Patlamalardan önce kendi ülkesinin vatandaşlarına “Sakın Türkiye'ye gitmeyin” uyarısı yapan ABD'nin son olayda da ne süper bir güç olduğu bir kere daha tescillendi, tabi yerseniz.. Ne süper bir kahin. Ne dakik bir istihbaratı var. Hem tüm bunlarla birlikte, patlama olur olmaz, anında kimin yaptığını hemen dünyaya servis edecek kadar da düşünceliler.
Ama ABD ile müttefik olanlara her zaman teşekkür etmek düşer. Eylem için ta Tacikistan'dan ya da şuradan buradan gelerek İstanbul'da bir aydan fazla kalıp saldırıya hazırlık yapan vahşi canavarların arkasını da çok kurcalamak herhalde bu teşekkürle bağdaşmaz.. Daeş dedikleri de zaten sınırın bu tarafından topların başarılı atışlarıyla vurduğu bir iki patlak mısır tanesidir. Bize ne, o mısırı ekenlerden, sulayıp hasad edenlerden..
Hem devlet yönetmek öyle bakkal işletmeye benzemez azizim. Duygusallıkla realiteyi kaçırmamak lazım. Baksana adamlar öyle taziye mesajları yayınladılar ki, bir ülkelerinde milli yas ilan etmedikleri kaldı. Şimdi yaraları da birlikte sarma vakti. Terörün her türlüsüne karşı daha kapsamlı bir işbirliği vakti.
Sadece ABD ile mi? Hayır. israil ile, Sisi ile. Uzak olmasaydı Bangladeş ile… ‘Tavuklarımıza çobanlık et' dediklerinde, gülmekten zor kendine gelince; “ya civcivlere de bizim çocuklar çobanlık yapsa ne iyi olurdu” diyen tilki misali..
Hani devletimiz o engin şefkatiyle milli şuur aşılarken, iyi tutsun diye; sınırlarımızın hep düşmanla çevrili olduğunu öğretirdi. Bir tarafta denize döktüğümüz için kuyruk acısı olan Yunan ve soydaşlarımıza eziyet eden Bulgar, alt tarafta dedelerimize ihanet etmiş Araplar, sağımızda Ermenisi, Moskofu ve şu beşinci mezhep hilekâr Persler. Ve tabi ki en tehlikelisi de içerdekilerdi. Devlet Planlama Teşkilatının bir departmanı, herhalde düşman üretmeye ayarlı (idi).
Sonra destanlar vardı. Atalarımızın yazdığı, ecdadımızdan miras kalan.. Dedem Korkut, ‘boy boylar, soy soylar görelim ne söyler'di. Deli Dumrul köprüden geçenden geçmeyenden para alır, Genç Osman, düşmana karşı kelle koltukta savaşır, Bağdat kapısını açardı..
Zaman değişti, ülke gelişti, saman altından sular değil, boğazın altından metrolar geçti ve konsept yenilendi, güncellendi. Artık her devlet değil, her bizi anlamayan, her bizi övmeyen, kısaca bizimle muhabbeti olmayan her varlık, durum, nesne, fikir, yazı vs. de potansiyel bir tehdit oluverdi. Sonra tek devletli, tek bayraklı, tek vatanlı, tek milletli Rabia kalıplı cümleler kuruldu: “Zor günlerden geçiyoruz.” “Yedi düvele karşı savaşıyoruz.”
Peki ne yapmak lazım. Çok basit. Tüm dünyada siyaseti, ticaret, borsa, reklam, moda, bilişim, medya gibi tüm sektörleri elinde bulunduran yahudilerle arayı düzeltmek lazım. Yoksa milli birlik ve beraberliğimiz yıkılır. Hafizanallah, milli irademiz elimizden gider. Milli değerlerimiz, milli gayelerimiz yara alır.
Ve şimdi her söze inci inci hikmetler dizme vakti. Hani kapı çalınırken, Hocaefendi, “kapıya bakın kesin biri gelmiştir” dediği demde, kapıya baktıklarında gerçekten birisinin geldiğini görünce, Efendi hazretlerinin kerametine vakıf olmanın heyecanıyla hüngür hüngür ağlayan müridlerin halet-i ruhiyesi gibi. Öte yanda sırtları sıvazlanana kadar hafiften sızlanmaya devam edecek kapı kulları..
Bakkal işletmiyoruz diye veresiye defterimiz de olmayacak değil. Ödendikçe silinen borçlardan sonra müşteriye surat asmak da ne ola ki.. Dünya beşten büyük ama, bazılarının gönlünden dünyadan bile büyük hüsn-ü zanlar var. Hikmet boncukları da zaten bu hüsn-ü zan ipine dizilir..
Mesele anlaşmak filan da değil aslında. Mesele bir sonraki hamaset dolu konuşmaya inandırmak.. Mesele bir avuç toprakla doymak..
Neyse şurada, “Diriliş Ertuğrul” dizisinin yeni sezon bölümlerinin yayınlanmasına ne kaldı ki?