ABD'nin 90 yıllık projesini 2003'te genişleterek ve BOP adıyla yeniden sahneye koyan eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, adım adım yürüyen projenin geldiği noktayı ve bundan sonra neler olabileceğini Washington Post'a yazdığı makalede ortaya koydu. Rice, Orta Doğu'da bölünüşün bitmek üzere olduğunu vurgularken, tek istisna yaptı: Türkiye'de Kürt meselesi!
Rice, Washington Post'ta yayınlanan makalesinde Ortadoğu'nun "parçalanmaması için" ABD'nin Suriye konusunda daha etkin rol alması gerektiğini savundu.
24 Kasım tarihli Washington Post'ta yayınlanan "Suriye, Ortadoğu'yu bir arada tutmak için merkezi önemde" başlıklı makalesinde Rice, Obama yönetimini Suriye ve Ortadoğu konusunda yeterince inisiyatif almamakla eleştiriyor ve İran'ın bölgedeki nüfuzunun arttığını iddia ederek durumdan şikayet ediyor.
Rice'dan Türkiye'ye Kürt kartı göndermesi
ABD eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Suriye'deki çatışmaların Orta Doğu'nun bölünüşünde son perde olabileceğini söyledi. Bundan sonra olacaklarla ilgili ilginç göndermeler yapan Rice, "Hâlâ büyük ölçüde asimile edilmemiş bir durumda olan ve Ankara'nın güvenmediği, bağımsız bir millet olma umudu besleyen Kürtlerin merkezinde yer aldığı mesele dışında Türkiye de öyle" dedi. Mısır ve İran'ın uzun ve devamlı bir tarihleri, güçlü ulusal kimlikleri olduğunu vurgulayan Rice, "Bu yüzden Türkiye de Suriye'deki savaşa çekiliyor. Suriye'de olanları insani bir çatışma olarak tanımlamak geçen yılın en büyük hatasıydı. Amerika artık harekete geçmeli!" diye konuştu.
"Bildiğimiz Ortadoğu" parçalanıyor
Makalede özet olarak ABD'nin, Suriyeli muhalifleri silahlandıması ve İran'a karşı bölgeyi tutabilmek için Suriye'deki gelişmelerde ağırlık koyması gerektiğini söyleyen Rice, Ortadoğu'daki tüm "kötülüklerin" ve mezhepçi şiddetin kaynağının ise İran olduğunu iddia ediyor.
"Suriye'deki iç savaş, bildiğimiz haliyle Ortadoğu'nun parçalanma hikayesinin son perdesi olabilir" cümlesiyle başlayan makalede Rice, ABD'nin Ortadoğu "ülküsü"nün yitirildiğine dair endişelerini şu sözlerle ifade ediyor: "Bölgeyi bir arada tutma ve somut anlamda hoşgörü, özgürlük ve demokratik istikrar temelinde yeniden inşa etme fırsatı ellerimizden kayıp gidiyor."
Rice'ın "endişesi"nin temeli, bölgedeki mezhepsel kutuplaşmalarda görülen artışa dayanıyor:
"Mısır ve İran uzun erimli ve kesintisiz bir tarihe ve güçlü ulusal kimliklere sahipler. Bu durum, halen geniş kesimleri asimile edilmiş olmaktan uzak, Ankara tarafından güvenilir bulunmayan ve bağımsız bir ulus kurma umuduna kapılmış Kürtleri bir kenara koyarsak, Türkiye için de geçerli.
Diğer tüm önemli devletler, sınırları Fransa ve İngiltere tarafından etnik ve mezhepsel farkılıklar gözetilmeksizin cetvelle çizilmiş olan modern dönem oluşumlarıdır. Sonuç: Sünni bir monarşi tarafından yönetilen ve nüfusunun yüzde 70'i Şii olan bir Bahreyn. Suudi Arabistan'ın yüzde 10'luk Şii nüfusu, ülkenin doğusundaki en zengin illerde yaşamakta. Irak, yüzde 65 Şii, yüzde 20 Sünni Arap ve geri kalanı ise Kürtlerden ve diğer unsurlardan oluşan ve 2003 yılına kadar hepsini demir yumruklu bir Sünni diktatörün yönettiği bir ülkeydi. Ürdün nüfusunun yaklaşık yüzde 70'i Filistinli. Lübnan kabaca Sünniler, Şiiler ve Hristiyanlar arasında bölünmüş durumda. Bir de, Nusayri bir azınlık tarafından yönetilen Sünnilerin, Şiilerin, Kürtlerin ve diğerlerinin toplandığı Suriye var.
