Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Ali Erbaş hoca geç de olsa yapması gereken açıklamayı yaptı. Ayetlerin, hadislerin kesin ve tartışmasız olarak yasakladığı, şer-i hukukun, sünnetin, Hülefa-i Raşidinin kati uygulamalar ile ve çok ağır müeyyidelerle önünü kapattığı sapıklıkların dini boyutlarını izah eden bir açıklama yaptı. Modern tıbbın da insan sağlığına verdiği ağır zararlarını ortaya koyduğu, genel ahlakın da özellikle nesli heba etmesi ve insan fıtratını bozması boyutları ile ‘sapıklık’ olarak nitelediği ahlaksızlıklar hakkında Sayın Ali Erbaş, çok daha önceden konuşmalı ve bunu mahkûm etmeliydi.
Elbette sonuna kadar Ali Erbaş hocanın arkasındayız. Yapması gerekeni yapmıştır ve bundan sonra da ne gerekiyorsa yapmalıdır. Zira dinin de toplumun da neslin de ifsat olma ile karşı karşıya kaldığı son dönemeçteyiz. Gelişmeleri beraber takip ediyoruz; sapıklar ve sapıkların arkasında olanlar kıyameti kopardı, suç duyurularında bulunuldu, açıklamalar bir birini izledi. Ancak yine meseleyi yanlış taraftan tutup çekiştiriyoruz. Doğru yerden tartışmıyoruz. Tepkiler yanlış adrese gidiyor.
Neye üzüleceğimizi şaşırdık; açıklamanın yıllarca geç gelmesine mi, açıklamaya yapılan tepkilere ve suç duyurusuna mı, hükümetin bu sapkınlıklara yasal zeminler oluşturup yasal güvenceler oluşturmasına mı üzülelim? Hakikaten şaşırdık. Peki ya Aile bakanının bir vatandaş gibi Ali Erbaş hocaya sahip çıkmasına ne demeli? İlk günden beri İstanbul Sözleşmesinin en hararetli savunucusu, 6284 sayılı Aileyi Koruma Kanunun ilgili maddelerinin değişmesine karşı amansız mücadele veren ve süresiz nafaka düzenlemesinin beş yıla çekilmesine dahi şiddetle tepki gösteren sayın bakan, Ali Erbaş hocanın yanında olduğunu, bir vatandaş gibi twitter hesabından ifade etmiş. Oysa sayın bakan, Ali Erbaş hocaya sahip çıkmanın bir twit ile mümkün olmadığını herkesten daha iyi biliyor.
Bu konuda hassasiyet ortaya koyan çevreler, tepkilerini doğru kanala yönlendirmeli ve meseleyi doğru yerden tutmalıdırlar. Sapkın çevrelerin ve onlara yakın olanların suç duyurusunda bulunmaları, tepki göstermeleri ve ayağa kalkmaları normaldir. Kendilerinden bekleneni yapıyorlar. Asıl yapılması gereken; onlara bu dokunulmazlığı, bu zırhı, bu la yüs’elliği sağlayan odaklara, yetkililere ve elbette ki hükümete tepkiler gösterilmelidir.
Ali Erbaş hocaya sahip çıkmak isteyenler, her şeyden önce ona suç duyurusunda bulunmaya gerekçe oluşturan mevzuatı değiştirmekle başlasınlar. Aileyi Koruma Kanununu da, İstanbul Sözleşmesini de bu hükümet getirdi. Yıllardan beri toplumun kahir ekseriyeti yazıp çiziyor ve bağırıyor; bu mevzuat ile bütün değerlerimizi yitireceğiz, hassasiyetlerimiz, dini inançlarımız suç haline getirilecek deyip durdu. Ancak duyan olmadı. Sapıklığa, zinaya, flörte yasal güvenceler oluşturuldu. Öte taraftan genç yaşta evlenmek yıllarca zindanlarda çürümeye yeterli görüldü. Aileleri dağıtıldı, yuvaları yıkıldı. Şimdi Allah’ın ayetlerini savunmak dahi suç haline getirilmek isteniyor.
Umarım bu olay, hükümetin yanlışlarını anlamasına vesile olacaktır. Bu noktadan sonra hükümetin yapacağı tek şey vardır; kendi yanlışlarını düzeltsinler yeter. İstanbul Sözleşmesini feshetsinler, 6284 sayılı yasayı ya kaldırsınlar ya da ilgili maddelerini çıkarsınlar. Aile kurumu için sağlam güvenceler oluştursunlar. Bu toplum, kendi değerlerini koruyabilecek dinamiklere sahiptir. Yeter ki gölge edilmesin.