“Afyonkarahisar'da bir süredir ayrı yaşadığı eşi ile boşanma aşamasına gelen bir şahıs, kayınpederini ve eşini av tüfeği ile vurarak öldürdü.”
“İstanbul'da boşanma davası devam ederken eşini ve kayınbabasını bıçaklayarak öldüren damat elindeki bıçakla polise teslim oldu.”
“Hatay'da tartıştığı eşini, eşinin babasını annesini öldüren kişi ardından intihar etti. Öksüz ve yetim kalan çocuklarını ise yakınları sahiplendi.”
Bir iki gün önce verilen haberlerden sadece üç tanesi. Bir ay öncesinden listelense buna benzer onlarca aile faciası çıkacaktır.
Gasp, hırsızlık ve dolandırıcılık gibi adli vakalardaki artış da dehşet verici boyutlarda ancak aile ile ilgili olanlar etki alanı ve sonuçları bakımından tam bir felaket.
Seçilmiş, atanmış, kabul görmüş, gönül verilmiş, itibar edilmiş, etkili, yetkili kim varsa, Allah için, bu konudaki dert, endişe ve çabanızda yeterli olduğunuza emin misiniz diye sormadan edemiyoruz.
Bu meselenin çözümüne yönelik ciddi adımlar atılması için ,daha kaç tane böyle kahredici haber gerekiyor.
Evet hiç kimse hiçbir şey yapmıyor değil. Ancak konu ile ilgili bakanlığın, evvela politikalarında bir revizyona ihtiyacı var.
Sadece işin sosyoloji ve psikoloji gibi teknik ayağına değil, sivil topluma, kanaat çevrelerine ve bizzat her bireyin kendisine de düşen görevler öyle aktif edilmeli ki, bir yangında harekete geçen mekanizma ne ise, yuva küle dönmeden olayın gidişatına bakarak herkes vazifesini yerine getirmeli.
Peygamber Efendimiz'in(sav), Hz. Ebu Zer'e nasihat ederken söylediği şu söz her meselede olduğu gibi bu konuda da esas düstur olmalıdır. "Tedbir gibi akıl yoktur. Sakınmak gibi vera' yoktur. İyi huy gibi itibar vesilesi yoktur."(Beyhaki, Şuab-ül İman)
Mevdudi(rh), ‘Namazda neden tam bir manevi zevk alamıyoruz?' diye soran kişiye şu cevabı verir: “İslam dini, içerisinde, bir çok çark bulunan bir saat gibidir. Bu çarklardan birinin dişi kırılırsa, saat ya tekler, ya çalışmaz.” Tedbire, bu saat metaforunun zaviyesinden bakılmalı.
Çünkü Leonardo Da Vinci'nin dediği gibi; “Görmeyi öğrenin. Her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu fark edeceksiniz.”
Ticaret, Siyaset, Eğitim, Kültür, Sağlık, Adalet, Emniyet, Teknoloji, Tüketim, İnanç… Ve daha nice ip için, aile bir gergef gibidir. Bunun diyalektikle filan da alakası yoktur bu olsa olsa hikmettir.
Adaletin yara aldığı bir toplumda aile nasıl ıslah edilebilir? Eğitim'in şuur, bilinç, ahlak ve pratik yerine ansiklopedi formatında verildiği bir düzende boşanmalar ve bu türden acı sonuçlar nasıl azaltılabilir, önlenebilir?
Ve bir de meselenin ferd ferd hepimizin aynasında yansıyan tarafı var.
Hazret-i Ömer'in sürekli beraberinde olan Eslem(ra) şöyle anlatıyor: “Müminlerin emiri Ömer'i çok defa secdede, hıçkıra hıçkıra şöyle derken buluyordum: 'Allahım! Ümmet-i Muhammed'i, Resûlullah'ın ashabını benim günahlarımdan dolayı mahvetme. Yağmursuzluk benim günahlarım yüzündendir.'”
Şu mübarek ayda, bu ulvi ufuktan payımıza illa ki bir hisse düşmeli değil midir? Rabbimiz; “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.”(Rum 41). buyuruyor.
Dolayısıyla toplumda yanlış giden bir konuda benim hiçbir vebalim yok, benim yapıp yapmadıklarımla şu olayın ne alakası var türünden yaklaşımlar da çok gerçekçi değil.
Hani sürekli içki içip, küfrederek çevresini rahatsız ettiği için hapse atılan genci İmâm-ı Âzam Hazretleri kefaletini ödeyip özgürlüğüne kavuşturunca o genç gelir elini öper çokça özür diler ve tevbe ettiğini söyler.
Bunun üzerine İmam'ın ona söylediği şu söz ne kadar da ibretliktir; “Delikanlı; görüyorsun ya, seni gerçekten biz ziyân ettik! Sana ulaşma gayretini gösteremedik. Asıl sen bize hakkını helâl et!”
Elhasıl, gemi su alıyorsa herkesin yapacağı bir şeyler vardır. Yoksa battıktan sonra şunu bunu suçlamanın bir faydası olmayacaktır..