Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanlığı Kabine Toplantısı’na ilişkin basın toplantısında soruları yanıtladı.
Türkiye ile Libya arasındaki deniz yetki alanlarıyla ilgili imzalanan anlaşmaya ilişkin soruya Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın şu yanıtı verdi:
Akdeniz’in bir barış denizi hâline gelmesi için bütün taraflarla iş birliği yapabileceğimizi, anlaşma yapabileceğimizi açıkça ifade ettik. Tek istisnası Güney Kıbrıs, çünkü resmî olarak tanımıyoruz. Ama diğer ülkelerle de hem deniz yetki alanlarının belirlenmesi, hem kıta sahanlığı, hem sismik araştırma, sondaj ve diğer alanlarda ortak çalışma yapabileceğimizi ifade ettik
Kalın şunları söyledi: "Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında yapılan 19. Cumhurbaşkanlığı Kabine Toplantısı’nda iç ve dış gündeme dair konular etraflı bir şekilde ele alındı. Öncelikle Cumhurbaşkanımızın takdim konuşması ile başlayan Kabine Toplantısı’nda, daha sonra güvenlik alanında İçişleri Bakanlığımızın, Dışişleri Bakanlığımızın, Millî İstihbarat Teşkilatımızın sunumları oldu güvenlik konularıyla ilgili, ardından Tarım ve Orman Bakanlığımızın, onun ardından, şu anda devam ediyor, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığımızın bir sunumu oldu, son olarak Gençlik ve Spor Bakanlığımızın da özellikle genç çocuklarda erken yaşlarda spor yetenek taramasıyla ilgili bir sunumu olacak. Önümüzdeki günlerde bu çalışmanın detayları biraz daha netleştiğinde Gençlik Spor Bakanlığımız bunu paylaşacak. Özellikle Türkiye’de ileriye dönük genç sporcuların yetiştirilmesiyle ilgili çok önemli bir çalışma yapılıyor, bunun önümüzdeki dönemde hem gençlerimizin sağlıklı yetişmesi, hem de Türk sporuna katkı sağlaması açısından her alanda önemli çıktıları olacağına inanıyoruz, bununla ilgili sunumlar yapıldı.
Cumhurbaşkanımız takdim konuşmasında özellikle son dönemde gerçekleştirdiği uluslararası toplantı ve temaslar hakkında kabine üyelerine de bilgiler verdi. Bildiğiniz gibi son dönemde Amerika seyahatinden sonra Katar ziyareti gerçekleşmişti, bu ülkeyle yaptığımız Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey Toplantısı’nın ardından İngiltere’ye bir ziyaretimiz oldu, burada bir dörtlü zirve gerçekleşti, üç büyük Avrupa ülkesiyle Türkiye’nin özellikle Suriye ve Libya konularında istişareler yapacağı bir mekanizma olarak bu dörtlü zirve ilk olarak ilk toplantısını Londra’da yaptı, orada alınan bir karar çerçevesinde de bu toplantının ikincisi Şubat ayında İstanbul’da yapılacak ve bundan sonra bu mekanizmanın daha düzenli bir şekilde işletilmesi konusunda da mutabakat sağlandı. Tabi İngiltere ziyareti asıl gündemi NATO Zirvesi idi ve burada da Sayın Cumhurbaşkanımız -siz de takip ettiniz- NATO’yla ilgili hem Türkiye’nin tezlerini ve görüşlerini ortaya koydu hem de bugün ve yarına ilişkin NATO’nun vizyonu, güvenlik algısı, tehdit algılarıyla ilgili bir çerçeve çizdi ve bu zirve de bizim açımızdan da son derece başarılı geçti diyebilirim.
Burada da özellikle Suriye, Libya, terörle mücadele, siber saldırılar, hibrid tehditler ve benzeri konular NATO bağlamında, NATO ittifakının dayanışma ruhu çerçevesinde etraflı bir şekilde ele alındı. Tabi bu konuları da önümüzdeki günlerde yakından takip etmeye devam edeceğiz."
