Suriye meselesi İslami kesimde hem ciddi bir kafa karışıklığına yol açtı hem de görüşler karşısındaki tavırların da daha da keskinleşmesine yol açtı. Suriye rejimi ile aynı söyleme yakın duranlar yada İran politikasını destekleyip, Esed'in katliamlarını kınamayanlar Baas'çı ilan edilirken, Türkiye'nin suriye politikasını savunanlar ise karşıt görüşler tarafından Nato Müslümanı olmakla itham ediliyor. Bu iki keskin görüş arasında herkes meselenin çözüm yolunu ifade ederken kendisine göre argümanlar ileri sürüyor. Bütün bu argümanlar karşısında var olan bir gerçek varsa oda Suriye'de hala katliamların devam ettiği gerçeğidir. Bu katliam görüntüleri karşısında Esed yönetiminin çok meşru ve demokratij bir yönetim olduğunu iddia etmek haklı ve vicdani değildir.
Suriye'de Özgür Ordu'nun elbette yanlışlarını söylemeliyiz, elbette Türkiye'nin Suriye politikasını eleştirebiliriz, bütün bu eleştiriler İran ve Esed rejiminin yanlışlarını söylememize mazlum suriye halkının yanında yer almamıza engel olmamalı.
Suriye meselesinde herkes safını elbet belli etmek durumundadır. Hiç kimse bir kısım çevrelerin imkanları veya onların tanıdığı imtiyazla İran'ın Suriye meselesindeki tavrını gözden kaçırmamalıdır. Türkiye ve İran meseleye baştan beri hakem iki devlet olarak bakmalı ve buna göre çözüm üretmeliydi. Burada İran'ın Türkiye'nin bütün uluslararası toplantılarda ona arka çıkmasına rağmen Rusya ve Çin ile hareket edip Türkiye'den uzaklaşmasını da tarih elbet not edecektir.
Bu bakımdan Türkiye'de Suriye meselesinde biz "haksızlık karşısında susan hakkıyla birlkte şerefini de kaybeder" şiarından hareket ediyoruz.
RIDVAN KAYA SERT CEVAP VERDİ
Alİ Bulaç'ın Suriye meselsindeki tavrına en ciddi eleştirilerden biri Özgürder Başkanı Rıdvam Kaya'dan geldi. Kaya: "Haklı var, haksız var dedikten sonra kimin haklı, kimin haksız olduğunu açıkça ortaya koymamak nasıl bir adalet anlayışıdır? Herkes sorumlu, herkes suçlu demek netice itibariyle Esed zaliminin suçunu, günahını paylaştırıp, örtmek anlamına gelmiyor mu? İki taraftan da orantısız güç kullananlar varmış! Ne gücü, ne orantısı? Kardeşlerimiz silah için neredeyse yalvarma pozisyonuna geldiler, bizse onlara orantısız güç kullanma eleştirisi mi yapıyoruz? Bu cümlede tek bir doğru var, tarafların varlığı. Evet iki taraf var ve sayın İslamcı yazarımız ise hala ortada, safını belli etmiyor!" diyerek Bulaç'ı eleştiriyordu.
Kaya, Bulaç'a son olaark şöyle sesleniyordu: "Müslümanlara karşı bu kadar önyargılı, bu kadar mesafeli; katil Beşşar rejiminin işlediği suçlar hakkında ise bu kadar soğukkanlı ve çözüm sadedinde Baas çetesinin olumlu bir adım atabileceği konusunda bu kadar iyimser olmayı size yakıştıramıyorum."
HAMANEY'Lİ ÇÖZÜM ÖNERİSİ KIZDIRDI
Bulaç'ın bugün Zaman Gazeetsi'ndeki yazısına bir başka eleştiri de muhafazakar kesimin başka bir internet sitesinden geldi. Site yazısında "Ama şu müthiş Hamaney'in de içinde olduğu 'üçlü çözüm önerisi' insanın içini gıcırdatmaktadır.
Bu üçlüden vicdanları sızlatan dini ucuz bir şekilde ulus devlet çıkarları için kullanıp, Suriye Baas rejimi adına savaşmayı İran için 'bir fetva' ile siyasi bir mesele olmaktan çıkarıp 'dini-mezhebi' bir sorunsala dönüştüren Hamaney'den bahis açması gerçekten traji komik. Bulaç farkında değil ama doğrudan Baas rejimi adına yürüyen savaşın tarafı olan Hamaney'den Erdoğan ve Mursi ile işbirliği yapıp yine kendisiyle savaşmasını istemektedir.
Allah'tan Bulaç Filistin konusunda da bir öneri yapmıyor.
Nihayetinde Bulaç kafasına göre Filistin'de de yıllardır yanlış adımlardan dolayı bir türlü işgal bitmiyor, müslüman kanı akmaya devam ediyor. Yıllardır yanlış hesaplardan, dar görüşlü yaklaşımlardan, İsrail'i tanıyamamış olmamızdan ve neler olacağını tahmin edemediğimizden müslümanlar kan ağlamaya devam ediyor.
Bulaç kafasına göre Suriye formülünü Filistin'e uyarlarsak Bulaç'ın şunu önermekten başka yolu bulunmuyor: Netenyahu, Mursi ve Erdoğan bir araya gelsin Filistin işgaline bir son versin!" diyordu.
Peki, Ali Bulaç Bugün Zaman Gazetesi'nde ne yazmıştı:
İŞTE ALİ BULAÇ'IN YAZISI
Suriye’de hatalar (1): Yanlış okuma
Suriye’nin bu hale gelmesinde herkesin -politikacıların, yöneticilerin, bölge ülkelerinin- derece farkıyla payları var.
