Belki güzel söz ve duygularla nefse hoş gelir ilk etapta. Ama çok sinsidir. Başlangıçta insanın ruhunu okşar. Fakat daha sonra aklını dumura uğratır. Bir süre sonra normal insanlardan farklı düşünmeye başlarsın. Son aşaması ise akıl tutulmasıdır. Bu aşamada insani benliğin işgal altındadır.
İlk önce vatan dersin, millet dersin. Sonra ecdat ile övünmeye başlarsın. Tarihinin parıltılı sayfalarını öne alır, kendine pay çıkarırsın. Aşama kaydedip sona doğru yaklaşınca, artık ırk demeye başlarsın. Kanımın rengi, kafatasımın ölçüsü deyip, kendini başkalarından farklı ve üstün tutmaya başlarsın.
Şeytanın bunca bilgisine rağmen, kendisinin ateşten yaratılmasını bir üstünlük aracı olarak değerlendirmesi, bahsettiğimiz bu son aşamadır. Bu anlamda şeytanın oyuncağı olanlar; kanları, yapıları veya fiziki özelliklerinin başkalarından daha üstün olduğunu beyanla, onlarla bir olamayacakları kanaatini paylaşırlar.
Semptomlarını yukarıda sıraladığımız; menfi milliyetçilik, ulusçuluk ve dahi ırkçılık işte böyle bir belalı virüstür ki, insan bedenine girip yer edindikten sonra tedavisi güç bir hal almaktadır.
Bu anlamda Amerika’da, siyah tene sahip George Floyd’u katleden beyaz tenli Polis Memuru Derek Chauvin, bu hastalığın son evresine ulaşmış bulunan mahluklardan sadece biridir. İnsani vasıflarını yitirmiş bu canlı türü, bu aşamada başka bir yaratık hüviyetine bürünmüştür.
Akıl ve izan sahibi herkes bu hastalığın belirtilerini sıralayabilir. Gelinen noktanın insanlık açısından son derece tehlikeli bir hal aldığını belirtebilir. Bu tespitler kolay ama tedavi babından bir şeyler söylememiz gerekir. Kanaatimce hastalığın teşhisi ne kadar önemli ise tedavisi de bir o kadar önemlidir.
Çözüm için insanlığın 1400 küsur yıl öncesine müracaat etmesinden başka çaresi bulunmamaktadır. Öyle ya; taşların altında ezilen Bilal’i, Kâbe’nin tepesine çıkarıp, İslam’ın müezzini yapan bir sistemin örnek alınması elbette ki gereklidir.
Bu güne kadar İslam’ın reçetesinden daha etkili bir hal çaresi sunan olmadı: “Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve 'birbirinizi tanımanız ve tanışmanız' için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır.” (Hucurat:13) ayetinden daha güçlü bir söylem veya Peygamber Muhammed’in Veda Hutbesinde irad ettiği; “Ey insanlar! Biliniz ki Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Bütün insanlar Âdem’den, Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takva iledir.” sözlerinden daha etkin bir pratik ortaya koyan da olmadı.
Her ne kadar İslam beldelerinde yaşasak bile bu hastalık içimize nüksetmiş durumdadır. Özellikle, hâlihazırda üzerinde bulunduğumuz coğrafyada, Kürtlerin bu güne kadar yaşadıkları olumsuz hal ve koşullar, durumu oldukça nazik hale getirmektedir.
Çare ise yukarıda zikredilen ayet ve hadisin ışığında yaşamaktan başka bir şey değildir. Belki çözüm; İstanbul’un fethine verilen önemin, Amed/Diyarbakır’ın fethine de gösterilmesidir. İstanbul’un Fethi çağ kapatıp, çağ açmış olabilir ama Diyarbakır Fethi’nin, Kürtlerin İslamlaşması sürecinin önemli bir aşaması olduğu göz önüne alındığında, bu olayın da en az birincisi kadar önemsenmesi ve işlenmesi gerektiği hususunu gün yüzüne çıkarmaktadır.
İstanbul kadar Diyarbakır’a önem verilmediği takdirde, tam da George Floyd’un öldürülmesinin gündemde olduğu bir dönemde, ezan sesini bastırmasın diye “müziğin sesini kısın” uyarısından ötürü katledilen Barış Çakan’ın cenazesinden prim çıkarmaya çalışacak, “Kürtçe müzik dinledi diye öldürüldü” şeklinde propaganda zemini bulacak ve buna inanacak bir kitle ile her zaman karşılaşılabilir.
İşte İslami çözümün pratik değerini gösteren en önemli göstergelerden biri bahsettiğimiz bu olaydır.