Daha önceki yazımızda Hz. Muhammed (as) doğumundan önceki Dünyanın içinde bulunduğu karanlık durumunu kısaca izah etmiştik. Bu yazımızda da Hz. Muhammed (as)getirdiği risaletin insanlığa neler kazandırdığını bildiğimiz kadarıyla kısaca anlatmaya çalışacağız inşallah.
Allah’u Te’ala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır. “Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya 107) Evet gerçekten de dünyanın içinde bulunduğu o zifiri karanlıklarda, insanın haysiyet ve şerefinin ayaklar altına alındığı, şefkat ve merhametin olmadığı, acıma hissinin köreldiği, güçlülerin zayıfları ezmeyi kendileri için adeta doğal bir hak olarak gördüğü, kölelerin hayvan muamelesine maruz kaldığı, kadınların insan yerine konulmadığı, kısacası insani hiçbir değerin kaale alınmadığı bir dönemde, Hz. Muhammed (as)’ın Risaleti insanlık için bir şefkat ve merhamet menbaı olmuştur. Mekke’den doğan bu güneş kısa bir sürede dünyanın bir çok yerini aydınlatmıştır. Bir çok halk İslam’la müşerref olmuş, İslam’ın insanlara sunduğu İslami ve insani haklarla gerçek değerlerine kavuşmuşlardır. İslam’ı kabul etmeyenler üzerinde bile, olumlu etkilerde bulunmuş, daha sonraları insan hakları alanında özellikle Batı medeniyetine ilham kaynağı olmuştur.
İslam en başta insanları kulların kulluğundan kurtarıp, kainatın bir ve tek yaratıcısı olan Allah’a kul etmiştir. Putlara, heva ve heveslere tapma zilletinden kurtarıp, şerefli insan olma izzetini yeniden insanlara kazandırmıştır. İslam batıl ve tahrif edilmiş dinlerin esareti altında köleleştirilmiş ve köreltilmiş ruhlara özgürlük bahşetmiş ve onlara gerçek kurtuluşun yolunu göstermiştir.
İslâm, kadın hakları üzerinde titizlikle durmuş ve kadını, hiçbir sistemin veremediği müstesnâ bir makâma sâhip kılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’inde: "Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır."(Bakara 228) buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim’de bir çok ayette ana-babaya itaat emredilmekte ve sürekli ana babadan önce gelmektedir.
Peygamberimiz (as) "Kadınların haklarını yerine getirme husûsunda Allâh’tan korkunuz! Zîrâ siz onları Allah’ın bir emâneti olarak aldınız." buyurmaktadır. Başka bir hadîs-i şerîflerinde de: "Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım." buyurur. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, erkeklere, kadınlara dâimâ iyi davranmalarını tavsiye ederek: "Mü’minlerin îmân bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır." buyurmaktadır. Başka bir hadiste “cennet anaların ayakları altındadır” buyurarak İslam’ın kadına verdiği değerin önemini vurgulamıştır. Bilindiği gibi kadın aynı zamanda anadır ve toplumu şekillendiren en önemli unsurdur. İslam’da bununla da yetinilmemiş hukuki alanda, mirastan evliliğe kadar kadınların bütün hakları güvence altına almıştır.
Orta Çağ Avrupa’sında kadının ruhunun olup olmadığı tartışması yapılırken, kadın insan yerine bile konulmazken, İslam’ın kadına verdiği değerle bunları kıyaslamak bile abestir. Bugün bile sözde kadın hakları alanında en ileri medeniyet diye yutturulmaya çalışılan batı uygarlığında kadın, kapitalizmin bir sömürü aracından başka bir şey değildir. Bir arabanın pazarlanmasında bile yarı çıplak kadınlar reklam aracı olarak kullanılmaktadır. Kadınlar üzerinde yürütülen fuhuş, bir sektör haline gelmiş, devletler kadın bedeninin pazarlandığı bu sektörden vergisini alarak, fuhuş sektörünü yasal hale getirmişlerdir. Bu şartlar altında ancak akıl ve iz’an sahipleri İslam’ın kadına verdiği değeri anlayabilir.