"Enflasyonda ciddi bir dizginlenmenin olduğunu görüyoruz"
Güven endeksleri yukarı doğru hareketlendiğini söyleyen Kalın, "İhracat ve turizm verilerinde de bildiğiniz gibi çok ciddi ilerlemeler kaydedildi. Özellikle bu yıl turist sayısı 41 milyonu da geçti, bununla orantılı olarak turizm gelirleri de giderek artıyor. Daha önce Kültür Bakanımız da ifade etmişti, 50 milyon turist hedefi çok uzak değil, hamdolsun Türkiye artık bu imkân ve kabiliyetlere sahip.
Aynı şekilde enflasyonda da ciddi bir dizginlenmenin olduğunu görüyoruz, faizlerdeki düşüşün de devam edeceği görünüyor, bu çerçevede de borsada meydana gelen yükselişin de memnuniyet verici olduğunu ifade edebiliriz." İfadelerini kullandı.
Kalın, "Bir diğer önemli gelişme de, geçen hafta Cumhurbaşkanımız İslam İşbirliği Teşkilatı’nın bir ilgili toplantısında paylamıştı, özellikle insani gelişmişlik endeksinde yüksek kategorisinden çok yüksek kategorisine çıkmış olması da Türkiye’deki genel manada ekonomik verilerin iyeye doğru gittiğini gösteriyor; bunu da özellikle vurgulamak isterim.
Bizim gündemimizde olan bir diğer önemli konu da, yarın biliyorsunuz arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri tevdi edilecek, burada külliyede, milletin evinde gerçekleştirilecek bir programla Sayın Cumhurbaşkanımızın hem ev sahipliği, hem de iştirakiyle gerçekleşecek bu toplantıda, daha önce ilan ettik ama hatırlatmak açısından ben ödül sahiplerini tekrar burada zikretmek istiyorum." diye konuştu.
"Mültecilerin evlerine güvenli bir şekilde geri dönmelerine ilişkin detaylı çalışma sürdürülüyor"
"Özellikle tabi Suriye ve Libya’da yaşanan gelişmeler son dönemde hem bizim hem de dünya siyasetinin önemli başlıklarını oluşturuyor." diyen Kalın daha sonra şunları kaydetti:
Suriye’de bildiğiniz gibi Barış Pınarı Harekâtı’ndan sonra bizim hem Amerika Birleşik Devletleri hem de Rusya Federasyonu’yla yaptığımız iki tane önemli anlaşma var. Bu anlaşmanın ardından, birisi 17 Ekim, birisi de 23 Ekim anlaşmalarıydı, bu anlaşmaların ardından da özellikle sahadaki gelişmeleri yakından takip etmeye devam ediyoruz. Bildiğiniz gibi burada teröristlerin sınırımızdan tamamen uzaklaştırılması ve bir 444 kilometrelik bir hat üzerinde, bu batıya doğru da genişleyebilir, ama öncelikle olarak Fırat’ın doğusundan itibaren Irak sınırına kadar olan bölgede bir güvenli bölgenin kurulmasıyla ilgili çalışmalarımız da devam ediyor. Öncelikli olarak şu anda bizim Barış Pınarı Harekâtı alanımız olan Tel Abyad ve Rasulayn bölgesinde bununla ilgili çalışmalar devam ediyor.