Büyük sorumluluk Türkiye, İran ve Suudi Arabistan’da idi, her üç ülke de kendilerinden beklenen rolü oynayamadılar. Tabii ki bu Baas yönetimini ve Esed’i birinci derecede sorumlu mevkiine koymaya engel değildir, bunun da kritiğini yapacağız.
Bu köşede üç yazıda sadece Türkiye’nin hatalarını ele almaya çalışacağız.
Başından beri altını çizmeye çalıştığımız hataları beş ana noktada toplayabileceğimizi düşünüyorum:
1) Türkiye, Suriye’nin farklı dini, mezhebi ve etnik unsurlardan müteşekkil sosyo-politik yapısını yanlış okudu. Suriye’nin nüfusu ağırlıklı olarak Sünni Arap, Kürt ve Türkmenlerden ibaret olmakla beraber, yüzde 25-30 arası Nusayri ve Hıristiyanlardan oluşmuş bulunuyor. Esed yönetimine karşı sivil-silahsız gösteriler başladığında Nusayri ve Hıristiyan unsurlar kimi zaman kaygılandı kimi zaman umutlandı. Ne zaman ki Körfez ülkelerinin aktif katılımıyla sivil muhalefet silahlı mücadeleye ve arkasından ülke iç savaş girdabına girdi, Nusayri ve Hıristiyan nüfus yönetimin yanına geçti. Ayrıca Sünni nüfusun kayda değer bir bölümü Esed’in yanında yer aldı, hâlâ da yer yer desteğini sürdürüyor. Oysa Türkiye, muhalefete bu iki unsura hukuk temelinde ve inandırıcı yollarla kontra teminatlar vermeyi telkin etmeliydi. Buna teşebbüs etmedi değil, ne var ki Körfez ülkelerinin silahlı provokasyonu bunu mümkün olmaktan çıkardı.
2) Suriye, Esed ve yönetiminden ibaret değil. Yıllardır İsrail’e karşı Filistin davasını ve Hizbullah’ı fiilen desteklemiş olan bu ülkenin İran, Irak ve Lübnan’la sıkı ve organik bağları var. Irak işgali ve Amerika’nın çekilmesinden sonra bölgede bu ülkeler arasında bir ittifak hattı oluştu ki, İran’ın Suriye ile imzaladığı stratejik savunma işbirliği gereği bu ülkeyi yalnız bırakması beklenmemeliydi. Irak da elbette İran’la birlikte hareket edecekti. Lübnan’da ise Hizbullah olmadığı kadar etkin, Hizbullah’a rağmen Lübnan’ın Suriye’de muhaliflerin yanında yer alması hayli zor.
Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte hareket edip iç savaşta taraf olunca, İran, Irak ve Lübnan’ı da karşısına almış oldu. Türkiye, sivil-silahsız muhalefetin koruyucusu pozisyonunda kalıp Körfez ülkeleriyle arasına mesafe koysaydı hem muhalefet, hem yönetim ve hem bölge ülkeleriyle diyaloğunu sürdürür, şimdi sahneye giren Mısır’la her iki tarafın şahinlerini ve dış destekçilerini köşeye sıkıştırabilirdi. Gelinen noktada görünen gerçek şu ki, Suriye’de bu üç aktöre (İran, Irak, Lübnan) rağmen bir değişiklik yapılamaz, olsa da iç savaş devam eder, duruma göre bölgesel savaş çıkar.
3) Küresel düzeyde, tam değilse de görece Soğuk Savaş dönemine dönmüş olduk. Bir yanda ABD ve Avrupa, diğer yanda Rusya ve Çin, iki kutupta toplanıyor. Suriye yeni kutuplaşmanın kendini test ettiği kritik sahadır. Rusya ve Çin hiçbir şekilde Esed sonrası Suriye’nin tamamen ABD, Anglo-sakson ve İsrail kampına geçmesine rıza göstermeyeceklerini açıkça ortaya koydular. Gerekirse bu “üçüncü bir savaş”a sebep olsa bile. Türkiye, bu küresel yeni kamplaşmanın varabileceği tehlikeli boyutları hesap edebilmeliydi. Doğru hesap edemediği gibi, Malatya’ya radar sistemini kurmakla Rusya’yı daha aktif ve kararlı bir biçimde Suriye’ye celbetmiş oldu. Türkiye, radar sistemiyle hem kendi başına hem bölge ülkelerinin başına yeni dertler açtı.
4) Suriye’nin önemli beşeri unsurlarından biri de Kürtlerdir. Kürtler ilk günden Irak Kürdistanı ve PKK ile iletişim halinde kendilerini ayrı tuttular, Kuzey Suriye’de yoğun olarak yaşadıkları bölgeyi özerkleştirmeye çalıştılar. Kuzey’de tampon bir bölge ilan edilmesi her halükarda Kürtlerin işine yarayacaktır. Bu aşamadan sonra -Esed gitsin veya kalsın-, Kürtler eski statülerine razı olmayacaklardır. Türkiye, içeride PKK, bölgede Kuzey Irak konusunda kalıcı bir mecra bulamamışken bir de “Kuzey Suriye Kürdistanı” olgusuyla karşı karşıya gelmiş oldu.
5) Esed’in birkaç hafta içinde gideceği düşünülüyordu, aradan 19 ay geçti, hâlâ ne zaman devrileceği belli değil. Türkiye, düştüğü denizde Baas’ın en güçlü ve derin elemanı Şara’nın ipine sarılma noktasına geldi ki, bu Suriye muhalefeti açısından kraker arayan diyabetli hastaya üzeri dondurmalı yaş pasta önermek gibi bir şeydir.
timetürk