ABD’nin Irak’taki kimyasallarının eserleri
Bizi Rahat Bırakın!
“Amacımız bir sonraki etapta İngilizce olarak seslendirerek, dünyanın şu anda merkezi olan ama aslında belki de o kötülüklerin de kaynağı olan NewYork’ta bir sergi açarak devam ettirmek. Yapabilirsek…”
Sevgili Suru,
Yüzünü ilk gördüğümde içim burkuldu. Sana bakıyordum ama seni görmüyordum. Belki fark ettin, fotoğraf makinamın arkasına saklanıyordum. Fotoğraf çekmesem bile çeker gibi yapıyordum. Sen ise bana gülümsedin. O an güzel gözlerini fark ettim. Yüzündeki yanık izleri yavaş yavaş yok olmaya başladı. Sonra geldin bana sarıldın. Dakikalarca öyle kalakaldık. Güzel gözlerinden, güzel yanaklarından öptüm. Yanmış yüzünü okşadım. Ellerimi tuttun, bırakmadın. Sonra kendimden utandım. Sana bakmamak, seni görmemek için ne yapacağımı şaşırmıştım. Sen, yüzün yanık diye hiç utanma olur mu! Çık sokaklara, dolaş insanların arasında. Utanması gereken birisi varsa sen değilsin. Benim, biziz, hepimiziz! Seni bu hale biz getirdik. Koruyamadık. Henüz üç yaşındaydın bomba patladığında. Yüzünün yanmamış halini hatırlamıyorsun bile. Senin yüzüne baktıkça para için, daha fazla zenginlik için ne kadar kötü olabileceğimizi daha iyi anlıyorum. Senden insanlık adına özür diliyorum. Bu savaş yüzünden aileni, akrabalarını, arkadaşlarını, geleceğini kaybettin. Tüm dünya gözlerini kapatsa da seni görmemek için, ben ve arkadaşlarım kapatmayacağız.
Sen üzülme güzeller güzeli, sen üzülme prensesim!
Gözlerimdeki yaşlar nihayet seni görebildiğim için. Bak, artık senin yüzüne bakarken gözlerimi kaçırmıyorum. Çünkü sen çok güzelsin, biz ise çok çirkiniz. . .*
* Savaşta yaralanan sivil halkın yaşadıklarını dünyanın gözleri önüne seren fotoğrafların ve projenin sahibi Niko Guido anlamlı bir o kadar acı ve hüzün dolu projenin hikâyesini Suru’ya mektubuyla işte bu şekilde anlatıyor…
Irak Devleti’nin ABD ve müttefiklerince işgalinin 10. yılında fotoğraf sanatçısı Niko Guido işgal sebebiyle atılan bombalar yüzünden yaralanmış ya da ağır yanıklar içinde kalan Iraklı sivilleri Amman’da tedavi gördükleri bir hastanede fotoğraf makinesiyle portreledi. Çektiği fotoğraflarla da dünyanın birçok ülkesinde sergiler açarak savaşın sonuçlarına dikkat çekmeyi hedefleyen Guido “Savaşa hayır, Barışa evet!” demek adına dünyanın her yanından 300 civarında bir gönüllü grubuyla sergilerini gerçekleştirdi. Projeye adını yüzünden otuzdan fazla ameliyat olan Iraklı bir sivilin “Biz sizin son model arabalarınızı, cep telefonlarınızı, Hollywood filmlerinizi istemiyoruz. Biz mutluyduk ve siz geldiniz bizim hayatımızı mahvettiniz, hayallerimizi çaldınız. Bizi rahat bırakın!” açıklaması vermiş ve böylece projenin adı “Leave Us Alone” yani “Bizi Rahat Bırakın!” olmuştur.
