Tarihe 6-8 Ekim Olayları diye kaydedilen olaylar; etkili ve yetkili mercilerce, önceden olacağı öngörülen, HDPKK yapılanması tarafından da planlanan bir “cinayet, bir katliamdı.”
Bu konuda çok şey söylendi ve yazıldı ama tecelli etmesi gereken adaletin gecikmesi; dersler çıkarılması gereken bir geleneğin adresini işaret ediyor.
Cinayetler, 2014’ün 6-8 Ekiminde oluyor. Bu gün ise adalet tecelli etsin isteniyor. “Bu derde ne derler sizde?” Aylardan Ekim ama yıl 2020. Birilerinin işlediği, ötekinin ise seyrettiği cinayetler yedinci yılına girmekte.
“Tu xêr hatî Melâyê min/ Nî’met tera xelâ yê min..” (Hoş geldin Hocam/ Nimet sana, açlık bana..) Hoş güzel de kadim sözdür; “geç gelen adalet, adalet değildir.”
Dönemin kayıtlarına ve yakalananların itirafına rağmen tutuklananlar, bir vesileyle serbest bırakılıyor. Hâlbuki; yayın kuruluşlarında, HDP STK’ları ve resmi parti organlarında, partinin yetkili ağızlarının ifadelerinde, olayın tüm bilinmeyenlerini açıklayan emir mahiyetinde beyanları vardı.
Parti yetkilileri açıkça kendi tabanlarını azmettirdi, sokağa çağırdı. Çağıracakları da beliydi Çağrılanların; akla ziyan cinnetler yapacağı, yakıp yıkacakları da belliydi. Sormazlar mı? Bu kadar “bellilerin” olduğu il ve illerin valileri, kolluk kuvvetleri.. yani devlet neredeydi?
Dönemin satır başları şöyleydi:
HDP: “Sokağa çıkın! Gün bu gündür! Her yer Kobani olacak! Diyarbakır’da 400 İŞİT(!?) derneği var! Devlet içinde örgütle ilişkisi olanlar vardı…” (HDP MYK’sı beyanı). “Biz süreci, yetkililerle beraber yürütüyorduk..” (Sırrı Süreyya).
Diyarbakır valisi: “O akşam polisi gönderseydim, ölenler polisler olurdu.”
Etkili ve Yetkili ağızlar: Bu süreçte, HDPKK merkezli yürüyen bir çözüm süreci vardı; bunun hatırı da gözetildi. İçişlerindeki yetkililer ve bunların belirlediği Süreç Duayenleri’nden kimileri, HÜDA PAR’ın şahsında, muhafazakâr çevreleri özellikle ötekileştiriyor; HDP kanadıysa illegalite için azmettiriyordu. Bizzat İçişleri bakanı muhafazakâr Beşir Atalay; bir gazetecinin “HÜDA PAR çevresinden de kimseler sürece dâhil edilecek mi?” sorusuna hiddetlenerek; “Onlar da kim? Öyle bir şey olmaz…” diyebiliyordu.
Bütün bunların sonucunda da kendini, alanın gayri resmi hâkimi bilen güruh, aklıselimi devre dışı bırakarak, taşkınlık yapma cüretinde bulundu.
Sokağın fırtına öncesi sessizliği, işte böyleydi. Perşembenin gelişi, Çarşamba’dan belliydi. Anası gibi danası da oldu.
Olayla ilgili kayıt ve deliller, devletin elinde olduğu halde; yargı süreci, şu ana kadar sadece HÜDA PAR’ın sunduğu deliller üzerinden yürümüş(!). Bu günkü dava ise devletin bir türlü resmiyete koymadığı delilleri de esas almış gibi. Durum her ne olursa olsun; adalete güvenin tesisi için o gün, oralarda devleti temsil edenlerin ihmalleri, tutum ve tavırları; alana inmemeleri de ayrıca soruşturulmalıdır. Devlet, o gün alana inseydi, bu kadar masum cana kıyılmazdı.
Gün bu gündür ve ders çıkarma vaktidir. Ortada “görevi kötüye kullanma, suiistimal ve görevde ihmal var; suç var, suçlu var; bu suça azmettirenler de var.
“Adaletin tecellisi” imkânsız gibi görünse de yapılacak yargılama; “yıllar sonra; bir siyasi hesap ve görülen lüzum üzere..” yapılmamalıdır. Yanlışlar; “Bölgedeki her hesabın -resmen ifade edilmese de- Kürt ve Kürdistan kavramlarına olan kadim(!) hassasiyet üzerine inşa edildiğine” inanan bir sessiz kitleye hizmet eder. Zannımca, bunun da gözetilmesi şarttır.
ADALET; Haçlı savaşlarının, Moğol istilalarının sarmadığı, Milli mücadeleyle pekişen ama bidayetindeki ret ve inkârların sarmaya çalıştığı Bin yıllık kadim kardeşliğin pekiştirdiği “duygusal bağlar” zarar görmeden…
Haçlı istihbaratların her malzemeyi devşirdiği Ortadoğu’da kadim gerçekleri yeniden keşfetmeye çalışmak; israftır, akla ziyandır ayrıca “Ayıptır, yazıktır, günahtır, cinayettir…”(S.Rıza). Wesselam.
HİSSE: 1-Macron; “İslam, bu gün dünyanın her yerinde krizde..” derken; “mahkum olduğu halde, kendi kıt kaynaklarını emperyalistlerden alacağını; yerli işbirlikçileri kovacağını…” konuşabilen İslam Nuru’ndan olan korkusundan bahsediyor; bize rağmen!
2-Çocukluğunu; Ninja Kaplumbağa ile geçirenler neyse de Pamuk Prenses ile geçirenler; “beyaz atına binmiş, prensesini bekleyip evlenemeyen(!?) -er ve- kızlar türetti.
3- 39 ülke; imzaladığı ortak bildiriyle; Çin’in Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerine yaptığı zulmü, inanca baskıyı” BM’ye şikâyet etti. Bosna ve Arnavutluk dışında, başka bir Müslüman ülkenin imzası yok. Türkiye; “Çin’in toprak bütünlüğüne saygılıyız.” Demiş(!?) Devlet ve Bahçeli’nin milliyetçiliği… Ne diyelim? Sadece dört milyar $’ın gücü işte…