“Ey Muhammed, af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (A'raf süresi, 199) Yüce Allah (c.c) ayet-i Kerime'de üç şeyi vurgulamaktadır: Affedici olmak, Ma'rufu emretmek, cahillerden yüz çevirmek…
Kur'an-ı Kerime göre, bir kötülüğün karşılığı ona denk bir cezadır. Hiçbir suçlu suçunun karşılığı olan cezadan daha fazlasıyla cezalandırılamaz. Çünkü bu bir zulüm olur. Buna rağmen haksızlığa uğrayan taraf suçluyu bağışladığı takdirde, o kişinin mükâfatını Allah verir. Zira bağışlayan kişi kendisi yararına bir ihsanda bulunmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v)'in hayatına baktığımız zaman, kendisine yapılan haksızlıkları nasıl bağışladığı açıkça görülmektedir.
Peygamberimiz (s.a.v) bağışlayıcı bir ahlaka sahipti. Taif'ten üzüntü içinde dönerken kendisine Cebrail (as) gelerek: “Ey Muhammed, Allah, kavminin seninle ilgili söylediklerini işitti. Allah, sana, şu meleğini gönderdi, emrine verdi. Kavmin hakkında ne dilersen ona emredebilirsin.” dedi. Bunun üzerine melek Peygamberimiz (s.a.v)'e selam verdi. Sonra: “Ey Muhammed, Cebrail (as)'in söyledikleri gerçektir. Sen ne istersen emrine hazırım. Şu iki dağın onların üzerine çökerek birbirine kavuşmasını ve onları yerle bir etmesini istersen hemen emret.” dedi. Peygamberimiz (s.a.v) cevap verdi: “Hayır, hayır, onu istemem. İstediğim odur ki Allah bunların soyundan, yalnız Allah'a ibadet eden ve Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil yaratsın.” dedi.
Onların bunca zulüm ve işkencelerine karşı bu affediciliği ve hoşgörüyü Peygamberimizden başka kim gösterebilirdi? Hiç şüphe yok ki bu hoşgörüyü ancak Peygamberimiz (s.a.v) gösterebilirdi. Çünkü O, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş, cezalandırmak için gönderilmemişti. Allah Resulünün hayatı bizim için en güzel örnektir. En güzel örneklerinden bir kesit de şöyledir.
Peygamber Efendimizin amcası büyük kahraman Hz. Hamza (r.a.)'nın katili Vahşi, bir süre kabileler arasında gizlendi. Fakat kendisi gidecek bir yer bulamıyordu. Sonunda biri kendisine, ‘sen kendin için en güvenli yeri ancak O'nun yanında bulabilirsin; git, Resulullah'tan af dile” dedi.
Vahşi, Resulullah'ın huzuruna girdi. Peygamberimiz (s.a.v.) Vahşiyi görünce başını yere eğdi ve gözyaşlarını tutamadı. Ona bakamıyordu. O anda şehit amcası Hz Hamza'yı hatırlamıştı. Amcasının katili karşısındaydı. Ona aynı karşılığı verebilirdi. Fakat O yine büyüklük göstererek Vahşiyi affetti. Ona bir daha gözüne görünmemesini söyledi. Çünkü onu her gördükçe gözünün önüne amcası Hz. Hazma (r.a.) geliyor ve çok üzülüyordu. İşte böyle işlenen büyük günahlara rağmen Allah ve Resulü nasıl affediciyse bizler de insanlar arasındaki ilişkilerimizde affedici ve hoşgörülü olmalıyız.
Ragıp el-İsfahani; affın verdiği mutluluğa, cezalandırma yoluyla hiçbir zaman erişilemeyeceğini, bu faziletin insana toplum içinde saygınlık ve sevgi kazandıracağını ve bunun için de affı tercih etmenin saygıdeğer bir davranış olduğunu ifade etmektedir.
Sonuç olarak; Allah'ın rahmetinin genişliği yanında azabı da çetindir. Bundan dolayı bizler Allah (c.c.)'ın rahmetinden asla ümit kesmemeli bununla beraber rahmetine güvenip de günahlara dalmamalıyız.
Bizlerin, insanlara karşı af edici ve merhamet gösterici olmamız, O'nun affına layık olmamızın gerekçesi olabilir... Selam ve dua ile…