Evet, adım adım sömürge bir ülke haline geliyoruz. Sömürünün çeşitleri ve de boyutları vardır. Sömürgeyi sadece fiili işgal şeklinde anlamak yanlış olduğu gibi işgali de sadece askeri anlamda anlamak yanlıştır. Önce zihinsel, sonra kültürel ve iktisadi sömürü vaki olmakta ve belki en sonunda daha yeni içtimai ve sistemsel sömürge durumu oluşmaktadır. Çoğumuz belki farkında değiliz. Ancak Bu noktada Türkiye, adım adım bir sömürge ülkesi olma yolunda ilerlemektedir. Gelinen nokta itibarıyla bu sürecin önüne geçebilmek için gerekli tedbirleri alma mecalimiz kalmamıştır. Gerekli tedbirleri alma gibi bir endişemiz de yok gibi. Zira toplumsal ve kurumsal manada çok hızlı bir değişim ve dönüşüm yaşıyoruz.
Zihinsel sömürü önemli ölçüde tamamlandı. Kültürel ve iktisadi sömürü de çok hızlı bir şekilde ilerlemektedir. Yüz yıldan beri bu toplumun kadim kültürü, inancı ve değerleri üzerinde sistematik bir çalışma yürütülmektedir. Batının değerleri ile değiştirilmek istenen kendi değerlerimiz üzerinde çok ağır tahribatlar oluştu. Ak Parti iktidarında bu sürecin durdurulması ve tahribatların onarılması umudu doğmuş ise de gelinen noktada bu süreçte kültürel işgal sürecinin önceki dönemlere göre çok daha hızlı ilerlediği görüldü.
Bu coğrafyanın yüz yıldan beri kültür emperyalizmine karşı bu güne kadar ortaya koyduğu direniş hakikaten çok değerlidir. Bu direnişin iki tane başat kalesi vardır; Cemaatler, tarikatlar ve dergahlar gibi topluma güç, kuvvet, direniş ve maneviyat pompalayan dini müesseseler ve bir de aile kurumu. Yüzyıllardan beri batının bütün kulvarlarda yaptığı bütün saldırı ve salvolarına karşı bu iki direniş kalesi, bizleri dimdik ayakta tuttu. 15 Temmuz darbe girişimi, ülkeyi ele geçirme noktasında belki başarılı olmadı. Ancak sonrasında FETÖ ile mücadelede yaşanan evrilme, tarikat, cemaat ve mütedeyyin yapıların hedefe konulması, itibarsızlaştırılması, gayrı milli oldukları yönünde oluşturmaya çalışılan algı, bu direniş kalelerini ciddi anlamda sarsmıştır.
Öte taraftan aile kurumu ve genel ahlak üzerinde artık alenileşen sistematik operasyonun neticeleri ortaya çıkmaya başladı. Boşanma oranları, evlilik oranlarını geçti geçecek. İnancımız ve temel değerlerimiz nezdinde merdut olan cinsi sapıklık ve arsızlıklar, aynı şekilde sistematik bir şekilde, devlet ve hükümet nezdinde oluşturulan yasal güvenceler doğrultusunda sıradanlaştırıldı. Bunlar, baş döndürücü bir hızla toplumun kılcal damarlarına kadar yayılmaktadır.
Bu nedenledir ki İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı yasa, nafaka düzenlemesi gibi musibet düzenlemelere karşı toplumsal konsensüse dönüşen tepkilere rağmen hükumet kılını kıpırdatmamaktadır. Bu düzenlemelerin uluslararası bir koruma altında oldukları ve hükumetin bunları değiştirme güç ve iradesine sahip olmadığı dillendirilmeye başladı.
Türkiye ekonomisi, uluslararası düzlemde "Küresel Sermaye"nin bu denli hakim olduğu nadir ülkelerden biridir. İMF'ye borçlu olmadığımız kimseyi aldatmasın. İç ve dış borç, İMF'ye mahkum olduğumuz dönemlerin kat kat üzerindedir. Ekonomi, neredeyse tamamen dışa bağımlı hale gelmiştir. Yerli üretim bitmiş, sanayi çökmüştür. Ülke bürokrasisinde yaşanan tasfiye, iş dünyasında da aynı şekilde devam etmektedir. Birçok firma ve şirkete iş karşılıkları verilmemekte, geciktirilmekte ve çökmeleri sağlanmaktadır. Öte taraftan birçok şaibeli firma ve şirkete de bu ekonomik krize rağmen büyük kolaylıklar sağlanarak devasa krediler ve bürokratik kolaylıklar sağlanmaktadır.
İktidar partisi, siyasi, sosyal, kültürel ve iktisadi açılardan ortaya bir "model" koyamadığı ve günübirlik bir yönetim anlayışı benimsediği için gelinen noktada bu büyük projelerin taşeronları ile uyumlu olmak zorunda kalmış, devlet mekanizmasını da bu taşeronların istek ve ihtiyaçlarına göre dizayn etmiştir. İlginçtir ki herkes gidişattan şikâyetçidir. Ancak kimsenin de müdahale etmeye gücü kalmamıştır.