Hafta sonu Diyarbakır'da İtihadul Ulema'nın (Âlimler ve Medreseler Birliği) 3. Alimler Buluşması vardı. Buluşmada Türkiye'den ve Türkiye dışından aralarında Dr. Muhammed Ali Karadağî'nin de bulunduğu çok sayıda âlim, müderris, akademisyen ve araştırmacı bir araya geldi.
Düzenli ve verimli bir buluşmaydı. Önceki buluşmalarda sağlanmayan tercüme imkânı bu buluşmaya ayrı bir verimlilik kattı. Vesile olanlardan Allah razı olsun.
Buluşmanın en mühim yönü bir katılımcının ifade ettiği üzere böyle bir buluşmanın gerçekleşmiş olmasıydı. Yıl boyunca bir araya gelmeyen pek çok şahsiyet, bu buluşma sayesinde aynı çatı altında fikirlerini ifade etme imkânı buldu.
Buluşmanın fikren en mühim yanı ise âlimlerin, İslam'ın ifrat ve tefritten uzak bir şekilde vasat bir çizgi üzerinde, ki kimi katılımcılar gayet isabetli bir şekilde bunu Ehl-i Sünnet çizgisi olarak ifade ettiler, ittifak etmiş olmasıdır. Ehl-i Kıble'ye yönelik her tür haksızlığı, eziyeti reddeden bu geniş şemsiye söz konusu olunca ihtilaf kapısı kapanıyor, ittifak kapısı açılıyor.
Buluşmada birbirinden kıymetli sunumlar yapıldı, benim aşağıda metnini verdiğim sunumum ise Mevlana Şeyh Hâlid-i Zülcenaheyn eş-Şehrezûrî el-Bağdadî üzerineydi. Ne yazık ki Şeyh Hâlid, Türkiye'de adlarını anmaya değmeyen bazı eski radikal, yeni mealci kesimler dışında ne kadar tutulmuşsa çevre ülkelerde o ölçüde sadece Sufî çevrelere hapsolmuş, dolayısıyla istifade dışında kalmıştır. Oysa Şeyh Hâlid, Miladî 19. Yüzyılın başlarından bu yana İslam aleminde, neredeyse her İslâmi çevreyi etkilemiştir.
İmam Hasan el-Benna Hazretleri hatıratında mealen “İhvan-ı Müslimin gençliği için bir kitaplık oluşturduğumuzda ben Gazalî'nin İhyâü Ulûmi'd-Dîn eseri ile Şeyh Muhammed Emin el-Kürdî'nin Hâlidîliğin esaslarını anlatan Tenvîru'l-Kulûb adlı eserini ve Nuru'l-Envâr diye bir kitabı koydum, bunun üzerine ne eklerseniz ekleyin dedim” buyurmuşlardır. Malum olduğu üzere Tenvîru'l-Kulûb, Hâlidîliği anlatan en mühim eserler arasındadır.
Üstad Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretleri, yine mealen gençlik yıllarımda hiçbir alim başıma sarık koymadı, bana cübbe giydirmedi ama bana Şeyh Hâlid'in sarığı ve cübbesi kaldı, diye buyuruyor.
Uzaklara Cezayir'e gittiğinizde Fransızlara karşı mücadele eden Emîr el-Abdulkadir el-Cezayirî bir Hâlidî idi, bizzat Şam'a gelip Şeyh Hâlid veya onun vefatından dolayı oğlu ile görüşmüş ve intisap etmiştir.
Kafkasya'ya vardığınızda Ruslara karşı mücadele eden Kafkas Müslümanlarının önderi Şeyh Şamil, bila şüphe bir Hâlidîyye mensubuydu.
İslam âleminde Batılılaşma, laiklik biçiminde dayatıldığında iki coğrafyada fiilî bir tepkiye konu olmuştur, biri bizim bulunduğumuz şu coğrafyadır, diğeri Endonezya'nın Açe-Sumatra bölgesidir. Buradakinin Hâlidî olduğunu hepimiz biliyoruz. Ya Açe-Sumatra'daki… O da Şeyh Hâlid'in Mekke-i Mükerrreme'de Ebû Kubeys Tepesi'ne yerleştirdiği halifesinin müritlerinin eseridir.
Şeyh Hâlid, özetle sadece halkı değil, hareket adamlarını ve aydınları da etkiledi. Hatta Sosyolog Şerif Mardin, Genç Osmanlılar'ın bile aslında Şeyh Hâlid'in Kader Risalesi olarak bilinen Risâletü'l-ʿiķdi'l-cevherî eserinden etkilenerek değişime inanıp yola çıktıklarını iddia eder.
