Bu yazımı iki yıl önce yayınlamış idim, ancak güncel olmasına binaen bir daha yayınlanmasında fayda mülahaza ediyorum.
1980-1988 yılları arasında süren İran-Irak savaşı esnasında, Halepçe Kürtleri Saddam'a katılmayarak savaştan çekimser kaldı. Özellikle Halepçe bölgesi, İran'la sınırdaş olduğundan İran İslam İnkılabının ümmetsel görüşünü benimsiyor ve destekliyordu. Dolayısıyla İran da Halepçe Kürtlerini destekliyor ve silah yardımı yapıyordu. O sırada (kimyasal Ali lakabıyla tanınan) kuzey ırak birliklerinin komutanı Ali Hasan el-Mecid, şehre kimyasal silahlarla saldırılmasını emretti. Kullanılan bu silahlar arasında hardal gazı, sârin gazı, tabun gazı gibi birçok sinir gazı ve hidrojen siyenit bulunmaktadır ki, uluslararası hukuk mahkemelerince de bu silahların kullanılması yasaklanmıştır.
Ne var ki, Irak Birlikleri hiç çekinmeden Halepçe şehrinde bu silahları kullanarak büyük bir katliama imza attı. Bu güne kadar onarca yıl geçmesine rağmen Halepçe katliamı, hala muammalarla dolu belirsizliğini korumaktadır. Bu insanların suçu neydi? Çoğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan bu savunmasız insanların ne cezaları vardı ki, böyle acımasızca katledildiler ve kimyasal gazlara boğduruldular? Bu güne kadar uluslararası hukuk mahkemelerinde bunun nedenleri araştırılmadı, katliamın asıl failleri, aktörleri ortaya çıkarılmadı ve yargılanmadı.
Bu katliamın asıl koordinatörü ve birinci dereceden sorumlusu olarak bilinen Saddam Hüseyin, 148 Şii'nin ölümünden yargılandı ve idam da edildi, ama nedense 5000 Halepçe'li Kürdün katliamından tek bir soru sorulmadan apar topar idam edilerek ortadan kaldırıldı.
O gün Amerikan güdümlü Irak Yerel Mahkemelerinin bu el çabukluğu, akıllarda birçok soru işaretini bırakmaya neden olmuştur. Uluslararası hukuk mahkemelerince insanlık suçu sayılan kimyasal silahlarla çoğu kadın ve çocuk 5000 Kürd'ün katliamından sorumlu Saddam'ın alelacele yargılanıp asılmasında bu katliamda kullanılan kimyasal silahların ABD ve İngiltere tarafından sağlanmış olması olasılığını akıllara getirmiştir. Anlaşılan şu ki, Saddam'a bu meseleleri açıklama fırsatı tanınmadan alelacele temizlenmiş ve kendi pisliklerinin de üstü kapattırılmıştır.
Burada bu silahı kullananlar ne kadar sorumlu, ne kadar insanlık suçu işlemişlerse, bu silahları üretenler, temin edenler ve Saddam gibi despot bir ruh hastasına satanlar da insanlık açısından o kadar sorumlu ve o kadar insanlık suçu işlemişlerdir. Ama gel gör ki, onlar her zaman suçsuz, sicilleri tertemiz, hatta bazen kurtarıcı görünürler. Suçlular ise, Saddam gibi geçici bir süreliğine maşa olarak kullanılanlar... İşi bitince de sigara izmariti gibi yere atılıp üzerine ayak basılır.
Halepçe katliamında ölü sayısı hala kesin olarak bilinmemektedir. Fakat 5.000 civarında olduğu tahmin ediliyor. Alışık olduğu üzere batı dünyası saldırıyı pek umursamadı. Halepçe halkı savaş kurbanı siviller olarak görüldü. ABD ise henüz Saddam'la işi bitmediğinden ilk önce saldırıdan İran'ı sorumlu tuttu. Fakat İran-Irak savaşı bittikten sonra, ilginç bir şekilde oklar Saddam'a doğrulmaya başlandı. Ne de olsa artık Saddam'a ihtiyaçları kalmamıştı.
Bütün bunlardan sonra şu sonuca varıyoruz: Yüzde yüz Müslüman Kürtlerden oluşan Halepçe halkının, iki suçu vardı. Birincisi: bir zamanlar haçlılara kan kusturan Selahaddin'i Eyyubi'nin torunları, yani Kürt olmalarıydı. Ki Batılılar bununla haçlıların intikamını almışlardır. Diğeri de Saddam'la birlikte İran'a karşı savaşa katılmamalarıydı. Yani Müslümanın Müslümana karşı savaşma fitnesinden uzak durmaları, Saddam gibi batılıların kirli emellerine alet olmamalarıydı.
Bugün dahi kimin Halepçe'ye saldırdığı kesin olarak bilinmemektedir. Acaba Halepçe'ye saldıran gerçekten Irak mıydı yoksa doğrudan ABD miydi? Ancak ortada bilinen bir gerçek vardır ki, doğrudan olmazsa bile dolaylı olarak ABD veya İngilizler olduğu kesindir. Aslında bu Silahların altında kimin imzası varsa asıl suçlular onlardır.
ABD yakın tarihin içine öyle bir etti ki, paranoyak olmamak elde değil. Nereye girmişse oraya terör, fitne, fesat, anarşi, kargaşadan başka bir şey götürmemiştir. Terk edip giderken de geride yıkım, kan ve gözyaşından başka bir şey bırakmamıştır. Geldiğinde hep güzel sloganlarla; demokrasi, insan hakları gibi vaatlerle gelmiş; ancak icraatları tam tersini göstermiştir. Onun literatüründe mantık ters işliyor ve kavramlar aksiyle anlam buluyor.
Hâsılı Halepçe'yle ilgili söylenecek çok şey var; ama son sözümüz Üstad Bediüzzaman'ın tabiriyle: “zalimler için yaşasın cehennem” deyip zalimleri Allah'a havale diyoruz. Allah mazlumun ahıyla zalimi mutlaka yakar. Bazen bir zalimin eliyle diğer bir zalimi bertaraf eder. Beşşar Esed'in akıbeti de Saddam'ınki gibi olacağa benziyor. Rabbim onu yakın etsin!