Bunun yanında Peygamber Efendimiz (as), çocuk, yetim ve kimsesizler hakkında da bir merhamet ve şefkat sığınağı olmuştur. Hadis-i Şeriflerinde “Başı hiç okşanmamış bir yetimin başını okşayan kimseye, elinin değdiği saçlar sayısınca sevap yazılır.” (Ahmet İbn Hanbel, Müsned, V, 250) “Ben her mümine kendi nefsinden daha ileriyim, daha üstünüm. Bir kimse ölürken mal bırakırsa, o mal kendi yakınlarına aittir. Fakat borç veya yetimler bırakırsa, o borç bana aittir; yetimlere bakmak da benim vazifemdir.” (Müslim, Cuma, 43) diye buyurmuştur. Burada Hz. Peygamberin (as), aynı zamanda devlet başkanı olduğunu düşünürsek, aslında bu görevin İslam devletine ait bir mükellefiyet olduğu gerçeği ortaya çıkar.
Peygamberimizin çocuklara şefkat ve merhameti çok meşhurdur. Bir çocuğun ağlaması Peygamberimizi çok etkilerdi. Bir defasında şöyle demişti: “Ben namazı uzun tutmak isterim, fakat geriden bir çocuğun ağlamasını duyunca, annesine güçlük çıkarmamak için namazı kısa keserim.”
Bir defasında da küçük bir hizmetçi kızı sokakta ağlarken görmüştü. Yanına yaklaşıp neden ağladığını sordu. Küçük kız: “Sahibim bana un almam için 2 dirhem vermişti, onu kaybettim” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz ona iki dirhem hediye etti. Fakat çocuk ağlamaya devam ediyordu. Peygamberimiz neden ağladığını tekrar sordu. Küçük kız: “Eve geç kaldım, beni dövmelerinden korkuyorum” dedi. Peygamberimiz çocuğu evine kadar götürdü. Kapıda Peygamberimizi gören ev sahipleri hem sevindiler hem de zahmet verdikleri için üzüldüler. Peygamberimize olan sevgilerinden dolayı kız çocuğuna özgürlüğünü bağışladılar.
Peygamber Efendimizin fakir ve kimsesiz Müslümanlarla beraber oturup kalkardı. Bu da Mekke'nin kendini beğenmiş zenginlerinin canını sıkıyordu. Onlara göre fakirler ayrı bir sınıftı ve ancak kendilerine denk olanlarla beraber oturup kalkabilirlerdi. Bazı konuları görüşmek üzere Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına geldiklerinde bazı kölelerin ve fakir Müslümanların, en azından kendileri gidene kadar dışarı çıkmalarını istediler. Bunun üzerine, "Sabah akşam Rablerine dua ederek onun rızasını kazanmaya çalışanlarla beraber sıkıntılara karşı dayan. Dünya hayatının süslerine kapılıp da gözlerini onlardan ayırma." Kehf sûresi 28) ayeti kerimesi nazil oldu. Allah Teâlâ Resûl-i Ekrem'ine hitâben sen o kendini beğenmiş zorbaların dediklerine bakma. Sabah akşam sadece Rablerinin rızâsını kazanmak için ibadet edip duran o yoksul ama samimi Müslümanları, kâfirlerin sözüne bakarak yanından kovma. Allah'ın kendilerinden râzı olduğu insanlar bu yoksul ve kimsesiz mü'minlerdir. Sen hep onlarla birlikte olmaya bak. Malına, mülküne güvenip şımaran o zorba müstekbirleri kazanmak pahasına da olsa, fakir Müslümanları gücendirme, diye buyurarak ezilen, horlanan mustazaf insanlara gerçek değerini vermiştir.
Peygamberimiz savaşta çocuklara, kadınlara ve din adamlarına dokunulmamasını emreder, kılıcını atıp teslim olan savaşçılara eziyet edilmesini yasaklardı. Yine bırakın cahiliyye dönemini, günümüz çağdaş dünyasında bile İslam’ın tanıdığı bu hakların yüzde birini bulamazsınız. Sözde uluslararası savaş kurallarına aykırı olmasına rağmen, her gün ABD ve müttefiklerinin işgal ettiği yerlerde özellikle Irak, Afganistan gibi İslam beldelerinde, hedef gözetmeksizin çoluk- çocuk, kadın-ihtiyar demeden yaptıkları bombardımanlar sonucu binlerce insanı katletmekte evlerini başlarına yıkmaktadırlar. Esir ettikleri Müslümanlara Guantanamo başta olmak üzere, bir çok hapishanede yaptıkları insanlık dışı işkencelerle, insanlıktan ne kadar uzak olduklarını göstermektedirler. Batı hiçbir zaman insani olamamıştır. Vahşilik tabiatlarında vardır. Amerika kıtasında zenciler ve Kızılderililere yaptıkları insanlık dışı muamele ve soykırımlar tarihlerinde kara bir leke olarak durmaktadır. Ve bunlar sadece bir iki örnektir.