Sergi konsepti uyarınca, fotoğrafı çekilen her Iraklının 5 dakikalık ses kaydı alınmıştır. Bu kayıtta, yaralı sivil Iraklı kendisini tanıtmakta, bombalamalardan önce nasıl bir hayatı olduğunu ve bombalamalar sonrası hayatının nasıl değiştiğini anlatmaktadır. Yine proje kapsamında fotoğrafı çekilen her Iraklı, savaş karşıtı bir tiyatro sanatçısı tarafından seslendirilmiştir. Sergilenen her fotoğrafın altında bir kulaklık olacak ve sergiyi gezen sanatseverler Iraklıların sözlerine tercüman olan sanatçıların sesi aracılığıyla fotoğraftaki kişinin hislerini paylaşabiliyor.
Hayatları çok küçük yaşlarında ne olduğunu anlayamadan değişen Iraklı çocuklardan sadece bir kaçının, savaşın acımasız yüzünü ifade eden sözleri;
SURU: VÜCUT TEDAVİYİ KABUL ETMEDİ
Suru sekiz yaşında. Üç tane kız, dört tane erkek kardeşi var. Kerkük’te doğdu. Üç yaşında evde oynarken, bir bomba patladı. Bomba yüzünden evin enerji ihtiyacını karşılayan yakıt tankı da patladı. Kızın bütün yüzünü alevler sardı. Ciddi şekilde yaralandı. Tedavi için Süleymaniye’ye götürüldü ancak Süleymaniye’de tedavi edilemedi. Bunun üzerine Amman’a getirildi. Vücudunun çeşitli yerlerinden parçalar alındı ve yanmış yerlerine dikildi. Küçük kızın vücudu bu tedaviyi kabul etmedi ve yapıştırılan parçalar döküldü. Suru hayvanlardan hoşlanmıyor, bebeklerle oynamayı çok seviyor. Arkadaşlarını çok özlüyor.
FATİMA KHAHTAN ADNAN: ŞİMDİKİNİN AKSİNE ÇALIŞKAN VE HAYAT DOLUYDUM
Öğle uykusundaydık büyükbabamın evinde. Evin arka tarafında petrol dolu bir varil isabet almış. Patlamayla beraber kıyamete uyandığımızı sandık. Kız kardeşimle hemen dışarı attık kendimizi. Annem bu kadarını bile yapamadı; üzerine düşen pencerenin altında kaldı, oracıkta can verdi. Ninem öldü. Kız kardeşimle beni hastaneye yetiştirdiler. Kurtulmasına kurtulmuştu kardeşim ama durmadan dua ediyordu, bir an önce ölüp acılarından kurtulmak için. Ardından doktorlara, hemşirelere, hastabakıcılara, herkese yalvarmaya başladı. Bir iğne, onu hemen orada kurtaracak, hayatına son verecek bir iğne için yalvarıyor, çığlık atıyordu. Hayatta kalırsa ıstırabının daha da artacağını biliyordu. Tereddütsüz cevap verdiler yakarmalarına; bir iğne hemen durdurdu kanlar içindeki kız kardeşimin kan dolaşımını, kurtardı acılarından.
Gördüğünüz gibi ben artık yaralı bir insanım, 14 yaşımda. Hayatımın sonuna kadar bu yaramla yaşayacağım. İçimdeki yaraysa sonsuza kadar benimle kalacak. Beni bir an bile bırakmayacağını hissediyorum. Bütün bunları biliyor ve kabulleniyorum ama sinir sistemim çok hassas; başıma gelenlerle mukayese bile edilemeyecek küçücük bir aksilik bile artık psikolojimi alt üst etmeye yetiyor.
Eski, mutlu günlerimi hatırlamadan edemiyorum. Şimdikinin aksine çok çalışkan, hayat dolu bir insandım. Arkadaşlarımın evlerine gider, bir anımı bile boş geçirmezdim. Artık hiç keyfim yok, umudum ya da beklentim de yok. Erkek kardeşlerim kaldı. Üç erkek kardeş. Hepsi öğrenci. Bana olan oldu. Bundan sonrası için hiç bir diyeceğim yok. Gene de bir şeyler söylemek gerekirse sadece barış dileyebilirim. Kardeşlerim için, bütün insanlar için barış. Artık kimse savaşmasın, ölmesin, yaralanmasın.
