Ders almanın ve dersler çıkarmanın zaman ve mekân bakımından sınırı yoktur. Yaşanmış her olay ve gerçekleştirilmiş her eylem kendi çapında iyi veya kötü etkiler ve izler bırakır. Şahit olduğumuz veya bizzat yaşadığımız olayların ise ayrıca bir anlamı var. Ancak gerek önceki olaylardan ve gerekse yaşadıklarımızdan ne kadar yararlandığımız ve ne gibi dersler çıkardığımız her birimiz için birbirinden farklı olabilir.
Afganistan'ı her ne kadar uzun süredir gündemimizden çıkarmış olsak bile, Sovyetler Birliği'nin işgalinden günümüze kadar yaşananlardan bize hem çok ve hem de büyük dersler var.
Burada sadece bir ikisi üzerinde kısaca durmak istiyorum. Bunlar; Afganlıların maruz kaldıkları zulümler ve bu zulümlere karşı verdikleri onurlu mücadelelere karşılık Allah tarafından kendilerine bahşedilen zafer nimeti, Afganlıların bu nimeti layıkıyla ve hakkıyla değerlendirmek yerine, ihtiraslarına ve cehaletlerine yenik düşerek onu tepmeleri…
Afganlıların 10 yıllık işgal boyunca yaşadıkları zulümler o kadar çok ki, ciltlere sığdırılamaz. Burada dikkat çekmek istediğim nokta, Rusların her türlü silahına rağmen Mücahitlerin Allah'ın yardımı ile muzaffer olmalarıdır. Ben de önceleri soyut olarak düşündüğüm Allah'ın yardımını ilk olarak 1987-88 yıllarında Afganistan'da bulunduğum esnada somut olarak şahit olmuştum.
Ancak Mücahitler bu nimete layık olmayınca; ihtiraslarını, cehaletlerini süfli emellerini hakkın, adaletin, ehliyetin ve liyakatin önüne geçirince, Allah da nimetini çekiverdi. İşte o gün bugündür içine duçar oldukları zilleti görüyoruz. Hala da bir ders almadıkları içindir ki, gittikçe daha zelil bir derekeye düşüyorlar.
Türkiye'ye baktığımızda ise, Müslümanlar belki de Afganlıların verdikleri zahmetlerin %10'unu çekmedikleri halde, Allah iktidar yaptı kendilerini. Ve öyle bir noktaya gelindi ki, musalli insanların neredeyse işgal etmedikleri bir makam kalmadı geriye. Vatandaşlarının çoğunun oruçlu olduklarına inat yiyip içen cumhurbaşkanlarının yerini namazını kılan ve vatandaşlarıyla birlikte camide saf tutan cumhurbaşkanları aldı.
Ama bu musalli Müslümanların kendilerine bahşedilen bu iktidar nimetini hakkıyla ve layıkıyla değerlendirmedikleri, toplumu ifsat eden ve dolayısıyla insanın fıtratına da aykırı olan birçok fiilin gerek gizli ve gerekse açık işlendiğini, tıpkı Afgan mücahitleri gibi, ulvi hedeflerin yerini ihtirasın ve süfli emellerin aldığını ve özellikle Müslümanların birbirilerine iyiliği emretmek ve yekdiğerini kötülüklerden sakındırmaya çalışmak gibi yükümlülüklerini ciddi bir şekilde ihmal ettiklerini görüyoruz.
Bugün söz sahibi olan şahsiyetlerin dün istedikleri ne idi? Zulmeden, öldüren ve ifsat eden devlet yerine adil olan, yaşatan ve ıslah eden bir devlet değil miydi?
Çalan, rüşvet alan ve hak gözetmeyen idarecilerin yerine, devletin-dolayısıyla milletin malını Hz. Ömerhassasiyetiyle koruyan, rüşvetçilere göz açtırmayan ve hak gözeten memurları ikame etmek değil miydi? Tayinlerde ehliyet ve liyakatten tutun da insanı insan yapan diğer birçok konuda hakkı ve adaleti egemen kılmak iddiasında değiller miydi?
İşte devlet de ellerinde, güç de, iktidar da… Elbette ki, kendilerinden olağanüstü icraatlar beklemek hakça olmaz. Ama ellerindeki güç ve imkânlarla yapabilecekleri o kadar iyi ve güzel şeyler var ki! Yeter ki, dün Allah'a verdikleri söze bugün de sadık kalsınlar!
Fakat görünen o ki, o sözü unutanların sayısı az değil. Zaten bu nedenledir ki, iktidardan şu veya bu şekilde nemalandıkları için dilsiz şeytanlar olmayı yeğleyenlerin dışındaki insanlar artık her geçen gün idarecileri daha yüksek bir sesle uyarma görevlerini yoğunlaştırmış durumdalar. İyi işlerinde yanlarında olmak ne kadar insani-dini bir yükümlülük ise, kötü işler yaptıklarında veya yapmaya yeltendiklerinde de karşı koymak ve onları hikmet ve güzel söz ile uyarmak da yine insani-dini bir yükümlülüktür!
İdare edenler ile idare edilenler karşılıklı olarak yükümlülüklerini yerine getirmedikleri zaman zillete ve türlü musibetlere duçar olmaları da yine Allah'ın sünnetlerindendir.
Nasıl ki bugün yaşadıklarımız şimdiye kadarki tercihlerimizin bir eseri ise, bundan sonra yaşayacaklarımız da yapacağımız tercihlerin eseri olacaktır.