Peygamberimizin merhameti yalnızca insanlara yönelik değildi. Hayvanlara eziyet edilmemesini ister, üzerlerine haddinden fazla yük yüklenmesini yasaklardı. Yemleri konusunda hassas olmalarını Müslümanlara tavsiyelerde bulunurdu. Tehlike kaynağı olmadıkça hayvanların öldürülmesini men ederdi.
Peygamberimiz (s.a.s.), insanlara ve diğer canlılara merhamet gösterenlere Yüce Allah’ın merhametle karşılık vereceğini bildirerek şöyle buyurmuştur: “Merhamet edenlere Allah da merhamet eder, siz yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, göktekiler de size merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Tirmizî, Birr, 16)
İslam ekonomi alanında da getirdiği ilke ve kurallarla insan emeğine değer vermiş, aşırı zenginleşme ve insanın insanı sömürmesine engeller koymuştur. Para ve sermayenin insanlar arasında bir tahakküm aracı olmasını engellemiş ve bu konuda mü’minleri uyarmıştır. Allahu Te’ala Kur’an’da “... ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın. ...” (Haşr 7) buyurarak bunu dile getirmiştir. İslam ne Kapitalizm gibi insanların aşırı servet sahibi olup, bunu topluma tahakküm aracı olarak kullanmasına izin vermiş, ne de Sosyalizm ve Komünizmde olduğu gibi özel mülkiyeti yok sayarak, insan fıtratına aykırı bir yol izlemiştir. İkisi arasında orta bir yol izleyerek hem aşırı servetin insanlar üzerinde tahakküm aracı olarak kullaılmasına engel koymuş. Hem de özel mülkiyet hakkını tanıyarak insan fıtratında olan “mala sahip olma” duygusunu meşru daire içinde izin vermiştir. Ayrıca insanların emeğine ve emek vererek kazandıkları kazanca önem vermiştir. Peygamberimiz; “işçinin alın teri kurumadan hakkını veriniz” "Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir. Allah'ın nebisi Davud (a.s.) da kendi elinin emeğinden yerdi."( Buhari) diye buyurmuştur.
İslam faizi yasaklayarak, bazı insanların oturduğu yerden emek sarf etmeden, üretmeden başkalarının sırtından para kazanması yolunu kapatmıştır. Bu sayede adeta insanların kanını emen bu sömürü çarkını kırmıştır. Kazançta helal ve haram sınırlarını belirleyerek, haram yoldan mal edinmeyi yasaklamıştır. Bu şekilde hiçbir ahlaki kural tanımadan servet sahibi olmayı hedef edinen kapitalist bir sistemin oluşmasına meydan verilmemiştir.
Zekat müessesesi ile toplumdaki sınıflar arasındaki ekonomik uçurumları ortadan kaldırmaya çalışmış, bunu devlet eli ile gerçekleştirerek, zenginlerin fakirler üzerinde bir minnet yapma, ya da başa kakma sebebi yapmalarına da engel olunmuştur. Hatta zekatını vermeyenlere karşıda, bunu İslam devletine karşı bir savaş sebebi saymıştır. Çünkü o mallarda fakirlerin ve ihtiyaç sahiplerinin hakkı vardır. Bunun yanında özellikle sadaka verme teşvik edilmiş. Bazı ibadetlerin yerine getirilememesi veya bazı günahların işlenmesi durumlarında fidye veya keffaret verilmesi emredilmiştir. bunun yanında İslam devleti muhtaç ve yoksul insanların ihtiyaçlarını giderme görevini de kendi üzerine almıştır.
İslam, sermaye sahibine her fırsatta bir emanetçi olduğunu, malının gerçek sahibinin Allah olduğunu, o mallarda fakirlerin de hakkı bulunduğunu hatırlatır. Burada amaç, maddi gücün insan ruhuna sindireceği tahakküm ve zorbalık temayüllerini törpülemek, kendisinin de ölümlü olduğu bilincini diri tutmaktır. Bu şekilde malın kendisi için bir imtihan vesilesi olduğunun bilincinde olan bir insan, o malı toplum yararına kullanma konusunda daha hassas olur. Devam edecek...