Ortadoğu'nun kırılgan devlet yapıları onyıllar boyunca krallar ve diktatörler tarafından bir arada tutuldu. Ama özgürlük ateşi Tunus'tan Kahire'ye, oradan da Şam'a sıçrayınca, otorite yanlıları kontrolü yitirdiler. Şimdiki tehlike, bu yapay devletlerin parçalara ayrılması."
Rice'ın sözleri ilk bakışta Ortadoğu'da giderek artan mezhep karşıtlıklarından rahatsız olduğu ve bunun ABD idealleriyle çeliştiği izlenimi yaratsa da, hem tarihsel olgular bunu yalanlıyor, hem de makalenin devamında Rice'ın esas rahatsızlığının bu olmadığı anlaşılıyor.
Rice'ın el çabukluğuyla hasıraltı ettiği gerçek, bugüne kadar Irak'ta ve Lübnan'da yaşanan mezhepsel ve etnik çatışmaların ABD eseri olması. Herşeyden önce NATO'nun ABD öncülüğünde Yugoslavya savaşından beri dünyanın pek çok farklı bölgesinde mikro-milliyetçilikleri besleyen ve mezhepsel ayrılıkları derinleştici politikalar uyguladığı biliniyor. Bunun ötesinde, özellikle çatışmaların Suriye'ye sıçratılmasıyla başlayan süreçte belirginlik kazanan ve bölgede bir "Sünni eksen" kurmaya dayalı çabaların bir ABD projesi olduğu da bilinmekte. Nitekim, Suriyeli "muhalifler" ağırlıkla silahlı Sünni gruplardan oluşuyor ve bunlar, ABD ile Suudi Arabistan, Katar ve AK Parti Türkiyesi gibi yönetimlerce besleniyorlar.
Biri İran'ı durdurmalı
Rice'ın esas rahatsız olduğu şeyin mezhebe dayalı ayrışmalar değil, İran'ın Şii'ler üzerinden bölgede artan nüfuzu olduğu şu ifadelerinde belirginlik kazanıyor:
"Suriye'deki çatışma Irak'ı ve diğerlerini kırılma noktasına sürüklüyor. Aynı zamanda, ABD'nin çekilmesi Iraklı siyasetçileri hayatta kalmak için mezhepçi müttefiklere sarılmaya teşvik etmiş oldu. Başbakan Nuri el-Maliki Amerikalılara güvenemeyecekse, Tahran'a karşı riske girmeyecektir.
...
Suriye parçalanırken Sünniler, Şiiler ve Kürtler, mezhep kaynaklı bölgesel bir ayrışmanın içine doğru çekiliyorlar. Karl Marx bir zamanlar tüm dünya işçilerini, ulusal sınırları aşıp birleşmeye çağırmıştı. [İşçilere], kendi aralarındaki ortak yanların, kendilerini milliyetçilik adına ezen hakim sınıflarla paylaştıklarından daha fazla olduğunu anlatmıştı. Marx, işçileri ulusal kimliğin 'yanlış bilinci'nden kurtulmak konusunda yüreklendirmişti.
Bugünün Karl Marx'ı İran'dır
İran, Şiiler arasındaki nüfuzunu yaygınlaştırarak onları Tahran'ın teokratik bayrağı altında birleştirmeyi ve Bahreyn'in, Suudi Arabistan'ın Irak'ın ve Lübnan'ın bütünlüğünü yok etmeyi tasavvur ediyor. İran, işlerini yaptırmak için terörist grupları, Hizbullah'ı ve güney Irak'taki Şii milisleri kullanıyor. Suriye ise temel taşı durumunda, Arap Ortadoğu'suna köprü vazifesi görüyor. Tahran artık kendi güvenlik güçlerinin Esad'ı desteklemek için Suriye'de çalıştığını saklamıyor. Bu bağlamda, Tahran'ın nükleer silah edinme yönündeki koşuşturması sadece İsrail için değil, tüm bölge için bir problem teşkil ediyor."