HAYAT MUHAMMED NASIR: İSTEKLERİM NEREDEYSE GERÇEK OLMUŞTU
Irak’ın Al Anbar şehrindenim. İlkokuldan sonra okulu bıraktım. Savaştan hemen önce de evlendim. Evimle ilgilenmeyi, temiz ve düzenli bir yuva kurmayı, çocuklarımın olmasını ve onlarla vakit geçirmeyi, onları besleyip büyütmeyi hep istemişimdir. Özellikle de yemek yapmayı çok severdim, her türlü yemekte de çok iddialıydım. Bütün bu istediklerim neredeyse gerçek olmuştu. Üç aylık evliydim, güzel bir evim vardı. Ev işleriyle uğraşmak, kocama yemek hazırlamak derken hayatım tam da istediğim gibi gidiyordu. Üstüne üstlük bir aylık da hamileydim. Kocam da, ben de çok mutluyduk. Ailelerimiz de dâhil heyecanla doğacak çocuğumuzu, torunumuzu bekliyorduk. Bütün dualarım kabul olmuştu işte.
Bir gün Hitam ve kocamla beraber bahçedeydik. Sokaktaki petrol varilleri isabet almış. Bir patlama oldu. Biz de sokağa çok yakındık. Her yer alev aldı, cehennem gibiydi. Hitam’la ben ağır yaralandık, her tarafımız yandı. Hem yaralı, hem de hamile kalakaldım savaşın ortasında. Sadece yüzüm yanmakla kalmamış, gördüğünüz gibi iki elimi de kullanamaz hale gelmiştim. Sonra benim için zor bir tedavi süreci başladı; hastaneden hastaneye, doktordan doktora. Bir anda hayatım değişti. Evim, mutfağım, ailem, kocam geride kaldı. Artık hastaneler evim oldu. Hastane yemekleri de yemeğim.
En zoru da karnımdaki bebekle bu sürece dayanabilmekti. Sadece kendimi değil, bebeğimi de düşünmek zorundaydım. Hamileliğim boyunca iki ameliyat geçirdim. Ben bir şekilde dayanıyordum bütün bunlara, ama ya bebeğim? Nitekim yedinci ayda doktorlar bebeğimi almak zorunda kaldılar. Allah’a şükürler olsun ki bebeğim yaşıyor. Adı Bekir. Şimdi bir yaşında ama ben hep hastanede olduğumdan ona babası ve ninesi bakıyor. Amman’a geldiğimden beri beş aydır göremedim oğlumu. Kocamın sevgisi, anlayışı, bana ve oğluma bağlılığı ve ailelerimizin desteğiyle bu sürece göğüs geriyor, umutsuzluğa kapılmıyoruz. Bir elim ameliyatla biraz düzeldi, sırada diğeri var. İnşallah evimi temizleyip pırıl pırıl yapacağım günler de gelecek. Mutfağımda oğluma ve babasına güzel yemekler hazırlayacağım. Oğlumun büyüdüğünü göreceğim…
LAİTH İMAMEDDİN YAHYA: AMELİYATLARIMI SAYAMIYORUM
25 yaşındayım. Bağdatlıyım. İki erkek bir de kız kardeşim var. Yaralanmadan önce öğrenciydim. Amcam bize yüzme öğretmeye başlamıştı, ben de yüzmekten çok keyif alıyordum. Evimiz cadde üzerindeydi. 2004’ün şubat ayı, sömestre tatilinin son günü evdeydim. Ve bir bomba sesi. Parçaları evimize kadar geldi, ben de böylece yaralandım. Önce Irak’ta hastaneye kaldırıldım, İtalyan Hastanesi’ne. Orada yanıklarımı tedavi ettiler, ardından Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği’ne sevk ettiler. Hastanede 10 defa, hatta 13 defa ameliyat oldum. Kesin sayısını bile hatırlamakta zorlanıyorum. Sonra buraya, Amman’a getirdiler. Burada da 12 operasyon yaptılar, toplamda yanılmıyorsam 25 eder.
