Her yerde feryat... Her yerde figan… Her yerde kan… Her yerde tecavüz… Her yerde tehcir… Her yerde vahşet… Vahşetin bini bir para… Ne yazık ki, bu vahşetler yeni de değil. On, yirmi, elli veya yüz değil, belki de yüz elli yıldır Müslümanlara yönelik sistematik bir zulüm var.
Tarihte de muvahhit insanlara zulümler yapılmıştır. Ama bugün bu zulümler sadece bir cenahtan gelmiyor. Müslümanlar olarak birbirimize yaptığımız zulümler de az değil. Ki bu, üzerinde düşünmemiz gereken bir durumdur.
İnsanlık tarihine baktığımızda, adaleti gözetmenin izzet ve zulmetmenin de zillet olarak insana döndüğünü görürüz. Müslümanlar olarak tarihimizde her ne kadar kanlı ve karanlık sayfalar olsa da, izzet dolu ve aydınlık sayfalar da az değil. Tarihimizden çıkardığımız diğer bir sonuç da, inancımızı yaşadığımız oranda izzet sahibi olduğumuz ve dolayısıyla barış, güven ve refah içinde yaşadığımız, inancımızın hilafına yaşadığımız zamanlarda da zillete duçar olduğumuzdur.
Bunun en son örneği de kimi yanlış ve eksiklikleriyle birlikte Osmanlı Devleti'dir. Gerileme süreciyle birlikte Müslümanlara yönelik zulümler de artmış ve Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna gelindiğinde etkisini bugün dahi hissettiğimiz kayıplarımız olmuştur: 5 milyon şehit, bir o kadar muhacir ve bir de yitirilen topraklar…
Savaş bitti ve yeni devletler kuruldu, ama buna karşılık zulümler çeşitlenerek devam etti. En düşündürücü ve dahi incitici olanı da, kimi zalimlerin kendilerini her fırsatta Müslüman olarak tanımlamaktan da geri durmamalarıdır.
Bugünkü halimiz ortada…
Hükümetlerimizin, krallarımızın, başkanlarımızın, emirlerimizin, âlimlerimizin, aydınlarımızın, partilerimizin ve cemaatlerimizin ezici çoğunluğu izzet dolu bir duruş sergile yemedikleri içindir ki, ümmet olarak zillet içindeyiz!
Benim gibi ömrü yarım asrı aşanlar olarak şöyle bir geriye gidelim ve aklımızın yettiği andan itibaren günümüze yaşadıklarımızı, duyduklarımızı ve okuduklarımızı bir hatırlayalım.
Türkiye'den İran'a, Mısır'dan, Suudi Arabistan'a, Ürdün'e, Suriye'ye, Irak'a ve halkları Müslüman olan diğer ülkelere kadar Müslümanlara yönelik olarak gerçekleştirilen kıyımlar, tecavüzler ve zulümler onlarca ciltlik kitaplara bile sığmaz.
Zaman zaman Müslümanlar azınlık olarak yaşadıkları ülkelerde büyük zulümlere maruz kaldıkları gibi, bazen de doğrudan işgallere maruz kalıyorlar.
İşgalci israil'in her gün işgal alanını kanlı bir şekilde genişletmesi ve Filistin'i dünyanın en büyük açık hava hapishanesine dönüştürmüş olması, Rusların 1979'da Afganistan'ıişgalleri, ABD'nin Afganistan, Irak vd. ülkeleri işgal etmesi ve bu esnada milyonlarca Müslümanı katletmesi, bizim bu elli küsurluk ömrümüzde şahit olduğumuz vahşetlerden birkaçıdır.
Myanmar'da Müslümanlar evleriyle birlikte yakılırken ve kalanlar yollara dökülürken, Siyonist akıldan esinlenmiş olmalı ki, Çin Halk Cumhuriyeti milyonlarca UygurTürküne tarihin şahit olmadığı zulümleri reva görmektedir. Çin askerleri, kamplara doldurdukları milyonlarca Uygur kardeşimizin iffet, hayâ, namus ve izzetlerini çiğnemektedir. Buralarda sistematik olarak uyguladıkları fiziki, psikolojik ve diğer baskılarla bu kardeşlerimizi dinlerinden, dillerinden ve değerlerinden soyutlamaya çalışıyorlar ve direnenleri de şehit ediyorlar.
Bir zamanlar Ceyhun'dan Nil'e ve Adriyatik'ten Çin'e kadar adımız adaletle; güzellikle iyilikle anılırken neden bugün bu haldeyiz? Neden Allah'ın Aziz sıfatına layık bir hayattan uzağız? Dünya nüfusunun dörtte birini biz Müslümanlar oluşturduğumuz halde, Allah'ın Aziz sıfatını kuşanan ve O'nun rızasını devletinin, milliyetinin ve mezhebinin fevkinde gören kaç liderimiz, âlimimiz ve aydınımız var? Bu nasıl bir Müslümanlık ki, ne olmasında ve ne de olmamasında hiçbir dahlimizin bulunmadığı renk, milliyet ve lisan gibi fıtri farklılıklarımızı bile birbirimize zulmetmenin ve birbirimize karşı üstünlük taslamanın aracına dönüştürebiliyoruz?
Bu zilletten kurtulmanın yolu elbette ki var. Yeter ki, yeniden iman edelim. Yeter ki, Allah'ın ve Resulünün razı olduğu ümmet olalım ve yeter ki, sadece ve sadece Allah'ın boyası ile boyanalım.