazlumun intikam aldığı gün, zalimin zulmünden çetin olacaktır.”
Biz Bir Ümmetiz
Şubat ayında Katar’da toplanan 300 Müslüman öncünün haçlı ordusuna karşı cihad çağrısı yapması, dünya Müslümanlarının ümmet olma bilincine tekrar dönmeleri noktasında umut verici olmuştur. Bizler bir ümmetiz. Bu bilinci tekrar kazandığımız vakit üzerimizdeki kara bulutları dağıtmak hiç de zor olmayacaktır.
Bu güne kadar taktığı maskeyle İslam ümmeti üzerindeki zulüm ve tuğyanını sürdüregelen ABD’nin “Takke düştü kel göründü” misali mezalimini aşikâr uygulamaya koyması, bu konuda şüphesi olanların tereddütlerini gidermiş olmalıdır. Bu gün tek vücut olmak mecburiyeti her zamankinden daha fazladır. Bu bağlamda Katar’daki toplantı çok önemlidir. Dünya Müslümanlarını sevindiren bu toplantının, sözde kalmayıp icraata geçmesi lazımdır. Zira ümmet olmak, güç birliğini, birlikte hareket etmeyi iltizam ediyor. “Çekişmeyin, sonra içinize korku düşer de kuvvetiniz elden gider…”[1]
Evet, Allah, kuvveti birlik beraberliğe bağlamıştır. Vahdetle, ittihatla ve ümmet olmakla güçlü olunacağını beyan etmiştir. Binaenaleyh, bu tür toplantıların sık sık yapılması, âlimlerin küfürle mücadeleye ivme kazandıracak fetvalar vermesi, güçbirliğiyle icraatların yapılması gerekmektedir. İslam’ı ve Muhammed (sav) ümmetini ilgilendiren meselelerde kişisel, cemaatsel, grupsal çıkarlar bir kenara itilmeli ve asıl ölçü olan ümmetin menfaatleri doğrultusunda hareket edilmelidir. Buna ulaşıldığında elbet bir Selahaddin−i Eyyubi çıkar.
Rabbimiz bizleri ittihad−ı Muhammediyeye biran evvel ulaştırsın.
El− hubbu lillah, ve’l−buğzu lillah, kullu amelin lillah. (Sevgi de nefret de bütün işler Allah için olmalıdır.)
İnzar Dergisi
[1] Enfal süresi: 46