25 yaşımda 25 operasyon, artık hayatım hastanelerde geçiyor. İnşallah bir yerde son bulur bütün bunlar, ben de herkes gibi normal hayata dönerim. Irak eskiden böyle değildi, düzen vardı. Güvenliğimiz, özgürlüğümüz ve huzurumuz vardı. Mutluyduk fakat savaşla birlikte hepsini kaybettik.
HAMİD MUHAMMED: ARTIK VÜCUDUMDA EKSİK KEMİK BİLE VAR
Iraklıyım, Al Anbar şehrindenim. 15 yaşımdayım. Öğrenciyim. Ailemiz babamın haricinde iki kız, yedi de erkek kardeşten oluşuyor. Bir ağabeyim ve bir amcaoğlum hastabakıcı, ben de Allah’ın izni ile büyüyünce onlar gibi hastabakıcı olmak istiyorum. Tabii önce tedavimin bitmesi ve okula dönmem gerek. Futbolu ve yüzmeyi çok seviyorum ama maalesef yüzme bilmiyorum. Al Anbar’da ne yüzme havuzu var ne de bize yüzme öğretecek biri. Gerçi olsaydı bile şu an için ben ne yüzebilir ne de futbol oynayabilirim çünkü yürüyemiyorum, hatta otururken bile acı çekiyorum.
Kemiklerimde kırıklar var, doktorların kaynatmaya çalıştıkları kırıklar. Üstelik vücudumda eksik kemik de var. Bunun sebebi de vurulmam. 2004’te vuruldum. Okuldan eve dönerken Amerikan silah ateşleri arasında kaldım. Çatışmada elime kurşun isabet etti. Okuldan dönen başka öğrenciler de vardı, onlara ne oldu bilmiyorum. Vurulur vurulmaz düşmüşüm. O günden beri de hastanelerde tedavi gördüm. Al Anbar’da bir, Bağdat’ta iki ameliyat geçirdim. Artık okul, ev yerine hastanede geçiyor günlerim. Kardeşlerimi ve ailemi çok özlüyorum ama elimi yeniden kullanabilmem ve eskisi gibi koşabilmem için katlanıyorum.
HİTAM HAMİD: BU YARAYLA OKULA GİDEMİYORUM
13 yaşıma yeni girdim. Evimiz Al Anbar’da. Beşinci sınıfta okulu bıraktım. Okulda halk danslarına meraklıydım. En sevdiğim ders ise İngilizce idi. Kitap okumaktan da keyif alır, bol bol okurdum. Arkadaşlarımla oynamayı, kardeşlerimle vakit geçirmeyi çok severdim. Üç kız bir de erkek kardeşim var.
Ne var ki ben eskiden severdim okulu, okumayı ve öğrenmeyi, okula giden her çocuk gibi büyüyünce ne olacağımı hayal etmeyi… Bombalama, hayatımı tamamen değiştirdi, gördüğünüz gibi görünüşümü de. Bu yara yüzümdeyken okula gitmek istemiyordum, ben de çoktan bıraktım okulu. Başka ne yapabilirdim ki bu halimle?
Büyüyünce ne olacağım konusundaysa artık hiç hayal kurmuyorum. Arkadaşlarımla oynamıyorum. Halk oyunları da eskide kaldı. Patlamayla ilgili son hatırladığım evimizin hemen yanında kardeşlerimle oturup tahta boyadığımız. Petrol varillerimiz vardı, isabet almış ve patlamışlar. Hastanede gözlerimi açtığımda yüzümle birlikte bütün hayatım çoktan değişmişti. Irak’ta, Irak dışında tedaviler ve ameliyatlarla dolu benim yeni hayatım; büyük büyük hastaneler, steril kokulu ameliyathaneler, ilaç ve pansumanlar, hemşireler ve doktorlar, hastabakıcılar, hastalar, yaralılar, endişeli yüzler, bıkkın insanlar, korkudan ağlayan çocuklar, korktuklarını saklamaktan, korkularını bastırmaktan yorgun düşmüş anneler, babalar… Artık tek bir dileğim var; Allah vatanımızı ve ailemizi korusun. Allah bütün ülkeleri ve aileleri de korusun ki benim yaşadıklarımı bir daha hiç bir çocuk yaşamasın.