Tabi eş zamanlı olarak güvenli bölgenin kurulması ve mültecilerin evlerine güvenli bir şekilde geri dönmelerini sağlamak amacıyla da Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’yle de detaylı bir çalışma şu anda Dışişleri Bakanlığımız, AFAD ve ilgili kurumlarımız marifetiyle sürdürülüyor. Pazartesi günü Cenevre’de gerçekleşecek olan Küresel Mülteciler Forumu’nda da bu konuyu hem Genel Sekreter, hem de Mülteciler Yüksek Komiseri ile ele alma imkânımız olacak. Başta da hep ifade ettiğimiz gibi, mültecilerin dönüşü Birleşmiş Milletler’in belirlediği üç ana kritere göre gerçekleşecek, yani güvenli, gönüllü ve onurlu bir şekilde dönüşlerini sağlayacak bir çalışma yapıyoruz. Bugüne kadar uyguladığımız açık kapı politikası değişmemiştir, kimseyi zorla istemediği bir yere göndermek gibi bir politikamız bizim söz konusu değil. Dünyanın başka ülkeleri başka yöntemlere başvurabilir, hem insan haklarına, hem uluslararası hukuk ve anlaşmalara aykırı birtakım politikaları hayata geçirebilir ama Türkiye Cumhuriyeti olarak, Türk Milleti olarak biz mazlumun, mağdurun, mültecilerin, ihtiyaç sahiplerinin yanında olmaya devam edeceğiz. Fakat mülteci meselesinin küresel bir sorun olduğunu ve bütün paydaşların külfet paylaşımı noktasında sorumluluk alması gerektiğini de tekrar hatırlatmak istiyoruz.
"Libya’daki siyasi sürecin BM çatısı altında ilerletilmesi çalışmalarımızı yoğunlaştırarak sürdüreceğiz"
Kalın, "Libya’yla ilgili de bir cümle ifade etmek istiyorum. Son dönemde özellikle Hafter güçlerinin Trablus’a dönük saldırılarının yoğunlaştığını görüyoruz. Bildiğiniz gibi arkadaşlar, bu saldırılar hem uluslararası toplumun tanıdığı Libya Merkezi Hükûmeti diyelim, Yüksek Devlet Konseyi’ne, yani Fayiz Sarraj’ın başkanlığını yaptığı konseye karşı bir saldırıdır, bir tecavüzdür, hem de geçtiğimiz Nisan ayında Hafter ve Sarraj taraflarının üzerinde mutabık kaldığı Abu Dabi Anlaşması’na da aykırıdır.
Bildiğiniz gibi Berlin’de bir dizi toplantılar yapıldı, bunların dört tanesine ben de katıldım, dün buradaki yoğunluktan dolayı dünkü toplantıya katılamadım ama -bundan sonraki aşamada liderler düzeyinde Berlin’de bir Libya Zirvesi yapılacak- orada da bu konu tabi detaylı bir şekilde ele alındı. Biz görüşlerimizi baştan beri net bir şekilde orada ortaya koyduk, herkesin mutlaka Nisan ayındaki pozisyonlarına geri çekilmesi esastır. Bir ateşkes sağlanacaksa, bir siyasi sürecin ilerlemesinden bahsedeceksek Libya’da, Hafter taraftarlarının da Nisan ayındaki pozisyonlarına geri çekilmesi gerekiyor. Çatışmayla ve Hafter tarafına silah aktarmak suretiyle yahut paralı asker göndermek suretiyle orada bir neticenin alınamayacağı ortadadır. Dolayısıyla bu siyasi sürecin BM çatısı altında ilerletilmesi noktasında çalışmalarımızı yoğunlaştırarak devam edeceğiz. Ama gene burada bildiğiniz gibi pek çok aktör var Libya sahasında, bütün ilgili aktörlerin bu konuda makul ve meşru zeminde hareket etmesini sağlayacak çalışmalarımıza devam edeceğiz, Sayın Cumhurbaşkanımız da bunu zaten hem NATO Zirvesinde dile getirmişti, hem de bundan sonraki temaslarında yoğun bir şekilde gündeme getirmeye devam edecek." dedi.
Kalın daha sonra gazetecilerin sorduğu soruları yanıtladı.
