Adına ister reel politik densin ister maslahat, çıkarcılık dedikleri bela, bugün ülkeler için maalesef alabildiğine meşrulaştırılıp, neredeyse tüm zulüm ve haksızlıklara mazeret gösterilen bir savunma refleksi kabul ediliyor. Ülkemizin milli, ekonomik, siyasi çıkarları diye sıralanan gerekçeler altında adalet ve hakkaniyet heba ediliyor.
Bir devletin halkını koruyup gözetmesi elbette ki normaldir. Ancak ‘ne yapalım, halkın huzur ve güvenliği için, bazen adaleti askıya almak zorunda kalıyoruz, demeye başlayınca bu defa geleceğe yeni sorunlar miras bırakılıyor demektir.
Bu konuda Üstadın çok ilginç tespiti vardır: “Cemel vakası denilen Hazret-i Ali ile Hazret-i Talha ve Hazret-i Zübeyr ve Aişe-i Sıddıka(Radıyallahü Teala anhum ecmain) arasındaki muharebe, adalet-i mahza(hakiki adalet) ile adalet-i izafiyenin mücadelesidir.
Şöyle ki, Hazret-i Ali, Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir zamanındaki gibi adalet-i mahzayı esas almış. Muarızları ise: Şeyheyn zamanındaki safvet-i İslamiye hakiki adalete müsaid idi, fakat zaman geçtikçe, İslamiyetleri zayıf bir takım topluluklar, Müslümanların sosyal hayatına girdikleri için, hakiki adaleti uygulamak çok zor olduğundan, ‘ehven-üş şerri seçmek' denilen adalet-i nisbiye üzerine içtihad ettiler. Böylece içtihadi çekişmeler, siyasete girdiği için ortaya Cemel savaşı çıkmıştır” der. Tabi iki taraf da sırf Allah için ve İslamın menfaati için içtihad ettiklerinden birbirlerini katletmiş olsalar da ikisi de ehl-i sevap ve ehl-i cennettirler diye de ekler.
Evet bugün Müslüman olanlar da dahil neredeyse tüm yapılar, güçler ve devletler hakiki adaletin imkansız olduğunu düşünerek adalet-i izafi ile adım atıyorlar. Halbuki adalet, zaten izafiliğin, nispiliğin yani göreceliğin karşısındadır. Adalet kişiye, zamana, mekana ve şartlara göre değil, hakka göre davranmak demektir. Dolayısıyla hakiki değil, izafi adalet esas alındığında faydacılık, çıkarcılık ve hedefe giden yolda her vasıtayı meşru görme gibi son derece keyfi tutumlar ortaya çıkmaktadır.
Bugün her ne kadar Müslüman olsalar da devlet yönetenlerin Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Hz. Ayşe gibi sırf Allah için ve İslamın hatırına içtihad ettikleri de söylenemeyeceğine göre, sonuçta ortaya çıkan menfi sonuçların öyle kişiyi vebalden kurtarmayacağını kabul etmek gerekir. Mümtehine suresinin 8. Ayet-i kerimesinde şöyle buyrulur: “Muhakkak ki Allah, adaletli olanları sever.”
Hz. Yusuf, kardeşini kendi yanında alıkoymak için onun yüküne tas bıraktığında, bu bir hile-i şer'iyedir, ancak sonuçta Hz. Yakub'un şeriatına göre planlanmıştır. Evet illaki, yöneticilik bir sanattır ve çokça plan proje gerektirir. Ancak Allah'ın sevgisini kazanmak, çıkarlar neyi gerektiriyorsa onu yapmadan önce Allah neyi emrediyorsa onu yapmakla mümkündür.
israil ve halkıyla Türkiye'nin dostluğundan dem vuranların israil siyonizmini, işgal, zulüm ve katliamlarını onaylamaları ve israil'den kesinlikle hiçbir hakiki Müslümanın güvende olmayacağını ve onlara için asla hüsn-ü zan beslenemeyeceğini bilmemeleri mümkün değildir. Peki ‘ne yapalım, şu anda hakiki adalete uymamız mümkün değil, çünkü bölgede çok karmaşık ilişkiler ağında kuşatılmış haldeyiz.' diye devam eden izahlar, Türkiye için israil'e açıkça dostluk ilanını açıklamaya yeter mi?
Ağır kelimelerle itham etmek dilimize ardır ama şimdi çoğu yöneticileri hariç, iki milyarlık İslam alemi, bundan sonra siz, her ‘Gazze'li kardeşlerimiz' dediğinizde, ‘Mescid-i Aksa' dediğinizde, ‘one minute' dediğinizde; ‘Demek ki zor zamanlarda kolayca atılacak kadar hafif ve ucuz bir bağımız varmış' derlerse, kendinizi reel politikle mi savunacaksınız.
Hiç kimse laik bir rejimde hükümet kurmak zorunda olanlardan hakiki adalet beklemiyor. Fakat, tüm dünyanın önünde israil'e terör devleti diyenlerden sözlerine ve duruşlarına sadık kalmalarını bekliyor. Çünkü makamlar mevkiler de sonuçta Allah'ın ihsanıdır. Onun lütfu geniştir, dilediğine verir. Ama Kahhar-ı Zülcelale düşman olan katillerle dost olduklarını ilan edenlere bundan böyle ne verir, nasıl imtihan eder bilinmez. Yine birtakım belalardan korunmak ve belki bazı menfaatlere erişmek adına Alem-i İslamın kalbini kıranları nasıl himaye eder bilinmez.
Elhasıl Adalet ve Kalkınma Partisi, çok tuhaf bir tercih yapmıştır. İnşaallah sonuçlarının acısını tatmadan ve tattırmadan yanlıştan dönerler.