Hayır, CHP'nin o şarkısıyla işim olmaz. Mesele, Ak Parti'nin Oslo sürecinden başlamak üzere “Kara'yı” AK'laması, şimdilerde ise Kara'yı tarif ederken karşılaştığı zorluklar…
Çözüm sürecinin hararetli tartışmaları geride kalırken, şu günlerde tüm hararetler “Seçim süreci” üzerine yoğunlaşmış durumda.
Ak Parti'nin klasik seçim manevralarındandır, bir şekilde mağduriyet psikolojisi oluşturmak. Bu kez de aynı manevra işliyor. Ancak diğer seçim süreçlerinden farklı bir manevra çeşididir bu.
Bu kez mağduriyet manevrasında Ak Parti daha edilgen bir konumda. Maksat hasıl olunca zaten etken ya da edilgen olmanın ne önemi var ki?!
Rakipleri çok farklı dünyalara mensup. İdeolojik farklılıklar, aidiyet farklılıkları, gelecek tasavvurları birbirinden çok garip.
Mesela CHP ile MHP, MHP ile HDP, ya da “legal görünümlü illegal örgütleri de” katarsanız Gülen Örgütü ile HDP, CHP ile Gülen Örgütü vs, listeyi uzatmak mümkün.
Normalde aynı masada çay bile içemeyecek kadar birbirlerine yan bakan birçok unsur, Ak Parti düşmanlığı üzerine ilginç bir ittifak korosuna dönüşmüş durumda.
Aslına bakılırsa Ak Parti'nin parayla dahi elde edemeyeceği bir imkân, belki de “Üst aklın” çürük belirlemeleriyle yine Ak Parti'nin ayağına gelmiş bulunmakta. İttifak oluşturan kesimlere bakılırsa, toplum nezdindeki karşılıklarının iticiliğe tekabül etmesi, herhalde tüm farklılıklarına rağmen tek ortak noktalarını oluşturmaktadır. Oluşan tablo, “Böyle düşmana can kurban” türünden bir realiteye denk düşmektedir ki, bu durum Ak Parti için dünyevi nimetlerin en büyüklerinden olsa gerek.
Ancak şöyle bir gerçek de var. Düşük bir olasılık da olsa HDP'nin seçim barajını aşma ihtimali, dünya görüşlerindeki zıtlıklara rağmen Ak Parti düşmanları için başarı yarışına dönüşmüş durumda. CHP'sinden MHP'sine, Paralel'inden, Liberaline kadar birçok kesimin öncelikli beklentisinin HDP'nin barajı aşma arzusu üzerine kurulmuş olması, Ak Parti'nin de söylemlerinde HDP'yi birinci sıraya çıkarmasını beraberinde getirmiş durumdadır.
Amiyane tabirle “Türk faşistinin bile Kürd bölücüsüne” barajı atlatma noktasında sergilediği olağanüstü efor, bir yandan merkezdeki “Üst aklın” başarısı olsa da, bu durumun yine de Ak Parti'yi endişelendirdiği de görülmektedir.
Seçim sürecinin geleneksel cilvesi haline gelen her partinin kendi rakibini öldüresiye eleştirmesi gibi bir gelenek söz konusu olsa da, daha önceleri PKK geleneğinden gelen partilerin, siyasetin seviyesiyle alakası olmayan militanik çıkışlarını dahi dikkate almayan, hatta isim zikretmek yerine “O parti” gibi biraz da küçük düşürücü ifadelerle geçiştiren Ak Parti, son zamanlarda propagandasının önemli bir bölümünü HDP ve Demirtaş'ın açıklamalarına ayırmış durumdadır.
Bunun görünür sebebi, diğer rakiplerin de desteğiyle HDP'nin barajı aşmak suretiyle Ak Parti'nin vekil sayısını düşürme planıyla alakalıdır. Daha önceleri, PKK geleneğinden gelen partilerle aynı fotoğraf karesinde görünmek bile istemeyenlerin bu kez HDP'yi kendi nefislerine tercih edecek bir “imanla” ortaya çıkmaları söz konusudur. Üstelik bunu yaparlarken kendi tabanlarından bile bunu saklama ihtiyacı duymamaktadırlar. Kaldı ki tabanları da artık bu noktada o eski hassasiyetlerden arınmış görüntüsü vermektedirler. İşte bu durumun, Ak Parti'nin eleştirilerinde HDP'yi öncelemesine yol açtığı söylenebilir.
Peki, ne oldu da, PKK geleneğinden gelen bir partiyle iktidar partisi aleyhine artık çekinmeden yan yana duruş sergilenebilmektedir?
İşin sırrı aslında burada yatmaktadır. PKK ya da legal görünümlü kuruluşları söz konusu olunca “Bebek katili” sözüyle konuya girilir, bilmem kaç bin vatandaşımızın katili gibi sözlerle örgüt tanımlaması yapılmaya çalışılırdı. Derken Oslo ile başlayan bir süreç kamuoyunun önüne geldi. “Bebek katili” sözü tedavülden kaldırıldı, “kanlı örgüt” deyimi yumuşatılarak memleket yararına çalışan bir STK görüntüsüne doğru yol almaya başlandı.