Soru: F-35 savaş uçağıyla ilgili ABD’yle özellikle son dönemde kriz var. Bu konuda Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar ABD’de yeni gelişmelerin olduğunu, hareketlenmenin olduğunu söyledi. ABD’yle yapılan görüşmede ne tür bir sonuç elde edildi? ABD Türkiye’nin tezlerini kabul etti mi efendim teknik bir çalışma konusunda? Bunları öğrenmek istiyorum.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: Şimdi daha önce biliyorsunuz biz Dışişleri Bakanlığımız üzerinden bu konu ilk gündeme geldiğinde bir teknik çalışma heyeti kurulması teklifini götürmüştük, hatta bunu gelin istiyorsanız ikili, istiyorsanız NATO şemsiyesi altında yapalım demiştik, çünkü gerekçe olarak bize bunun sadece F-35’leri değil NATO güvenlik sistemini de riske atacak bir adım olacağı şeklinde idi. Biz buna ikna olmuş değiliz. Bizim teknik uzmanlarımızla, Hava Kuvvetlerimizdeki uzmanlarımız, Savunma Sanayi Başkanlığı’ndaki uzmanlarımızın söylediği de, böyle bir riskin söz konusu olmadığı. Dolayısıyla dedik ki, gelin, yani bu konuda pozisyon empoze etmek yerine gerçekleri ortaya koyalım ve net bir şekilde konuyu bir aydınlığa kavuşturalım. Fakat maalesef Amerika Birleşik Devletleri tarafı bu tekliften hep kaçındılar şu ana kadar. Benim NATO Zirvesi marjında Amerikan Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O'Brien’la yaptığım görüşmede de biz bu konuyu etraflı bir şekilde ele aldık, o zaman basına vermedik, biraz trafik de yoğundu. Daha sonra Cumhurbaşkanımızın da biliyorsunuz Sayın Trump’la bir görüşmesi oldu heyetler arası gene zirve marjında, o görüşmede bu konu, yani başkanlar düzeyindeki görüşmede bu konu detaylı gündeme gelmedi, biz konuştuk. Ve bizim yaptığımız görüşmede de biz bu teklifimizi yeniledik tabi. Çünkü eğer gerekçe buysa, yani bunu ortadan kaldıracak birtakım izahatın yapılabileceğini, birtakım düzenlemelerin yapılabileceğini biz biliyoruz, bunu da görüyoruz. Dolayısıyla burada tek taraflı olarak bizi hem F-35 programından çıkartacak, hem de CAATSA yaptırımlarına yol açacak bir tablonun olmadığı kanaatindeyiz, bize göre bu son derece açık ve seçik ortada. Fakat özellikle Kongre kaynaklı baskılardan dolayı işte Amerikan yönetiminin, Trump yönetiminin de bu konuda bir sıkışmışlık içinde olduğu anlaşılıyor. Yani bu konu arkadaşlar maalesef, şu anda teknik ya da savunma sanayi mevzusu olmaktan çıkmış, tamamen Amerikan iç siyasetinin bir konusu hâline gelmiş durumda.
Yani daha da önce de söylemiştim ben bunu ama gene kamuoyunun bilmesi açısından hatırlatmakta fayda var, bizim S-400’lerin alınmasıyla ilgili Rusya’yla yaptığımız anlaşma 2017’nin Nisan ayında yapıldı. Amerikan Yönetimi Kongresi’nin Rusya’yla ileri düzeyde ve geniş kapsamlı askeri iş birliği yapılmasını cezalandıran, ona yaptırım getiren CAATSA Yasası ise 2017’nin Ağustos ayında geçti, yani normalde hukuken de baktığınızda geriye doğru işletemeyeceğiniz bir süreç var. Yani biz bu anlaşmayı imzaladığımızda S-400’leri, böyle bir yaptırım yasası bile yoktu, böyle bir tasarı bile yoktu.
