Davetçinin öncelikli olarak uyarıp tebliğini ulaştırması gereken kesimin başında akrabalar gelir. Ayet–i kerimede Resulullah (sav)’a şöyle hitap ediliyor:
“(Öncelikle) En yakın akrabalarını uyarıp korkut” (Şuara:214)
Bu ayet indirildiğinde Resul-i Ekrem (sav) akrabası olan Kureyşlileri bir araya toplayıp şöyle buyurdu:
“Ey Ka’b b. Lüey oğulları, kendinizi ateşten kurtarınız!
Ey Mürre b. Kab oğulları, kendinizi ateşten kurtarınız!
Ey, Abduşşems oğulları, kendinizi ateşten kurtarınız!
Ey Abdulmenaf oğulları, kendinizi ateşten kurtarınız!
Ey Haşimoğulları, kendinizi ateşten kurtarınız!
Ey Abdulmutalib oğulları, kendinizi ateşten kurtarınız!
Ey Fatıma, kendini ateşten kurtar!
Çünkü Allah’ın azabı karşısında yarın benim size hiçbir faydam olmayacaktır. Şu kadar var ki benim sizinle bir akrabalığım vardır. O akrabalığın gereğini de yerine getireceğim.”( Müslim, I, 92, Tirmizi V, 338, Müsned, II, 333, 360, 519)
Resulullah (sav)’ın bu şekilde genel olarak akraba olan kabileleri uyarmasıyla beraber; özel olarak da Abdulmuttalib ailesini iki akşam üst üste evine yemeğe çağırıp onlara:
“Size hem bu dünya, hem de ahiret için kurtuluş getiriyorum. Allah bana, sizi O’na çağırmamı emrediyor. O halde içinizden kim bana bu konuda yardımcı olacak, benim vekilim, kardeşim ve varisim olacak?” diye buyurmuş ancak Hz. Ali (ra) dışında olumlu cevap veren olmamıştır. (Taberi, 1171, Martin Lings, Hz. Muhammed’in Hayatı, Sh: 56)
Allah-u Teala’nın emriyle Resulullah (sav)’ın davet ve uyarısına öncelikle akrabalarından başlamasının birçok hikmet ve faydası vardır. Öncelikle kişinin içerisinde yaşadığı akraba çevresi kişinin davet ve tebliğini kabul etme açısından başkalarından daha müsaittir. Çünkü akrabalar, davetçinin doğruluğuna, sadakatine, iyi haline ve yüksek ahlakına bizzat şahit oldukları gibi yalan, hile ve aldatmaktan da beri olduğunu bileceklerinden ona inanıp itimat etmekte başkalarından daha elverişli olurlar. Bununla beraber akrabalar arasında bulunan karşılıklı sevgi ve yakınlık da davetin tesirini artırır. Çünkü kişi yabancılara göre daha çok akrabasının iyiliğe ulaşıp kötülükten uzaklaşmasını ister. Kalpte var olan bu duygu her iki taraf için de daha samimi ve içten olma sonucunu doğurur.
Başkalarına davet ve uyarıyı ulaştırıp akrabaları bırakmak bir açıdan haklarını da ihlal etmek olur. Bu, yanında inci ve mücevherler bulunan bir kişinin bunlardan başkalarına verirken kendi akrabalarına vermemesi gibi bir durumdur. Bu sebeple de onların bu hakkını ihmal etmemek ve daveti onlara öncelikle ulaştırmak gerekmektedir.
Nitekim en yakınlarımız olan ailemiz açısından bu husus daha şiddetli olarak ayet-i kerimede bize emredilmiş bulunmaktadır.
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşten koruyun.” (Tahrim: 6)
Hadis-i Şerif’te de şöyle buyruluyor:
“Her biriniz çobandır ve her biriniz idaresi altındakilerden sorumludur.( Buhari, Cumua,11)
Bu sebeple ailemiz ile beraber akraba ve yakınlarımıza karşı da sorumluluğumuzu yerine getirmeli, hazinelerle ölçülmeyecek olan İslam nimetinden onların da istifade etmesini sağlamalıyız.
Ailenin farklı bir önemi daha vardır ki; çoğu zaman insanlar, kişinin söylemini ameline yansıtmasının delili olarak aile yaşantısına ve ailesindeki fertlerin durumuna bakarlar. Söylenen sözlerle ailenin yaşantısı zıtlık oluşturuyorsa bu samimiyetsizliğe bir delil olarak kabul edilir. Dolayısıyla aileyi davaya kazandırmak bu açıdan da çok önemlidir.
