Ahmet Hamdi Akseki, Cumhuriyet döneminin tanınmış sima ve alimlerinden birisidir. Gerek Diyanet İşleri Başkanlığı görevini yürütmesi ve gerekse yazdıkları nedeniyle arkasında yad ve iz bırakmıştır. Bununla birlikte, inkılaplar döneminde bu görevde olması veya bu görevi kabul etmesi açıkça yadırganmıştır. Bu yadırgama doğru mudur? Ve Akseki açıkça yanlış mı yapmıştır? Esasen bunun çok açık bir cevabı yoktur. Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek, Kemal Bayatlı gibi Paris dönüşünden sonra evinin yolunu bulur ve dindar muhitlere aşina olur. Sonra da bir neslin üstadı olarak anılır. Necip Fazıl da Ahmet Hamdi Akseki’nin ilmini takdir etmektedir lakin bununla birlikte ilmiyle görev aldığı dönemi birbiriyle bağdaştıramamaktadır. Eserlerinde yazdığı gibi merakından bir gün kapısını çalar ve bu durumu sorar. Daha doğrusu izah ister. Akseki’nin görev alma mantığı basittir: Biz görev almasaydık na-ehiller ve veya bizim de gerimizde olan kimseler bu makamları doldururlardı ve dolayısıyla biz bu makamları kabul ederek durumun daha kötüye gitmesini engelledik. Necip Fazıl Kısakürek bu mantığı tartar lakin içine sinip sinmediği açık değildir. Kabul veya red noktasında tereddütleri olsa gerektir.
Akseki modeli Fas Dışişleri Bakanı Sadeddin Osmani’nin ‘Fi fıkhi’d din ve’ s siyase’ kitabının da konusudur. Söz konusu kitabı okuyunca tartışmalı mesele bir kez daha aklıma düştü ve kurcaladı. Kitap aslında fasit veya bozuk dönemlerde veya rejimler altında İslamcı kesimlerin siyasi ortaklığa katılıp katılmamalarını tartışıyor.
*
Fas Dışişleri Bakanı Sadeddin Osmani de aynen Ahmet Hamdi Akseki’nin gerekçesine katılıyor. Lakin mutlaklaştırmadan. Sadeddin Osmani, bu katılımın getireceği maslahat ve mefsedet (şer’i kar- zarar) oranının veya nispetinin dikkate alınarak mefsedetin ağır basmaması halinde bu tür netameli dönemlerde görev alınabileceğine hükmetmektedir. Mefsedet veya maslahat şıklarından hangisi ağır basıyorsa hüküm ona göredir. Mefsedet ağır basıyorsa bu durumda görevden kaçınmak icap eder. Maslahat ağır basıyorsa hüküm yine ona göredir. Sözgelimi bazı görevler veya makamlar zulüm işlemeye araç olabilir. Bu durumda zulüm işlemek kastıyla değil de zulmü tahfif etmek veya azaltmak kastıyla birisi o makamı kabul ederse bu niyeti makbul olur. Sadeddin Osmani’nin burada işaret ettiği husus, bu makamı isteyecek kişinin niyetinin sağlam olmasıdır. Görev aşkı veya bilinci hevaya veya nefsine göre değil fedakarlık ruhuna göre şekillenmelidir. Bu takdirde ecir alabilir. Aksi takdirde vebale neden olur.