Bir önceki yazımızda mayıs ayının kiraz tadında geçmeyeceğini, bir avuç siyonist psikopatın dünyayı ateşe salacak bir uğraş içinde olduğunu; 6 Mayıs Lübnan seçimleri ile ABD'nin İran'la yaptığı nükleer anlaşmayı tek taraflı iptaline dair bazı tespit ve öngörülerde bulunmuştuk.
Gelişmeler öngördüğümüz gibi oldu.
Lübnan'da seçimleri Suriye yanlısı 8 Mart bloku (Hizbullah+Maruni Hıristiyan Mişel Avn'ın Özgür Yurtsever Partisi) kazandı.
İşin hakikatinde Lübnan, Ortadoğu denilen İslam Coğrafyası'nın laboratuarı hükmündedir. Burada meydana gelen hiçbir gelişme, bölgesel ve küresel gelişmelerden bağımsız değildir. Yani Lübnan sadece Lübnan değildir.
israil'in yönlendirmesi ile Suud tarafından tehditle istifaya zorlanan Başbakan Hariri ve partisi Müstakbel, seçimleri kazanamadı. Böylelikle israil-Suud cephesi(14 Mart Bloku) ağır bir yenilgi almış oldu.
Seçimlere katılımın düşük olmasında 8 Mart bloku ile 14 Mart bloku arasına sıkışmış halkın seçim sonuçlarında radikal anlamda bir değişikliğin olmayacağına dair düşüncelerinin etkili olduğu belirtiliyor.
israil cephesi ise seçim sonuçlarını Lübnan halkının Hizbullah'a olan desteği şeklinde okuyarak bundan sonraki bütün adımlarda Lübnan'ı Hizbullah'la eş tutacaklarını tehditler eşliğinde dile getirdi.
8 Mayıs'ta ABD'nin P5+1 ülkeleri ile beraber İran'la yaptığı nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesi de bu sürecin bir diğer parçalarından biridir.
Rusya, Çin, Fransa, İngiltere ve Almanya'nın destek vermediği nükleer anlaşmadan çekilme meselesi, dünya petrol borsasını olumsuz etkileyerek petrolün varil fiyatını uçurmuş durumda.
Türkiye'de bir önceki gün Külliye'de yapılan ekonomi zirvesini de bu gelişmeden bağımsız ele almamak gerekir; zira İran, Türkiye'nin en önemli petrol ve gaz tedarikçilerinden biri konumundadır.
ABD iç siyaseti, anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmenin Trump ve savaş kabinesinin ABD'yi küresel bazda ciddi bir itibar kaybına uğratacağı ve İran'daki şahin kanadın elini güçlendireceği şeklinde uyarılarda bulunuyor.
Ancak Trump, bunların hiçbirine aldırış etmeden varlığını borçlu olduğu siyonist çetenin talimatlarını bir bir yerine getiriyor.
ABD, İran'la nükleer anlaşmaya imza koyan kendi dışındaki ülkelerin muhtemel bir İran saldırısına destek vermeyeceklerini biliyor ve bunun için de bu ülkeleri İran'a dönük yeni ambargolara destek vermeye zorluyor.
İran ise bütün bu olup bitenlere karşı hem ihtiyatlı yaklaşıyor hem de mecliste ABD'ye ölüm sloganları eşliğinde ABD bayrağını yakıyor.
İran, tutumunu Rusya, Çin ve AB ülkelerinin yaklaşımına göre belirleyecektir.
Ayrıca içerde ciddi ekonomik sıkıntılarla boğuşan İran'ın dış tehdit söz konusu olduğunda toparlanıp birlikte hareket etme dinamik ve tecrübesine sahip olduğunu da belirtebiliriz.
Bu konudaki en sert tepkiyi Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah verdi.
Nasrallah, Yahudilere ve işgal altındaki yerleşimcilere canlarını kurtarmak için işgal altındaki toprakları terk etmeleri tavsiyesinde bulundu.
siyonist terör rejimi ise, Suriye'de kendilerine yönelik bir İran hareketliliği tespit ettiklerini söyleyerek savaş durumuna geçti.
Sürecin bir diğer parçası ise 14 Mayıs'ta Amerikan büyükelçiliğinin Kudüs'e taşınarak çok daha büyük bir çatışma ve kargaşanın zeminini oluşturacak olmasıdır.
Şu ana kadar yaşanan ve bundan sonra yaşanacak olan gelişmelerden özetle çıkarmamız gereken sonuç şudur:
israil, kendisine ait olmayan toprakları işgal etmiş ve katliamlar eşliğinde her gün yeni yerleşim yerleri inşa eden bir gâsıp ve terör rejimidir.
Son tahlilde ABD, Suud ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni de dümen suyuna katarak dünya barışı ve bütün insanlığı tehdit eder hale gelmiştir.
Mesele sadece İran değil, topyekûn bir İslam coğrafyasının geleceğidir.
Bu tehdidi bilmek ve buna karşı tedbir geliştirmek, başta ülkemiz olmak üzere bütün İslam ülkeleri ve barıştan yana tavır koyan her ülkenin başat görevi olmalıdır.