Türkiye'de Atatürkçülük genel olarak Atatürk'ü de aşan bir anlam ve uygulamaya tekabül etmektedir. Atatürkçü geçinen çevrelerin devletin merkezinde kalarak uzun süre geçirdikleri tahakküm süreçleri kabaca “Vesayet dönemi” olarak adlandırılmak suretiyle sürekli eleştirilerin hedefi olagelmiştir.
Vesayet düzenbazlarının, devletteki ayrıcalıklı konumlarını korumak adına uyguladıkları baskı politikalarını Atatürk/çülük üzerinden meşrulaştırma yoluna gitmeleri, her dem eleştiri oklarının Atatürkçülüğe yönelmesini beraberinde getirmiştir. Uzun yıllar boyunca temel insan haklarının ihlalinden tutun da toplumsal katmanlar arasında uygulanan bariz ayırımcılık, ötekileştirme, red ve inkar gibi tüm uygulamalar, daima Atatürkçülüğe dayandırılan gerekçeler üzerine ikame edilmiştir. Doğal olarak bu durum, beraberinde Atatürkçüleri eleştiren bir toplumsal kültürün yeşermesine neden olmuştur. Keyfi uygulamalarını Atatürkçü kimlikleri üzerinden doğrudan Atatürk'ün şahsına bağlayan Atatürkçü akımın mümessilleri, haliyle keyfi uygulamalara yönelen her türlü eleştiriyi doğrudan Atatürk'ün şahsına yapılmış şeklinde kabul ederek bir çok toplumsal katmana “Atatürk düşmanı” damgasını vurmuştur. Bu yöntemle ihdas edilen “Atatürk düşmanlığının”, “Vatan hainliği” repliğinin üretim merkezine dönüştürüldüğü ortamlarda sergilenen baskıcı politikalar bir yandan “İç düşman” üzerinden safların sıklaştırılması sonucunu doğurmuş, diğer yandan vesayet özlemlerini Atatürkçülük maskesiyle gizleyenlerin özlemlerinin sürekliliğini sağlayan bir araca dönüştürülmüştür.
Nitekim uzun dönem bu minvalde süren vesayet dönemi, AK Parti'nin iktidara gelmesini müteakip zaman içerisinde ayrıcalıklı konumlarına neşter vurulmak suretiyle gasp ettikleri tahakkümleri önemli oranda geriletilmiştir. Aslına bakılırsa AK Parti hiçbir zaman “Atatürk düşmanlığı” yapmadı. Halen de yapmıyor. Oysa atılan her bir adımda Atatürkçülerin yönelttikleri ilk suçlama, “Atatürk düşmanlığı” oldu, olmaya da devam ediyor.
Bununla birlikte 15 Temmuz süreci ve hala devam eden etkisi, devlet mekanizması içerisinde büyük kırılmaları da beraberinde getirdi. Etkili makamlar el değiştirdi, yeni güç dağılımları yaşandı, yeni güç denklemleri oluşmaya başladı. Daha düne kadar “Vesayet aktörleri” olarak eleminize edilen bir takım klikler, oluşan yeni denklemde belki de denge unsuru oluşturma gayretlerinin sonucu olarak “Kumpas kurbanları” ilan edilerek yeniden misafir edilmeye başlandılar.
Devletin merkezinde yaşanan bu fiili durum, yeniden kimi kritik kurumlarda direksiyon başına geçen kliklerin eski alışkanlıklarının bir kez daha depreşmesini beraberinde getirdi. Yeniden bir “Atatürkçülük” furyası başlamış görünüyor. Yukarıda da belirttik; AK Parti'nin hiçbir zaman Atatürk'le bir sorunu olmadı, yaşadığı sorun daha ziyade Atatürkçülerle cereyan etti. Çünkü Atatürkçü geçinenler, Atatürk sevgisini aşan bir tavırla Atatürk'ü değil, hep gücü temsil eden iktidar arzusunu hedeflediler, bu arzuya da Atatürkçülük adını veriyorlar.
Daha garip olan durum ise şu sıralarda AK Parti cenahında da “Atatürkçülük özlemini” andıran seslerin giderek yükseliyor olmasıdır. Siyasi kanattan etkili isimlerin yanı sıra AK Parti medyasında başlayan “Atatürkçülük” kampanyaları, henüz çoğu kimse tarafından anlamlandırılabilmiş bile değildir. Bir taraftan FETO sonrası merkezdeki güç dağılımından pay kapan “Yeni partnerlerin” AK Parti'yi “Atatürk düşmanı” ilan etmeyi sürdürmesi, diğer taraftan AK Parti'nin “Atatürkçülüğe” sardığı izlenimini uyandıran son günlerdeki kampanya…
Yoksa AK Parti, kırkından sonra “Kemalist” olmaya mı karar verdi?! Veyahut AK Parti sürekli “vesayet kalıntıları” dediği çakma Kemalistlerin tayin ettiği çizgiye mi geldi?! Hani yeni güç denkleminde “Sınıf başkanı” seçilen zatı muhteremin göğsünü gererek CB Erdoğan için tekrarladığı “İslamcı Kemalist” jargon gerçek mi oldu?! “Bizim çizgimize geldi” dediği efsane gerçeğe mi dönüşüyor yoksa?! Kimi şahsiyetlerin abuk subuk gerekçelerle “Atatürk'e hakaretten” ceza almaya başlaması bu efsanenin ürünü mü acaba?!
Peki AK Parti açısından durum ne alemde? Gerçekten Atatürk'ü maske olarak kullanan eski vesayet özlemcilerine teslim mi oluverdi? Doğrusu ilk bakışta bir “Dostluk”, hatta “Teslimiyet” görüntüsü veren tabloyu yok saymak oldukça zor görünüyor. Perdeye yansıyan “Dostluk pozları” nereye kadar sürecek, aslında en önemlisi de bu olmalı. Pazara kadar mı, mezara kadar mı?!..
Bir ihtimal daha var;
AK Parti'nin üç yılı kapsayacak bir planı söz konusu…
2017 arınma/yapılanma yılı,
2018 icraat yılı,
2019 seçim yılı!
Kendi “Metal yorgunluğunu” aşmaya çalışan bir partinin/iktidarın “Yeni partnerlere” havale ettiği icraat alanlarıyla gereği gibi ilgilenip boşlukları doldurması oldukça zor. Dolayısıyla 2017 gitti, elde var 2018!
Şu anki görüntü ve oluşan algıyla 2019 seçimlerine girmesi neredeyse imkansız. Bu durumda hiç şansı olmaz. Yine elde var 2018… Yani “İcraat yılı!..”
En geç 2018'in sonları, hem “AK Parti'nin Atatürkçülüğü”, hem de ekranlarda konuşurlarken hindi gibi kabaran ulusalcı/milliyetçi “yeni partnerler” için deyim yerindeyse “Kader yılı” olacak gibi.
Bekleyip görelim… 2018 kimlerden ne alacak, kimlerden ne götürecek! Ya da AK Parti'den ne alacak, yeni partnerlerden ne götürecek! Ama her halukarda yumurtaların tokuşturulması kaçınılmaz olacak.