Aynı zamanda aile ve akrabalara tebliğ ve davet ulaştırılmadığı takdirde başkaları, “Eğer bu iş hayırlı bir şey olsaydı öncelikle kendisi akrabalarını çağırır ve onlar ona uyarlardı” diye düşünebilirler. Bununla beraber akrabaları tarafından kabul görmeyip dışlanan bir davetçinin diğer muhataplar tarafından kabul görmesi de oldukça zor olacaktır.
Diğer taraftan davet ve inzara öncelikle akrabalardan başlamak davetteki tedricilik prensibine de uygundur. Malum olduğu üzere küçükten büyüğe doğru insanı çevreleyen sosyal sınıflar mevcuttur.
-Aile
-Yakın akraba
-Dost, arkadaş, komşu
-Hemşeri…(Yrd. Doç. Dr. Ahmet Önkal, Resulullah’ın İslam’a Davet Metodu, sh:74)
Bu şekilde halkalar genişliyor. Dolayısıyla daveti de bu sıralamaya uygun olarak yapmak daha gerçekçi ve sonuç alıcı olur. Böylece her davetçi kendi çevresinden başlayarak davetini genişletir. Aksi takdirde her şahsın bildiği ve tanıdığı çevreyi bırakarak başka yerlere gidip davette bulunması halinde alınan verim çokça düşecektir.
Akrabalara yapılacak uyarı, hiç kimsenin akrabalık veya yakınlıktan dolayı bir ayrıcalığa sahip olmadığının bilinmesi ve öğretilmesi açısından da önemlidir. (Mevdudi, Tefhim’ül Kur’an, Şuara 214’ün Tefsiri)
Nitekim Peygamber Efendimizin (sav) bizzat kızı Fatıma’yı bile uyarmış olması bu gerçeği daha açık bir şekilde ortaya koymuş olur. Bu şekilde Efendimizin (sav) akrabalarının bir ayrıcalığı yoksa ve iman etmedikleri takdirde onlar için bir şey yapamıyorsa, onun dışındaki davetçilerin de -konumu ne olursa olsun- akrabalarının hiçbir ayrıcalığa sahip olmayacakları öncelikle anlaşılmış olur. Bu uyarı ben falan şahsın oğlu veya akrabasıyım bu yakınlık beni kurtarır gibi yanlış bir düşünceyi düzelteceği gibi, bir açıdan da başkalarının imanına fayda verir. Çünkü başkaları bu dindeki asıl hususun iman ve amel olduğunu, yakınlık ve akrabalığın ise bir fayda vermediğini göreceklerinden kabilevi taassuplar imanlarının önünde bir engel olmayacaktır.
Akrabalara daveti ulaştırırken uygulanacak metodun nasıl olması gerektiğini şu hadis-i şerif bize yeter derecede anlatıyor:
Amr b. Mürre (ra). “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Resulü! Beni kavmime gönder, Allah-u Teala senin vasıtanla bana lütufta bulunduğu gibi, umulur ki, benimle de onlara ihsanda bulunur” dedi.
Peygamberimiz de onu gönderdi ve kendisine şu tavsiyede bulundu:
“Ey Amr! Yumuşak ve doğru sözlü ol, kaba ve katı kalpli olma, kibir ve hasetten uzak dur.”( İbn-i Kesir, el-Bidaye, III, 16-17)
Davette öncelikle akrabalardan başlama gereği bir tarafa, genel olarak da Müslüman olsun olmasın akrabalık ilişkisini korumak, bilinen tabirle ‘Sıla-i Rahim’ yapmak hem Kur’an-ı Kerim’de hem de Hadis-i şeriflerde sıklıkla emredilmiş ve önemi vurgulanmış bir husustur. Konunun başında zikrettiğimiz Hadis-i şerifte de geçtiği gibi Resulullah (sav) ilk inzarından sonra akrabalarına:
“Şu kadar var ki sizinle bir akrabalığım vardır. O akrabalığın gereğini de yerine getireceğim” diyerek iman etmezseler bile bu haklarını koruyacağını bildirmiştir.
