Bu ülkedeki kimi (oda)kların, -dine düşmanlıklarından mütevellid- sık sık dile getirdikleri tespitlere göre, Diyanet Kurumunun bütçesi 10,5 milyar lira ve bu tutarla, 7 bakanlığı geçiyor. Hac konusundaki ayrıcalıklı konumu, çalışmalarındaki kalite, verimlilik vs gibi tartışmalar bir yana bırakılırsa, ülke bütçesinin yaklaşık seksende biri kadar bir bütçe, din hanesi için neden çok olsun?
Ancak ortada açık bir vahamet ve müzmin bir garabet var. Yargı, ordu ve bürokrasi vesayetinden kurtulma mücadelesinde, Diyanet, adeta hiç konuşmaması ve konuşulmaması gereken kategoride tutuluyor.
Diyanet; “piyango, iddia, loto, toto kumardır” diyor, devletin ilgili kurumları umursamıyor. “Faiz haramdır” diyor, yine konuyla ilgili merciler oralı olmuyor.
Yahu aile tartışılıyor. Kadının yeri, hakkı, korunması, nafakası, evlilik yaşı gibi en önemli konularda alakalı alakasız herkes ahkam kesiyor; ateistinden, narsistine, artistinden feministine ağzı olan konuşuyor. Diyanete ise tam bu noktada sanki şöyle deniliyor: “laik devletin medeni kanununu konuşuyoruz, sen sus, sen memurlarınla, hacla umreyle ilgilen, çağırınca dua oku, mevlit oku, arada fetva filan da ver ama formalite kıvamında olsun..”
Hâlbuki aile denildiğinde, evlilik, kadın, terbiye, huzur ve şiddete karşı mücadele denildiğinde en fazla kaâle alınması gerekenler, herhalde doktorlar, mühendisler, siyasetçiler, tüccarlar, yargıçlar, gazeteciler, sanatçılar vs. değil Kur'an, Hadis, Fıkıh, Tasavvuf, Ahlak gibi alanlarda mütehassıs kimseler olmalıydı.
Dinin ontolojik yapısı insan odaklı iken, insan üreten ailede Diyaneti ve sivil yahud resmi İslami otoriteleri, kuru bir vaaz aleti gibi düşünmek ne kadar da alafranga bir tutumdur!!
Geçtiğimiz yıl, ‘müftüler de nikah kıysın' denildiğinde, çok ses çıkaran boş tenekelere takılmadan bunun genişletilmesi gereken iyi bir adım olduğunu yazmıştık. Ama uygulama, maalesef sadece sembolik bir nikah kıyma ile kaldı. Oysa, aileyle ilgili her şeyde, aşama aşama müftülükleri yetkili kılacak bir düzenlemeye geçilmeliydi. “Ben aile hayatıma dini katmam” diyen için de, İsviçre ya da Hollanda gibi tercih edeceği bir hukuk sistemi önerilirdi.
Yoksa böyle giderse, Fransız jakoben laikliğinin en katı pratiğine bu memleketin aile saadeti kurban edilecek.
Aile dediğimiz yer/olgu; bir şirket değil, AVM değil, ATM değil, otel değil, deney laboratuvarı değil, ideolojilerin kendini ispatlama sahası değil, duruşma öncesi bekleme salonu değil, sadece hukuk kitaplarıyla dizayn edilen bir kafa konforu hiç değil.
Aile, evvela bir fedakârlık sahası, şefkat, merhamet, muhabbet, hürmet, hizmet, tevazu, müsamaha, muhasebe, musahabe, sekine, selamet, teselli, tezkiye, imtihan, şükür, sabır, nezaket, zarafet, iffet, ibadet gibi tamamen iman, ahlak ve maneviyat alanıdır. Peki bu tespiti görmezden gelerek kadına şiddeti durdurmak mümkün müdür? Asla. Bunun için kadına şiddetin korkunç boyutlarda olduğu batı ülkelerine göz atılabilir.
Kelli felli akademisyenler, sözde uzmanlar, öfke kontrolünden söz ediyorlar. Ama Peygamber Efendimiz 'in (sav) bu konudaki sünnetinden bir kelime bahsetmiyorlar. İslam'da, mesela kadının kocasına itaatiyle ilgili konuları kırk türlü tevil ediyorlar sonra da geçmiş tarihe iade ediyorlar. Kadını da erkeği de her türlü şiddet ve haksızlıktan korumanın öncelikli yolunun dini hassasiyetleri güçlendirmekten geçtiğini bildikleri halde göz ardı ediyorlar.
Tekrar belirtelim: Aile, nikahından, saadetine, ıslahından talakına varıncaya kadar tamamen dinin konusudur. Müsaade edin de bu meselede makbul ve muteber İslam Alimleri konuşsun. Onlara itibar edin, onları görevlendirin, onlara yönlendirin, onlarla istişare edin.