“Bebek katili”sıfatı, önce “İmralı”, sonra “Sayın Öcalan”, daha sonra “Barışın mimarına” dönüştürüldü. Derken Ergenekon süreci başladı. Örgüt için çizilen kanlı imaj, yavaş yavaş dezenfekte edilmeye başlandı. PKK ile anılan tüm eylemler, köy katliamları, yol kesmeler, bombalı-mayınlı saldırılar, kurşuna dizmeler vs, tek tek Ergenekon'a kaydırıldı. Öyle bir noktaya gelindi ki, PKK tarihin en insancıl örgütü haline dönüştürüldü.
Bunu kim yaptı? Tabii ki hükümet ve hükümetin kontrolünde olan medya yaptı. Ergenekon bağlantısı ile ilişkilendirilen tasfiye listesindeki tüm aktörler ki çoğu PKK ile ortak çalışmış aynı cürümlere sahip aktörlerdi, kırk yıllık dehşet yükünün tek sorumluları haline getirilirken, PKK, yaptığı tüm katliamlardan yüzünün akıyla çıktı-çıkarıldı.
Temmuz-2011'de başlayan çatışma süreci, PKK'yi cilalama seanslarına ara vermeye sebep olsa da sonrasında başlayan “İmralı süreci”, aynı işlevi görmeye devam etti.
Ortaya çıkan sonuç şu idi: Herkesin “Kara” bildiği PKK, hükümetin olağanüstü çabalarıyla “AK'lanmış” bir vaziyete büründü. Hatta ilişkiler, muhabbetler o denli koyulaştı ki, artık “AKP-PKK ittifakı” gibi söylemler bile ciddi alıcılar bulmaya başlamıştı. Nitekim bugün görünürde hükümetin başına bela gibi görünen HDP projesi bile “AKP-PKK ittifakının” topluma armağan ettiği nurtopu misali bir evlat olarak anımsanmaya başlandı.
HDP projesinin iki tarafın izdivacıyla tevellüd ettiği gerçeği, iki tarafın sözcülerinin ikrarıyla da sabittir. Plana göre HDP projesi, etnik siyaseti genel siyasete dönüştürecekti. Dolayısıyla bu dönüşüm, “bölücülük” yerine Türkiye'liliği esas almak suretiyle normalleşmeye büyük katkılar sağlamış olacaktı. İttifak, siyasal izdivaç ve bu birlikteliği perçinleyecek olan nurtopu misali HDP projesi, aynı zamanda hükümet için “Hayırlı evlat” anlamına da gelmekteydi.
Çok değil, daha birkaç ay öncesine kadar bile siyasal izdivaç uğruna PKK'nin hiç ara vermeden yaptığı tüm taşkınlıklar, eylemler, sabotajlar, katliamlar, vandallıklar, zaman içinde “AK'lanan HDPKK'yi” suçlamaya bile yetmedi. Açıkçası hükümet, siyasal izdivaç uğruna yaramaz ortağının yaptığı her türlü taşkınlığı hoş görmekle kalmadı, kamuoyu tarafından bilinmesin diye medyatik perdelemenin her türlüsünü de uygulamayı esas aldı. PKK'nin taşkınlıklarını her kim dile getirdiyse “Eski Türkiye” özlemcisi yaftasını yedi, “Çözüm karşıtı” damgasını yemekten kurtulamadı.
Gelinen noktada HDP projesi, rakiplerinin oyuncak silahına dönüşünce, hele ki seçim sürecinde Ak Parti rakiplerinin “Truva Atı'na” dönüşünce hükümet daha yeni uyanıyormuş gibi yapmaya başladı. Bazı yerlerde PKK'nin hiçbir zaman ara vermediği seçime şiddet bulaştırma politikası kendilerine bulaşmaya başlanınca “Ana muhalefet” moduna geçerek isyan etmeye başladı.
Şu sıralar seçim çalışmaları kapsamında hangi Ak Partili yetkili ağzını açsa PKK'nin din düşmanlığından, çocukları dağa kaçırmasından, LGBTİ'ciliğinden, Beyaz Türküyle Kızıl Solcusuyla işbirliği yapmasından, seçmen iradesini ipotek altına almasından, siyasi rakiplerine saldırı düzenlemesinden, yol kesip haraç toplamasından bahsetmek suretiyle PKK'nin “Kara” çalan bir yapı olduğunu ispatlamaya çabalamaktadır. Ee tabi yıllardır bir yapıyı “AK'lamak” için olağanüstü çabalar sergileyip belli bir başarı da sağlarsan, bir anda “AK'ladığını” karalamada başarı sağlamak epey zor olsa gerek.
CHP'nin şarkısı ya da Ozan Arif'in türküsü gibi olmasın ama; Dün “Kara'ya AK dediniz”, Bugün “AK dediniz Kara çıktı.”
“Kara'yı AK'lamak” için yıllar sarfettiniz. Ne var ki kendi kendinize çelişmek pahasına da olsa yıllar sarfederek “AK'ladığınızı” bir çırpıda “Kara” göstermek neredeyse imkânsız gibi görünmektedir.