Ak Parti’nin açılımının, Adalet ve Kalkınma Partisi olduğunu herkes biliyor. İsimdeki “Kalkınma” işin maddi boyutunu temsil ederken, “Adalet” ise manevi kısmını oluşturmaktadır. Yani maddi ve manevi kalkınma anlamında kullanılan bir adlandırmadan bahsediyoruz.
Kalkınma açısından yapılanları inkâr adaletsizlik olur. İstanbul’dan Cizre’ye karayolu ile yapılacak bir yolculuk esnasında dahi, kalkınmışlığımızı her yönden görme fırsatını elde etmiş oluruz.
Adalet babından yapılanları da teslim etmemiz gerekiyor. Vesayetçi zihniyetin uygulamalarının birçoğunu fiili olarak kaldıran yine Ak Parti olmuştur. Üniversite kampüslerinin önünde toplanıp, içeriye giremeyen tesettürlü bayanlara eğitim hakkını, yasal olmazsa dahi fiili olarak bu hükümet tanıdı. Hem de kamuda tesettürlü çalışma serbestisini getirerek.
Ancak son zamanlarda yapılan bazı uygulamalar; “Acaba Ak Parti intihar etmek mi istiyor?” sorusunu sordurtuyor. Müsaadelerinizle Ak Parti’nin “A”sını zedeleyen bu icraatlardan bir kaçını burada zikretmek istiyorum.
Eski Türkiye’nin iş alımlarında mülakat/sözlü diye bir uygulaması vardı. Yazılı sınavlardan sonra mülakata alınan adayların, birkaç kişi karşısında terletildikten sonra sınavı kazanıp kazanmadıkları ilan edilirdi. Mülakatın; referans/torpil anlamına geldiği, hem sınav komisyon üyeleri hem de sınava giren adaylarca bilinirdi. Bu yüzden yazılı sınavda barajı geçenler, TBMM’nin kapısını aşındırırlardı. Çünkü torpilin merkezi orasıydı.
İş o kadar çığırından çıkmıştı ki, müteveffa Bülent Ecevit döneminde mülakat kaldırıldı ve yerine merkezi sınav getirildi. Böylece yapılan yazılı sınav sonucunda, en fazla puanı alanlar atanıyorlardı. FETÖ bir şekilde sınav sorularını çalıp, adamlarını işe yerleştirme şeklinde durumu istismar ettiyse de, gariban torpilsizler de işe girmeye başlamışlardı. Ancak 15 Temmuz sonrasında, FETÖ kadrolaşmasının önünü kesmek amacıyla tekrar getirilen mülakat, hali hazırda eski Türkiye adaletsizliklerine rahmet okutturacak tarzda icraatlara sebebiyet vermektedir.
Hakeza görevde yükselmelerde de aynı adaletsizlikleri duyuyoruz. Mülakatsız dönemde yazılı sınavı geçenler, puan sıralamasına göre atanırken; şu an referanssız, kimsesiz, dayısız görevde yükselmek, imkânsız hale gelmiş durumdadır.
Bilindiği üzere idarelerin icraatlarının geneli kanunîdir. Kanunsuz hiçbir icraatın yapılmaması esastır. Ancak kanunî olan her icraatın hukukî olduğunu söylemek mümkün değildir. Örneğin Türkiye’de cari Kat Mülkiyeti Kanunu’na göre; bir malik evinde oturmazsa dahi, apartmanın her tür giderine ortak olmuş oluyor. Demirbaşlara yapılan harcamalara katılması kanunî ve hukukî olan kat malikinin; bütün sene boyunca evinde oturmayarak kullanmadığı ortak elektrik, su ve doğalgaz harcamalarını karşılaması, kanunî olmakla birlikte hukukî değildir.
Buna benzer olarak, dün (19 Ağustos 2019) itibariyle görevlerinden alınan Diyarbakır, Mardin ve Van Belediye Başkanlarının yerlerine kayyım atanması kanunî olabilir ama hukukî değildir. Söz konusu kişiler aday olurken YSK bir sakınca görmemiş. Kazandıktan sonra mazbatalarını yine YSK teslim etmiş. Üstelik görevlerinden alınanların yerine Belediye Meclisine seçilmişlerden değil de atanmışlardan yetkililerin görevlendirilmesi, yine kanunî olsa dahi hukukî olmasa gerek.
Adalet en önemli şiarlarımızdandır. İslam’ın mülkün temeli olarak gördüğü adaletin vazgeçilmezimiz olması lazım. Düşmanına dahi adil davranmak, insani bir duruştur. Bunları dile getirmeyi Şehid Yasin Börü ile ilintileyerek eleştirenlere, Resulullah (sav)’in amcası Hamza’yı katlettikten sonra göğüs kafesini parçalayıp, ciğerini çiğneyenlere karşı duruşunu hatırlatırız.
Bütün bu söylediklerimiz ile maslahatı gözettiğimize Allah’ı şahit tutarız. FETÖ’den en acılı darbeleri alanlar olarak, şu an FETÖ’ye yapılan hukuksuzlukları dile getirmek ile PKK’nin hışmına uğramışlar olarak, hâlihazırda kayyım atamalarını eleştirmek, hep İslamî duruş ve endişelerden kaynaklanıyor.
Merhum Mehmet Yavuz bu duruşu yaptığı bir dua ile şöyle dile getirmişti: “Allah´ım! Bize öyle bir duruş ver ki, hiçbir düşmanımız kendisine haksızlık yapacağımız gibi bir kaygıya; hiçbir dostumuz kendisine iltimas geçeceğimiz gibi bir ümide kapılmasın.”
Bence bu duaya hep birlikte âmin demeliyiz.