"S-400’leri biz kontrol edeceğiz"
Sayın Cumhurbaşkanımız 13 Kasım’da Washington’a yaptığımız ziyarette Beyaz Saray’da Kongre üyelerine de tek tek bunları anlattı, konunun zannettikleri gibi olmadığını, teknik açıdan bakıldığında S-400’lerin F-35’lere bir tehdit oluşturmasının söz konusu olmadığını, kendilerinin teknik anlamda zihinlerinde birtakım endişeler varsa bunları giderebilecek birtakım düzenlemelerin de yapılabileceğini, ama bu konuda kendilerini kapatmış görünüyorlar, çünkü konuyu tamamen siyasileştirdiler, bundan dolayı da şimdi tabi bir pozisyon empoze etmeye çalışıyorlar. Cumhurbaşkanımızın çizdiği çerçeve son derece net; S-400’den geri adım söz konusu değil. Ama Türkiye olarak biz S-400’leri kullandığımızda F-35’ler veya NATO güvenlik sistemi veya F-16’lar veya başka uçak sistemleriyle ilgili bir riskin oluşmaması için de zaten gerekli düzenlemeleri yapacağız. S-400’leri biz kontrol edeceğiz, yani bizim subaylarımız kullanacak.
Dahası, biz Patriot’ları alma konusunda da hazır olduğumuzu ifade ettik. Daha sonra biliyorsunuz İngiltere ziyareti sırasında Fransa Devlet Başkanı, Cumhurbaşkanı Sayın Macron’un bir-iki açıklaması oldu, ‘biz işte SAMP-T füzelerini, yani EUROSAM üzerinden bunları vermeyi teklif ettik, ama Türkiye almadı’ gibi bir şey söyledi; bu doğru değil. Bir kere SAMP-T füzelerinin alınmasıyla ilgili Türkiye’nin EUROSAM’la yürüttüğü bir süreç var, ama Türkiye hiçbir zaman ‘ben bunları almayacağım’ demedi. Tam tersine o süreci yavaşlatan Avrupa tarafı oldu. Yine mesele, bizim için iki tane önemli konuda kilitlendi. Birisi; kredi ve fiyat meselesi. İkincisi de; ortak üretim meselesi. Bunlar gerçekleştiği zaman biz SAMP-T füzelerini de alabiliriz. Bunu Cumhurbaşkanımız Macron’a da söyledi.
"Nato ittifakı içerisinde, S-400’lerin etkin bir şekilde kullanılacağı bir formül üzerinde çalışacağız"
Dolaysıyla biz Batı ittifakı içindeki dostlarımıza kapıyı hiçbir zaman kapatmıyoruz, açıkça söylüyoruz. Biz nasıl enerji kaynaklarımızı çeşitlendirmek zorundaysak, millî savunmayla ilgili, savunma sanayiyle ilgili kaynaklarımızı da çeşitlendirmek durumundayız. Bunu gelip sadece tek bir yere bağlamak istediğimiz zaman, o zaman bizim güvenlik ihtiyaçlarımızı karşılayacak adımları neden atmıyorsunuz sorusunu sormak durumundayız. Biz bunu da gördük, yani Patriot füzelerinin, bize ödünç verilen füzelerin önce Amerika, daha sonra Almanya tarafından nasıl çekildiğini hep birlikte gördük. İşte bunları tamir, bakım vesaire gerekçeleriyle biliyorsunuz 2015-2016’da çektiler, ondan sonra bir daha geri getirmediler. Yani Suriye savaşının en yoğun olduğu dönemlerde, bizim birçok tehdit altında olduğumuz dönemlerde o Patriot füzelerini çektiler. Şimdi Türkiye’ye nasıl bir mesaj veriyor bu? Türkiye bu konuda bir sürü adım attı, bir sürü çaba sarf etti, ama neticede S-400’ler alındı, o iş bitmiştir. Ha bundan sonrasıyla ilgili biz yine NATO ittifakı içerisinde hem kendi hava savunma sistemimizi garanti altına alacak hem de S-400’lerin etkin bir şekilde kullanılacağı bir formül üzerinde çalışacağız. Bu konuda müttefiklerimizle birlikte Amerika Birleşik Devletleri dâhil ortak çalışmaya biz hep hazır olduğumuzu ifade ettik, oradan bir geri adım söz konusu değil. Ama tek taraflı olarak, yani pozisyon empoze etmek, sadece bu alternatif var, başka bir alternatif söz konusu dediğinizde biz de buna doğal olarak itiraz ediyoruz; hayır, alternatifler var, ara çözümler bulunabilir, ara tonlar var bu siyahla beyaz arasında, bunları bulup ortaya çıkartabiliriz. Şu ana kadar vardığımız bir mutabakat söz konusu değil, ama müzakerelerimiz bundan sonra da devam edecek.