Rice, makalenin başka bir yerinde, bölgedeki etnik ve mezhepsel çatışmaları sürekli kaşıyan ABD değilmiş ve en büyük mezhep savaşlarının fitilini ateşleyen Irak işgali olmamış gibi, "Irak'ta Saddam Hüseyin'in devrilmesinin ardından ABD, çok-etnili ve çok-mezhepli bir demokrasiyi yerleştirmenin, otorite yanlılarının yapamadığını yapabileceğini umut etmişti: tüm bu grupların ortak bir gelecek için tutunabilecekleri bir umuttu bu. Bunu, kapsayıcı hükümetlerin kurulmasını sağlayan seçimler sayesinde bir dereceye kadar başarmış oldu. Ama bu kurumlar genç ve kırılgan durumda ve bölgedeki daha büyük mezhepsel patlamaların ağırlığı altında ezilmekteler" diye yazıyor.
ABD nerede?
İran'ın bölgeyi nasıl tehdit ettiğini uzun uzun anlattıktan sonra Rice, ABD müttefiklerinin buna nasıl karşılık verdiklerini şu sözlerle anlatıyor:
"Buna yanıt olarak Suudi Arabistan, Katar ve diğer komşu ülkeler Sünni fraksiyonları silahlandırıyor ve destekliyorlar. Türkler, Kürtlerin Suriye'den koptuktan sonra Türkiye'deki kardeşlerini de aynısını yapmaya cesaretlendirmesinden umutsuzca korkmaları nedeniyle, çatışmanın içine çekiliyorlar. Ankara'nın geçtiğimiz ay boyunca NATO'dan yardım talep eden çığlıkları, dikkatimizi çekmiş olmalı. Fakat ABD nerede?
...
Geçtiğimiz günlerde Fransa, İngiltere ve Türkiye, geniş anlamda tüm Suriyelileri temsil eden yeni kurulmuş muhalefeti tanıyarak bölgedeki diplomatik boşluğu doldurmuş oldu. ABD onları izlemeli ve bu birleşmiş grubu, Esad sonrası bir çerçeve için kapsayıcı bir yaklaşımı sürdürmesi koşuluyla, savunma silahlarıyla silahlandırmalı. ABD ve müttefikleri aynı zamanda masumları korumak için bir uçuşa yasak bölge oluşturulmasını da göz önünde tutmalı. Amerika'nın ağırlığına ve etkisine ihtiyaç duyuluyor. Bunu, çıkarları bizimkiyle örtüşmeyen bölgesel güçlere bırakmak, yalnızca derinleşen mezhepçiliği alevlendirmeye yarar."
Rice ayrıca ABD'nin geriden durmasının yaratacağı olası risklere karşı Obama yönetimini "terörizm tehlikesi" gibi bilinen söylemlerle uyarıyor:
"Elbette riskler var. Kanlı çatışmalarla geçen bir senenin ardından, El Kaide dahil en aşırı unsurlar güçlenmiş durumda. İç savaşlar en kötü kuvvetleri güçlendirme eğilimine sahiptir. Esad'ın düşüşü, aslında bu tehlikeli grupları iktidara taşıyabilir.
Ama Ortadoğu devlet sisteminin çökmesi daha ağır bir risk. İran kazanacak, müttefiklerimiz kaybedecek ve onyıllar boyunca bölgede yaşanacak sefalet ve şiddet bugünkü karmaşanın bile ruhuna rahmet okutacak.
Savaş Ortadoğu'da sönmüyor, aksine alevleniyor. Seçimler bitti. Artık Amerika adım atmalı."
Rice'ın 2003 yılındaki sözleri
Rice, BOP ile ilgili en çarpıcı açıklamayı ABD'nin güvenlikten sorumlu danışmanı olduğu 2003 yılında yapmıştı. Rice, "Orta Doğu'yu Dönüştürmek" başlıklı yazısında, Fas'tan Basra Körfezi'ne kadar Orta Doğu'da bulunan 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini, Türkiye'nin de bunların içinde olduğunu vurgulamıştı.