Fotoğrafçı Niko Guido Şebnem Akyol’a verdiği bir röportajında sergilerin neden 23 Mart 2013 tarihinde gerçekleştirildiği sorusuna: “Aslında bu tarih Irak Savaşı’nın 10. Yıl dönümünün tarihidir. O bizim televizyonlarda havai fişek tadında bombalar gördüğümüz görüntüler 20 Mart 2003’te gerçekleşti. Irak Savaşı’nın tam olarak 10. yıldönümü 20 Mart’tır ama 23 Mart karasal, yüz yüze savaşın başlangıcıdır. 20 Mart yerine 23 Mart olması Cumartesi’ye denk gelmesi nedeniyle, hafta sonunda daha çok kişiye duyurabileceğimizi düşündük. Ama özünde serginin, Mart ayında Irak Savaşı’nın 10. yılında gerçekleşmiş olmasıdır. Aslında bu proje 2 sene önce bitmişti, seslendirmeler yapılmamıştı ama ses kayıtları ve fotoğraflar hazırdı. Bu sergiyi geçen sene de açabilirdim aslında… 11 Eylül’de bütün dünyada öyle bir anma töreni gerçekleşti ki; evet 11 Eylül’de 3000 kişi öldü çok acı bir durum, ama… Diğer tarafta Irak’ta kimi kaynaklara göre 100.000 kimi kaynaklara göre ise 1.000.000 insan öldü. Sırf şu son cümle bile trajedinin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor; arada 900.000 insandan bahsediyoruz. Bir tarafta 3000 kişi, diğer yanda yüz binlerce insan. Ve şimdi sizinle söyleşi yaptığımız tarih 18 Mart, sanki hiç kimse bundan bahsetmeyecekmiş gibi geliyor bana. Aslında 20 Mart’ta bütün televizyon kanallarının ortak yayın yapması gerekir -ki bizim bölgemizi daha da çok etkileyen bir savaştır aslında. Bu savaş bir semboldür; bu dünyadaki insanların % 99’u insanların % 1’i için çalışıyor, doğal zenginliklerini, emeklerini veriyorlar. Ve bunun sonucunda da yüz binlerce sivil ölüyor, tecavüze uğruyor, işkence görüyor. Biz bunları göstermek istiyoruz.” diye cevap verdi.
Sergi süreci ile ilgili de açıklamalarda bulunan sanatçı: “Bu insanlar çekime üstlerine en güzel kıyafetlerini giyerek geldiler, hazırlandılar, dünyaya güzel görünmek istediler. Aralarında bazıları gülümsüyordu hatta. Özellikle öyle görünmek istediler. Bu sergide 24 fotoğraf var çünkü 24 günün 2 saatini sembolize ediyor. Her 24 saatte bir güneş yeniden doğuyor ve bu yeni bir umut demektir.” diyor ve çektiği asıl sıkıntıları şu cümlelerle özetliyor “bu dünyada savaş karşıtı olmak bile sakıncalı olabiliyor. Üstüne üstlük dünyayı yönetenlerin karşısında bir proje yapmak daha da zor, bu tarz sıkıntılar yaşadık.”
Gelecekteki amacını ise bakın şöyle açıklıyor: “Amacımız bir sonraki etapta İngilizce olarak seslendirerek, dünyanın şu anda merkezi olan ama aslında belki de o kötülüklerin de kaynağı olan NewYork’ta bir sergi açarak devam ettirmek. Yapabilirsek…”