Evvela Türkiye’nin Suriye olmasını kimlerin isteyip kimlerin istemeyeceğini tahlil edelim. Mevcut Cumhurbaşkanını sevmeyenlerin tamamı sırf ona olan kin, nefret ve kıskançlıklarından dolayı basiretsizce Türkiye’nin Suriye olmasını isterler. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ona oy vermeyenler, parti, cemaat ve STK’lar net olarak ortaya çıkmış oldu. Bunlar sırf hükumet düşsün diye Türkiye’nin azılı düşmanları ile her türlü ittifaka hazırdırlar. Hatta bazıları şimdiden hükümet devrilmiş gibi onu devireceğini hayal ettikleri güçlerle görüşme teklifinde bulunmaya başladılar bile.
Dışarıda Türkiye’nin Suriye olmasını isteyenlerin başında israil gelmekle beraber ABD ve Diğer AB ülkeleri gelir. Türkiye halkı Müslümandır ve giderek özüne dönme çabaları içerisindedir. Dolayısıyla Haçlı zihniyeti ile hareket eden bütün ülkeler Türkiye’nin bölünmesini, parçalanmasını ve talan edilmesini isterler. Haçlı denilince karşısında İslam ülkelerinin de Türkiye’yi destekleyeceğini düşünmek boş bir hayalden ibarettir. Başta Suriye olmak üzere İran, Mısır, Lübnan, Ürdün, Körfez ülkeleri Suudi gibi devletler de Haçlıların yanında yerlerini alırlar. Kimsenin bundan kuşkusu olacağını sanmıyorum.
Türkiye’nin Suriye olmasını istemeyenler; içeride Cumhurbaşkanlığı seçimlerine destek verenler, dışarıda işgal ve muhasara altında olan Hamas ile zindanlarda olan İhvan’dan ibarettir. Dünya Müslüman halklarının destek ve dualarında da ciddi bir gerileme söz konusudur. Davos’ta israile karşı çıkışın oluşturduğu heyecanın kalmadığını hepimiz biliyoruz. Suriye fitnesi, Ümmetin yarsını teşkil eden ve israil karşıtlığı nedeniyle Cumhurbaşkanını destekleyen Şii âlemin desteğini nerdeyse düşmanlığa çevirdi. Tıpkı 2006 Temmuz savaşında israile karşı kazandığı zaferden dolayı Ümmetin gözbebeği haline geldiği halde Suriye fitnesinden sonra Sünni dünyanın nefretini üzerinde toplayan lider gibi.
Bu iç ve dış düşmanların sayısal, ekonomik ve siyasal üstünlüğü tartışılmayacak kadar belirgindir. Çemberin giderek daraldığı görülmektedir. Gezi ve 17-25 Aralık operasyonlarından kıl payı kurtulan hükumete yönelik çok daha kapsamlı bir operasyon hazırlığının ayak sesleri duyulmaya başlamıştır. 6-8 Ekim bir prova idi. Başından beri taşeron olan örgüt çok açık bir şekilde Türkiye’nin karışacağını, Suriye gibi olacağını, Cumhurbaşkanın akıbetinin Mursi gibi olacağını söylüyor.
Örgütün istediği Türkiye’nin belli bir coğrafyasında diktatörlüğünü kurmaktan ibarettir. Ancak kanaatim odur ki bu taşeron örgüte Türkiye’nin bir bölümü verilse bile son sözü kuklacı verecektir. Kuklacı nasıl isterse kukla ona göre davranacaktır. Kuklacının ne yönde hareket edeceğinin işaretlerini Der Spiegel den öğrenebiliyoruz: “Batı’nın son umudu PKK” (www.internethaber.com/batinin-son-umudu-pkk-sok-sozler-733799h.htm) son derece açıklayıcı değil mi? Bu açıklamadan sonra PKK’nın terör örgütü olmaktan çıkartılarak silahlandırılması sürpriz olmayacaktır. Nitekim örgüt şehirlerde halen çok kesif silahlanma çabası içerisindedir. Evler silahlarla donatılıp adeta cephaneliğe dönüştürülmektedir. Bu şartlarda silahsız geniş halk kitlelerinin örgüte teslim olması da şaşırtıcı olmamalıdır. Belediyelerin imkânları ile desteklenen örgüt halkı esir almak üzeredir. Örgütün zora girmesi halinde yeni serokları Obama’nın desteği vaat edilmiş gibidir.
Bu ahval ve şerait içerisinde Cumhurbaşkanı yanlıları ya da AK Partililer ne âlemde, merak ediyor musunuz? İktidar nimetlerinden maksimum nemalanma peşindeler. Başta belediyeler olmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı gibi diğer bakanlıklarda makam paylaşma mücadelesi son sürat devam ediyor. Her cemaat en yüksek payı alma kavgası vermekte. Belli başlı yazarçizerler şimdiden 2015 seçimlerin hazırlanıyor, kendilerine yakın kişileri Meclise sokma kavgası veriyor. Bu Muharrem ayının Aşura günlerinde maalesef diller, kalpler Hüseyin derken ameller Yezidi icraatlar peşinde.
Şimdiden doğunun bazı illerinden batıya göç başlamış durumda, ancak geniş çaplı bir kargaşadan batı da mutlaka nasibini alacaktır. Eskiden iç kargaşadan kaçanlar Avrupa’ya giderlerdi. Şimdi Avrupa içindeki Müslümanlara savaş açmış durumdadır.
Karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım. Yanılmayı yürekten arzu ve temenni ediyorum. Ancak içinde bulunduğumuz duyarsızlık bu akıbeti kaçınılmaz kılıyor. Kalplerimiz dağınık, bir binanın tuğlaları gibi kenetlenmesi gereken Müslümanlar maalesef moloz yığınlarına dönüşmüştür. Şimdi Mescid-i Aksa için hükumetin işareti ile meydanlara döküleceğiz. Tıpkı Rabia’da yapılan katliamlar karşısında meydanları doldurduğumuz gibi. Ancak maalesef bu Müslümanlar Rabia’ya, Aksa’ya, Arakan’a dönüştürülen Diyarbakır için meydanlara dökülmediler. Diyarbakır’daki şehitler ile Gazze ve Rabia’daki şehitler arasındaki farkı anlayamadık! İşin daha garip tarafı Gazze ve Rabia’dan da Şeyh Said Meydanı’na Lebbeyk sesleri yükselmedi. Belki de onlar lebbeyk demenin meydanlarda sloganlarla olmayacağını, fiilen silahlara olacağını düşünüyorlardır. Biz buna dair iyi niyetimizi muhafaza edelim.
Bu gidişle Türkiye Suriye de olur Irak da olur Afganistan da. Kimler kazanır kimler kaybeder? İktidar nimetleri, mevki ve makam sahipleri kaybeder, kaybedecek bir şeyi olmayan, Rabbinden başka dost ve desteği olmayanlar mutlaka kazanırlar. Neyi mi kazanırlar, tabii ki cenneti.