Son dönemlerin en çok tartışılan ve gündemi işgal eden konularının başında kadın, kadının toplumdaki karşılığının ne olduğu hususu bulunmaktadır. Toplumumuzun mayasını bozmaya çalışan odaklar yerli bazı odakları da yanlarına alarak kasıtlı bir şekilde kadını tartışmaların merkezinde tutmaktadırlar. Tartışmayı biz değil, onlar yönlendirdikleri için biz de onların değirmenine su taşıyor ve emellerine ulaşmalarını kolaylaştırıyoruz. Sağlıklı bir şekilde müdahil olsak ve muazzez İslam dininin ve İslam toplumunun kadın perspektifini ortaya koyup arkasında durabilseydik muhtemelen def-i mazarrat noktasında mesafe alırdık. Ancak bunu yapmıyoruz.
“… Onlar (eşleriniz) sizin için elbise, siz de onlar için elbisesiniz …” (Bakara, 187)
Bu ayeti kerimede Allah (cc), kadın ile erkeğin bir birine karşı konumunu ortaya koymuştur. İslam’ın kadın-erkek perspektifi de bu ayette özetlenmiştir. Eşler(kadın ve erkek) bir birinin elbisesidir. Elbise veya libas, insana en yakın, kendisi ile insan arasında hiçbir şey olmayan, insanın bütün zaaflarını, ayıplarını, ziynetlerini ve korunması, örtülmesi gereken diğer bütün şeylerini örten, koruyan şey demektir. Yani bir birini tamamlayan, destek olan, bir biri ile asla rekabet etmeyen, yarışmayan, bütünün ayrılmaz parçaları demektir. Eşler bir birinden ayrıldıkları, ferdi olarak yaşadıkları ve ayrı hayatlar kurdukları zaman onların eksiklerini, ayıplarını, zaaflarını örtecek, koruyacak, ona arka çıkacak yegane tamamlayıcısından da ayrılmış olduğunu anlıyoruz.
Bizim kadın-erkek münasebetleri noktasındaki anlayışımızda; ikisi arasında asla üstünlük/zayıflık perspektifi yoktur. İkisi arasında hayatın keşmekeşine karşı görev ve sorumlulukların paylaşımı vardır. Güç ve donanım özelliklerine göre sorumluluklarda adil-eşit değil- bir görev taksimi vardır. İkisi arasında üstünlük kıyasına gittiğinizde daha baştan ikisine de zulmetmiş olursunuz. Böyle bir kıyas ile yaklaşılması asla iyi niyetle değil, anarşi kastıyladır. Kadın, fıtri özellikleri ile anneliğe, mürebbiliğe, insan yetiştirmeye yatkındır. Bu nedenledir ki annelik/doğurganlık özelliği bayanda vardır. Erkeğe göre şefkat noktasında çok daha zengindir. Fiziksel yapısı ve hissiyatı ile erkekten farklı, daha masumane ve önyargısız düşünen, meselelere daha çok duygu boyutuyla yaklaşan bir yaratılıştadır. Dolayısıyla bu ifade edilen yönleri ile erkekten daha yüksek donanımlıdır. Bu nedenle hayatın acımasızlıklarına karşı tek başına karşı durabilmesi çok zordur. Bir kalkana, bir korucuya, bir refakatçiye muhtaçtır.
Erkek ise fiziki yapısı ve daha sorgulayıcı hissiyatı nedeniyle hayatın ağır ve güç gerektiren sorumluluklarını almaya daha yatkındır. Bu noktada doğal olarak kadından daha yüksek, daha dayanıklı bir donanıma sahiptir. İnsanlar arasında görev dağılımı yapıldığı zaman, doğru olan taksim şekli; insanların yeteneklerine, donanım ve birikimlerine, güç ve takatlerine ve ilgili oldukları işlere göre taksimat yapılmasıdır. İslam’ın öngördüğü toplumsal düzende taksimat buna göre yapılmıştır. Evin reisliği, geçimi, ağır iş gerektiren boyutları erkeğe tevdi edilmiş, şefkat, merhamet, yetiştirme, mürebbilik gerektiren boyutları, aile kurumunun iç dizaynı da kadına verilmiştir. Bu taksimat, adaletin en yüksek noktasıdır.
İslam’a göre kadının iş hayatına atılmasına, erkeğin yaptığı diğer bazı işleri yapmasına bir engel yoktur. Ancak kadının fıtri özelliklerini göz önünde tutan ilahi adalet, kadının iş hayatına atılmasına bazı şartlar getirmiştir. Kadının hem kendisini hem de toplumu fitneden koruyacak, kadının izzetini, onurunu, haysiyetini muhafaza edecek bu tedbirlere riayet edilmediği zaman kadına da topluma da zulmedilmiş olur. Islah edilmiş bir ortamda, söz konusu tehlike ve tehditlere tedbirler geliştirilmiş ortamlarda elbette kadının çalışmasında hiçbir engel yoktur.
Ancak günümüz dünyasında evin dışı diye tabir ettiğimiz iş sahası, sokak, çarşı, pazar ve benzeri dış dünya ıslah edilmiş bir dünya değildir. Kadının bu kamusal alana tedbirsiz bir şekilde çıkması, öncelikle kadın için büyük bir tehdittir. Zira bu günün dünya düzeninde kadının erkekten farklı olan boyutlarının hiç biri gözetilmemiştir. Kadını iş sahasına atmak, sokağa bırakmak isteyen anlayış, kadının fıtri dünya düzeninde üzerine düşen sorumlulukları unutmasını, eşini, çocuklarını ihmal etmesini, hatta terk etmesini dayatmaktadır. Evinde çocuklarının ve eşinin ihtiyaçları ile ilgilenmeyi, eşine yemek yapmayı kölelik gören, esaret prangası ile bir tutan zihniyet, örneğin bir kafede veya restoranda her gün elin erkeklerine hizmet etmesini, yemeğini önüne koymasını ve masasını temizlemesini ise özgürlük olarak lanse etmektedir.
Bugün bize dayatılmak istenen şey; aile kurumumuzun tamamen işlevsiz kalmasıdır. Bütün aidiyetlerin yok edilmesidir. Özgürlük veya eşitlik falan değil, belki köleliğin en uç noktasıdır. Allah Teâla, ilk insanın yaratılışından bugüne kadar kadın ve erkeği bir birine eş yaparak bir birinin koruyucusu, kalkanı, libası ve tüm mahremiyetlerinin muhafızı kılmış, korumaya almıştır. Ancak bugün bizim bütün mahremiyetlerimizi, aidiyetlerimizi, değerlerimizi bizden alarak kendileri gibi insanlıktan, erdemden, iffetten üryan bir şekle sokmak istiyorlar. Bu noktada farkındalık oluşturmak hepimizin vazifesidir.
İslam ümmetinin en büyük vazifesi bugün aile kurumunun korunmasıdır. Batının dayatmalarına verilebilecek en anlamlı karşılık budur.