Libya ile Türkiye arasında imzalanan anlaşmalar
Libya ile yapılan anlaşmalara da değinen Kalın, şöyle konuştu:
"Libya konusuna gelince; bildiğiniz gibi arkadaşlar, 27 Kasım’da İstanbul’da yapılan Libya ile iki tane anlaşma var; birisi deniz yetki alanlarıyla ilgili, diğeri de güvenlik ve askerî iş birliği anlaşması. Deniz yetki alanlarıyla ilgili anlaşma yeni bir anlaşma. O konuda da biliyorsunuz büyük gürültüler koptu, hâlâ tepkiler geliyor, yani biz bunu anlamakta da zorlanıyoruz açıkçası. Çünkü iki ülkenin, Akdeniz’e komşu olan, sahili olan iki ülkenin bu konuda karşılıklı bir anlaşma yapmasını başka ülkeler tarafından büyük bir vaveylayla karşılanması kabul edilebilir bir şey değil. Çünkü bu konuda BM uluslararası deniz hukukuna göre ülkeler bir araya gelerek aynı denize sahili olan ülkeler ikili, üçlü, dörtlü, çoklu anlaşmalar yapabilirler. Nitekim bizi Akdeniz’de Antalya sahiline hapsetmek için İsrail, Mısır, Yunanistan ve Güney Kıbrıs tarafının üçlü-dörtlü toplantılar yaptıklarını, anlaşmalar yaptıklarını gördük. Mesela biz aslında burada Akdeniz’in bir barış denizi hâline gelmesi için bütün taraflarla iş birliği yapabileceğimizi, anlaşma yapabileceğimizi biz açıkça ifade ettik. Tek istisnası Güney Kıbrıs, çünkü resmî olarak tanımıyoruz. Ama diğer ülkelerle de hem deniz yetki alanlarının belirlenmesi, hem kıta sahanlığı, hem sismik araştırma, sondaj ve diğer alanlarda ortak çalışma yapabileceğimizi ifade ettik. Bu birinci anlaşmaydı.
İkinci anlaşma da, güvenlik ve askerî iş birliği anlaşması. Bu daha önce yapılmış bir anlaşmanın, 2011 ya da 2012 yılı yanlış hatırlamıyorsam, güncellenmiş hâlidir, kapsamı biraz daha genişletilmiştir. Bu anlaşmaya göre uluslararası toplumun tanıdığı Libya Hükûmeti Türkiye’den böyle bir talepte bulunursa, asker göndermek için bunun ahdi zemini mevcuttur, bu anlaşmanın kapsamı içerisindedir. Tabii Libya tarafından bize gelen böyle bir talep söz konusu değil, umarız buna mecbur da kalmazlar. Yani bu içerideki çatışmalar bir an önce sona erer, ateşkes sağlanır. Ama böyle bir talep gelmesi durumunda Sayın Cumhurbaşkanımız o anlaşmada yer alan bir maddeye atıf yaparak bunun mümkün olduğunu, ahdi zemininin bulunduğunu da ifade ettiler. Tabii birileri yine bundan rahatsız olacak, biliyoruz. Ama hukuki zeminde iki ülke arasında yapılan bir güvenlik anlaşmasının üçüncü ülkelere tehdit oluşturmadığı müddetçe ki bu anlaşmanın üçüncü ülkelere dönük bir tehdit oluşturması söz konusu bile değil. Ama Libya’nın meşru hükûmetine dönük saldırıları durduracak ve iç barışı sağlayacak bir adım atma noktasında önemli katkı sağlayacağı da açık bir şekilde ortada."
İLKHA