Yazıyoruz ancak artık ne kelimelerde mecal kaldı ne cümlelerde aşk. Çünkü söz uçar yazı kalır ama, öyle bir an olur ki, yazı da uçar amel kalır. Sahipsiz bırakılmaktan öte, ateş dolu hendeklere atılır gibi en kahpe eşkıyanın eline teslim edilmiş bir halkın huzuruna yazı ile çıkmak da ardır. Ne diyelim bize şimdi bu ar düştü.
Evvela şunu tespit edelim. Mayasında dinsizlik, ırkçılık ve din düşmanlığı bulunan Kemalist rejimden, halkına karşı, hele hele yok sayıp aşağıladığı bir unsuruna karşı normal namuslu bir tavır takınmasını beklemek namussuzluk değilse hamakattır.
Süleyman Şah Türbesi’nde yatan bir ölü için ikide bir gerilip efelik taslayanların ülkede yaşayan milyonlarca dindar canlı Kürt için türbede yatan ölü gibi davranmaları da ne denli bir hıyanet içinde olduklarını bir daha göstermiştir.
Son günlerde devletin tavrı göstermiştir ki, cumhurbaşkanlığı ve önceki seçimlerde bu vahşi çetelerin insafına terkedilen mazlum halkın verdiği oylar artık haram hükmündedir.
Hiçbir nutkunuz, şımarık demeçleriniz, boş açıklamalarınız bu alçaklığınızın size bulaştırdığı kara lekeyi temizlemeye yetmeyecek. Barış ya da çözüm adı her neyse alın o süreci utançtan sakladığınız yerlere sürün. Roboski’de yırtılmış elbiselerinizin bıraktığı yere mesela…
ABD’ye adanmışlığınızı biliyoruz da, teröristinize satılmışlığınızı iki yıldır hayretle izliyoruz. Terörist dediğiniz çetelere nasıl sevdalanmışsınız ki, ‘dilediğiniz gibi yakın yıkın, öldürün, bombalayın serbestsiniz’ deyip tüm şehirleri, sokakları, mazlumları hatta camileri onlara meccanen veriyorsunuz.
Hükümetin şu anda yapması gereken tek bir açıklama kalmıştır. O da şudur “Kimse kusura bakmasın, biz bu sürecin bozulmaması için gerekirse bölgedeki tüm dindar Kürtlerin muhatabımız olan PKK tarafından öldürülmesine de aldırmayız”. Gerçi Adalet Bakanı geçen gün buna benzer bir açıklama yapmıştı değil mi.
İşin garip tarafı Esed’i eleştiren hükümet şu anda onların yaptığını yapmaktadır. Esed gibi ülke içerisinde herkesin istediği gibi silahlanıp dilediği gibi birbirini öldürecekleri bir zemin hazırlanmıştır.
Evet, maalesef ortada iki ihtimal var. Birincisi devleti şu anda akıl ve izandan yoksun kişiler yönetiyor bu nedenle de, bu yaptıklarının nereye varacağını kestiremiyorlar. İkincisi de, bunu kasıtlı, planlı ve perde arkasında verdikleri bir takım sözlerin gereği olarak yapıyorlar. İlk ihtimal mümkün olmadığına göre geriye ikinci seçenek kalıyor.
Bu seçenek de, şu üç neticeye göre ayarlanmış gözüküyor. Birincisi, olaylar nereye varırsa varsın, nasıl olsa artık tek başlı devletiz, istediğimiz anda kontrol altına alırız rahatlığı. İkincisi, bu olayları seyredip devamını sağlayarak, orada hiçbir zaman laik olamayacak, Kemalist rejime ayak uydurmayacak ve kendilerini rejimin alternatifi diye tarif eden HÜDA PAR’dan da kurtulmak. Üçüncüsü de, Kobani ve çevresinde olduğu gibi Suriye’de hayal kırıklığına uğrayan PKK’ye çözüm sürecinde varılan anlaşmaya dayanarak burada bir alan hediye etmek.
Bir kere topluma ateş düşerse yanacak olan orman değildir ve bunu söndürmek, öyle evdeki hesaba uymaz. Çünkü bu alevler devleti de yakar. İkincisi HÜDA PAR, tamamen Allah-ü Teâlâ’nın yolunda ve O’nun emri altındadır, dolayısıyla HÜDA PAR camiasını bitirmekten söz etmek, Allah’a savaş açmaktır ki, bunu tecrübe edenlerin geçmişleri malumdur. Üçüncüsü de, sizin, o bölgeyi çetelere sattık demenizle bu alış veriş bitmez. Çünkü orası kimsenin babasının çiftliği değildir. Oradaki Müslümanlar da kurbanlık koyun değildirler.
Hani devletin bu umursamazlığı sürerse ve o geniş coğrafyayı kendilerine vermeye azimli olduğu örgüt, böyle devam ederse ne olur.
Elbette ki Allah’ın dediği olur. Yani “İyi bilin ki galip gelecek olan muhakkak ki Allah taraftarlarıdır.”
(Maide 56)