Amr b. As (ra) tarafından rivayet edilen bir Hadis-i şerifte de Resulullah (sav) şöyle buyuruyor:
“Ebu Fulan ailesi benim dostlarım değildir. Benim dostum sadece Allah ve mü’minlerin Salihleridir. Ancak onlarla benim akrabalığım vardır ki bu akrabalık nedeniyle ben onlarla ilişkiyi sürdürüyorum.” (Buhari, Edeb, 13, Müslim, İman, 166 (215)
Efendimizin (sav) bu konudaki örnek uygulamaları çok fazladır. Kendisi bu bağı hiçbir zaman kesmemiş. Hatta çok uzaktan bir akrabalık ilişkisi varsa bile bunu önemseyip bu bağı ilgi ve ziyaretle kuvvetlendirmiştir. Aynı şekilde bu bağın gereği ve önemi ile ilgili rivayet edilmiş çok sayıda Hadis-i şerifte mevcuttur:
Ebu Hureyre (ra)’den, Hz. Peygamber (sav):
“Rahim, akrabalık, sık ağaçların birbirine girmiş kökleri gibidir. Rahman isminden alınmıştır. Bu nedenle Allah: ‘Kim sana ilgiyi sürdürürse ben de onunla ilgiyi sürdürürüm. Kim seninle ilgiyi keserse ben de onunla ilgiyi keserim’ buyurdu.”( Buhari, Edeb, 13)
Cübeyr b. Mut’im (ra) ise Hz. Peygamber (sav)’i:
“Akraba ile ilişkiyi kesen cennete giremez”(Buhari, Edeb, 4, Müslim, Birr ve Sıla: 18 (2556)
diye buyururken işitmiştir.
Ayet-i kerimede de şöyle buyruluyor:
“Demek iş başına geçecek olursanız, yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık bağlarını koparacaksınız, öyle mi? İşte onlar o kimselerdir ki, Allah onlara lanet etmiştir.” (Muhammed: 22-23)
Mü’min akrabaların diğer mü’minlere oranla birbirlerine daha yakın oldukları ayet-i kerimede şöyle ifade edilmiş:
“Akrabalar ise Allah’ın kitabına göre birbirlerine diğer mü’minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar.” (Ahzap:6)
Asr-ı Saadetten önce de Araplar arasında akrabalık bağları çok kuvvetli bulunmaktaydı. İslam’ın gelişinden sonra bu bağ daha bir güçlendirildi. Günümüzde ise maalesef gittikçe kopmaya yüz tutmuştur. Hatta akrabalık bağının koparılmasından sonra artık ailenin dağıtılması için uğraşılmakta bireysellik ve ferdiyetçilik ön plana çıkarılmaktadır. Çünkü geçmişinden, geleneklerinden ve aile ile akraba gibi sosyal çevresinden uzaklaştırılmış bir şahsı değiştirmek ve başkalaştırmak oldukça kolaydır. Bu sebeple de çağımızda tüm bu bağlara bilinçli bir saldırı yapılmaktadır. Bugün için bize düşen bu bağı tekrar sağlamlaştırmak ve karşılıklı yardımlaşma ve ziyaretleşmelerle kökleştirmeye çalışmaktır. Ben sordum onlar sormadı gibi mazeretlerin arkasına sığınmadan çevremizde bu işe önayak olmamız gerekmektedir. Unutulmuş veya kaybolmuş bir sünneti ihya edenlere verilecek mükâfatı biliyoruz. Peki ya unutulmaya yüz tutmuş bir farzın ihyasının sevap ve mükâfatı nasıl olur? Zaten asıl olarak sıla-i rahmin bu olduğu da hadis-i şerifte zikredilmiş:
“Akraba ile ilişkiyi karşılıklı olarak sürdüren gerçekten ilişkiyi sürdüren demek değildir. Asıl ilişkiyi sürdüren, akrabalık ilişkisi kesildiği halde bunu sürdüren kimsedir.” (Buhari, Edeb, 15)
Dolayısıyla ilişki kesilmişse bile bunu tekrar oluşturmak elimizdedir. Ayrıca bunu sadece kendimizle sınırlamamalı, çevremize de yaygınlaştırmalıyız.
Tüm bunlarla beraber akrabalık sebebiyle var olan yakınlık ve sevgi bizi adaletsizliğe ve asabiyete sevk etmemelidir.
Davamızın sonu Allah (cc)’a hamd etmektir.