Türkiye’de toplum mühendisliği ve ahlaki dönüşüm projesi baş döndürücü bir hızla devam etmektedir. Türkiye Türkiye olalı böyle bir şey yaşanmadı. Sonunun nereye varacağını hakikaten kestirmek mümkün değildir. Ahlak kalmadı, aile kalmadı, ar perdeleri yırtıldı. Namus mefhumu göreceli hale geldi. Bu dönüşümün başlangıç noktası hakkında herkes farklı tarihler verebilir. Ancak 2012 yılı, dönüşümün resmileşmesi, mevzuata bağlanması, devlet projesi haline gelmesi açısından önemlidir. Özellikle 2012 yılı bu açıdan önem arz etmektedir.
2012’nin önemi: AK Parti’nin iktidarının gücünün doruğuna vardığı dönem olmasından dolayıdır. Meclis çoğunluğu, cumhurbaşkanlığı makamı ile yüksek yargının tamamen AK Parti’nin elinde olduğu dönemden söz ediyoruz. Tam bu dönemde, Türkiye tarihinin en aykırı yasaları getirilerek uygulamaya konuldu. "Aileyi Koruma Kanunu" da bu dönemde getirilerek yasalaştı. Avrupa’nın dayattığı ve aynı şekilde toplumumuz, inancımız, değerlerimiz ve kültürümüz noktasında en aykırı sosyal projeler “İstanbul Sözleşmesi” ile kabul edilerek bütün bakanlıklar ve kurumlarda olağanüstü bir hız ve destek ile pilot uygulama şeklinde hayata geçirildi.
Şimdi bütün bu uygulamalar semerelerini verdi. Toplum, neredeyse yüzde yüz değişti. Bana göre tahribatların telafisi mümkün değildir. Zira Türkiye şartlarında eski anlayışlar ve değerler üzerinden yeni bir nesil yetiştirmek, bütün şartlar uygun olsa dahi yüz yıldan önce mümkün değildir. Geldiğimiz noktanın tarifi yoktur gerçekten. Henüz kamuya açıklanmamış bir sosyal araştırmaya göre bazı il veya ilçelerde boşanma oranları, evlenme oranlarını geçmiş bulunmaktadır. Oysa bu yerlerde daha önce bir boşanma vakası görüldüğünde yıllarca konuşulur, çok çirkin bir mesele olarak değerlendirilirdi. Aile Bakanı’nın, KADEM’cilerin, Avrupa Birliği ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın "kadına özgürlük" sloganlarının aileyi getirdiği nokta işte budur!
Gelinen noktada bütün tepkilere, feryatlara, tahribatlara, hatta sandıkta dahi sarsıcı bir tepkiye dönüşen vaziyete rağmen hükümet cenahı rahatsız olmuş gibi görünmüyor. Zira telafi için harekete geçilemediği gibi bütün bu ifsad edici faaliyetlerin bütün hızıyla devam ediyor olmasından anlaşıldığı kadarıyla; gelinen nokta elde olmayan sebeplerin sonucu değil, belki bir tercihtir. Zira bunun başka bir izahı mümkün değildir. Bu durum, cevaplanması gereken ciddi bir çelişkidir.
Her ne kadar İslamcı olduklarını söylemiyor iseler de inkar da etmeyen ve mütedeyyin kesimlerin kahir ekseriyetinin oyları ile zirveye çıkabilen bir iktidarın, gücünün doruğunda olduğu, hiçbir dayatmayı kabul etmeyebileceği bir konjonktürde; İslami değerleri yerle yeksan eden fasit yasaların ithal edilerek hayata geçirilmesi çok ilginçtir. Çok değil, sadece yedi yılda, evliliği zorlaştıran, boşanmaya ise teşvikler yağdıran ucube uygulamalarla aile kurumu bugün en zayıf dönemini yaşamaktadır. Hafsalamızın almakta zorlandığı arsızlık rüzgârı, her geçen gün daha da ivme kazandığı için bundan sonra tahribat daha da hızlanacaktır.
Bir diğer ilginçlik ise; cemaat, tarikat ve mütedeyyin çevrelerin çoğunluğunun yani bu yasal düzenlemeler ve sözleşmelere tepki gösterebilecek ve mani olabilecek herkesin bir şekilde iktidarın içerisinde yer aldığı bir dönemde bu dönüşüm projesinin hayata geçirilmesidir. Bir diğer ifade ile; İslam’a ve toplumumuzun değerlerine en fazla zarar veren sosyal politikalar, İslami kesimlerin en güçlü olduğu, hatta iktidarı ellerinde tuttukları bir dönemde, bizzat onların yetkisi ve güçlü destekleri ile hayata geçirildi. Her ne hikmetse 28 Şubat sürecini hatırladım. Evet, Refah Partisi iktidarında mütedeyyin insanlar tek tek ayıklanarak ihraç edildi.
Evet, 28 Şubat süreci ile ciddi bir benzerlik vardır. Ancak bu seferki tahribat çok daha derin. Çok daha kalıcı… Tahribatların belki nesiller boyu temizlenmesi mümkün olmayacaktır. Zira 28 Şubat sürecinde Müslümanlar fişlenerek devlet mekanizmasından ihraç edildi. Ancak onların anlayışlarına, mefkûrelerine ve değerlerine dokunmaya veya zarar vermeye kimse muktedir olamadı. Gün geldi ihraç edilen o Müslümanlar gelip Türkiye'yi yönettiler. Bugün öyle midir acaba? Keşke öyle olsaydı!!! Hayır, öyle değil maalesef. Bugün Müslümanlar en yüksek makamlardadır. Saldırı altına alınanlar Müslümanlar değil, İslami değerler, sahih sünnet ve mefkûrenin kendisidir.
Net olarak bilmek gerekir ki bugün hedefte olan Müslümanlar değil, Kur'an ve sahih sünnet ile kaim olan İslam’ın kendisidir. İktidar nimetleri, makamlar, şöhret ve nefis, Müslümanları mağlup etmiştir.