Müslümanların mücadele ettiği kesimler çoğu zaman ahlakdışı yöntemlere başvurmaktadırlar. Savaş meydanında asker-sivil ayırımı yapmadan kadın ve çocukları öldürmek, hedefledikleri bir şahsın öldürülmesi için onunla beraber onlarca masumu öldürmekten çekinmemek, hedef gözetmeksizin şehirleri bombalamak, bu yöntemlerden bazılarıdır. Savaş meydanı dışında ise iftira atmak, yalan söylemek, gizli kameralarla elde ettikleri mahrem görüntülerle şantajda bulunmak, dini değerleri istismar etmek, hareketleri ve liderleri hakkındaki propagandalarını yalan üzerine kurup onlar hakkında abartılı sevgi gösterilerinde ve övgülerde bulunmak ilk akla gelen bazı yöntemlerdir.
Müslümanlar, rakiplerinin bu ahlak sınırlarını tanımayan mücadele yöntemlerine bakarak şöyle düşünebilmektedirler: “Bizim ahlaki sınırlar içerisinde kalarak onlarla mücadele etmemiz mümkün değildir. Rakiplerimiz hedefledikleri bir şahsı vurmak için tüm mahalleyi yok etmekten çekinmeyecekler, bizler ise kılı kırk yararak bir şahsın suçlu olduğunu tespit edeceğiz ve sonra da onunla beraber hiçbir masum ölmesin diye planlarımızın çoğunu iptal edeceğiz.
Ya da onlar bize her türlü iftirayı atacak, evlerimize gizli kameralar yerleştirecekler, doğru ve yalan diye bakmaksızın hareketlerini ve liderlerini övecekler, biz ise hep hakkaniyetle davranacağız. Bu şekilde onlarla mücadele edilebilir mi? Onlara karşı başarıya ulaşmak için aynı yöntemleri kullanmaya mecburuz.”
Müslümanlar, zaman zaman böyle düşüncelerin iğvasına kapılsalar da şüphesiz işin doğrusu böyle değildir. Bir Müslümanı, mücadele ettiği kâfir, laik veya fasıklardan ayıran en önemli farklardan biri ahlaki ilkelerdir.
Müslümanlar akideleri uğruna mücadele ettikleri gibi ahlaki ilkeler için de mücadele etmektedirler. Eğer ahlaki ilkeler çiğnenirse her iki taraf birbirine benzer ve mücadelenin de bir manası kalmaz.
Müslümanları yukarıdaki düşünceye sevk eden en önemli etken, başarının yanlış tanımlanmasıdır. Bir Müslüman için en büyük başarı - öncülerimizin ifade ettiği gibi - Allah Teâlâ’nın razı olduğu doğru bir istikamet üzere bulunmaktır. Hak yoldan saparak ulaşılacak bir başarının ise hiçbir kıymeti yoktur. Dolayısıyla Müslümanların alametifarikası olan ahlak ilkeleri çiğnenerek bir başarıya ulaşılsa bile buna uhrevi açıdan başarı denemez.
“Amaca ulaşıncaya kadar bu yöntemleri kullanmak zorundayız. Ama uğruna mücadele ettiğimiz İslam yönetimini kurduktan sonra her türlü ahlaki ilkeye titizlikle riayet edeceğiz” düşüncesi de aldatıcı bir düşüncedir. Çünkü birileriyle mücadele ve sıkıntılı şartlar hiçbir zaman bitmez. Dolayısıyla bir İslam devleti kurulsa bile ahlaki ilkeler ileride uygulanmak üzere tekrar ertelenir. Hem her sıkıştığında ahlaktan taviz vermeye alışanların, herhangi bir merhaleden sonra, hemen bundan vazgeçmeleri hiç kolay olmayacaktır.
Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda Allah Teâlâ’nın anlaşmalı bir kavmin ihanetinden çekinilse bile onlara ihanet edilmesine izin vermediğini görürüz. Böyle bir durumda yapılması gereken anlaşmanın bozulduğu kendilerine iletilerek, eşit şartlarda mücadeleye devam etmektir.
“Eğer bir kavmin, sözleşmeye aykırı bir hainlik yapmasından korkarsan, savaştan önce aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu kendilerine bildir. Çünkü Allah hainleri sevmez.” (Enfal 58)
Ayeti kerimelerin yönlendirmesiyle Allah Resulünün (sav) tavrı da bundan farklı olmamıştır. Bilindiği gibi Resulullah’ın (sav) hicreti, sahabelerin hicretinden sonradır. Sahabeler, Mekke’den ayrıldıkça müşrikler onların evlerini ve geride bıraktıkları mallarını talan ediyorlardı. Diğer taraftan müşriklerin ileri gelenlerinin değerli eşyaları da Resulullah’ta (sav) emanet olarak bulunuyordu. Eğer aynı yöntemi kullanmak caiz olsaydı, Resulullah (sav) da onların mallarını iade etmeyebilirdi. En azından Medine’ye götürüp evleri yağmalanarak zarar gören Müslümanlara dağıtabilirdi. Ama bunu yapmamış, onlar ne yaparsa yapsın, kendisi emanete ihanet etmemiş ve emanetleri yatağında yatan Hz. Ali (ra) vasıtasıyla sahiplerine dağıtmıştır.
Yine müşrikler, Hz. Hamza (ra) da dâhil, şehit ettikleri Müslümanların cesetlerini tahrip edip kulak ve burunlarını kestikleri halde Resulullah (sav), Müslümanları aynısını yapmaktan kesinlikle men etmiştir.
Bugün Müslümanların önemli sorunlarından biri mücadele ettikleri kesimlerin gayri İslami yöntemlerini taklit etmeleridir. Müslümanları buna sevk eden sebep, ahlaki yöntemlerle böyle ahlakdışı saldırılarla mücadele edilemeyeceği düşüncesidir. Ancak yukarıdaki örneklerin de gösterdiği gibi mücadele edilen kesimler, ne kadar ahlakdışı yöntemlere başvururlarsa vursunlar, Müslümanlara düşen ahlaki ilkelere titizlikle riayettir. Çünkü her iki kesimi birbirinden ayıran fark, inançla beraber bu ilkelerdir.