Kimdir Şeyh Hâlid?
Şeyh Hâlid Hazretlerinin asıl adı, Ebü'l-Behâ Ziyâüddîn Hâlid b. Ahmed b. Hüseyn eş-Şehrezûrî el-Kürdî'dir; daha çok Mevlana Hâlid-î Bağdadî olarak bilinmiştir. İslam dünyasına pek çok âlim yetiştiren Şehrezûr (bugünkü Süleymaniye) yöresinin Ünlü Caf aşiretindendir, soyu Hz. Osman'a (ra) kadar dayanmaktadır.
Şeyh Hâlid, Miladi 1770'li yıllardan sonra Şehrezûr'da dünyaya geldi, ilk eğitimini ailesinin yanında aldı, daha sonra Abdülkerim Berzencî'nin tedrisatında bulundu ve vefatından sonra onun yerini aldı.
Miladî 1805'e gelindiğinde Şeyh Hâlid, Şehrezûr ilim havzasının en büyük müderrisi ve alimlerinden biri olarak öne çıkmıştı. Ancak Şeyh Hâlid, huzursuzdu. Zira salt ilim, onu tatmin etmiyordu. Halkın durumu Onu mutsuz ediyordu. İdarenin durumu da iyi değildi. Zira İslam'a yüzyıllarca hizmet eden Osmanlı, artık askerlerine komuta edemeyen yaşlı bir komutan durumuna düşmüştü.
Şeyh Hâlid, bu hâl içinde hemen hemen İmam Gazzalî ile aynı yolu takip ederek Musul, Diyarbakır, Urfa, Halep üzerinden Şam'a, oradan Hicaz'a geçti. Rivayetlere göre memleketine döndüğünde oradan aldığı işaretlerle Hindistan'a uzandı, orada Şeyh Abdullah-ı Dehlevî'nin yanında sülûkunu tamamladı ve Şehrezûr'a geri döndü, orada rahatsız edilince Bağdat'a geçti, Bağdat'ta da rahatsız edilince Şam'a yerleşti ve 1825'ten sonra orada vefat etti.
Şeyh Hâlid, 1809'dan başlayarak insanların zihinleri, kalpleri, amelleri ve hiyerarşileri ile uğraştı. Bölgede daha önce hiyerarşi sadece irsî iken Şeyh Hâlid, ilim, takva ve yeteneğe dayalı bir hiyerarşiyi hedefleyerek kendisini öncelikle seçkin bir kadro yetiştirmeye adadı, “arzularına muhalefet, haramlardan sakınma ve takvaya riayet”i esas edinen seçkin halifeler yetiştirdi. Ardından sayıları 120 veya daha çoğu ile ifade edilen o seçkin kadro içindeki Halifelerini gönderebildiği her noktaya göndererek büyük bir ıslah hareketi başlattı.
Şeyh Hâlid'in eğitiminin üç ana esasından söz edilebilir: Niyette ihlas, teşkilatta edeb, halkla ilişkide muhabbet.
Şeyh Hâlid bu esaslar üzerine mensuplarını değişime inandırdı, bunun için İslam âlemini saran cebriyeci anlayışla mücadele etti, felçli elin titremesiyle sahibinin kendi iradesiyle salladığı elin hareketi aynı değildir, diyerek başımıza gelenin bizim eserimiz olduğunu, dolayısıyla bizim tarafımızdan değiştirilebileceğini beyan etti.
Şeyh Hâlid, birbirinden uzaklaşan ilimle tasavvufu kaynaştırdı; kendini şişleme, su üzerinde yürüme gibi etkilemeye dayalı olağanüstü hallerin yerine irşadı vaaz ve nasihat esasları üzerine geliştirdi. Her biri hem mürşid hem müderris olan Halifelerine, “Sizlere, Sünnet-i Seniye'ye yapışmayı, cahiliye adetlerinden ve çirkin bidatlerden yüz çevirmenizi, sofilerin şatahatlarına aldanmamanızı, avam tabakasından karışık kişilerden uzaklaşmayı, vezir, emir veya paşalarla sohbeti terk etmenizi, kuvvetli ve sıkı bir şekilde emir ve tavsiye ederim. (12. Mektup)”
“…Edeplerin en mühimleri, Şeriat-ı Garrâ'ya yapışmak, zorluklarda ve darlıkta sabırlı olmak için kendini hazırlamak, Sünnet-i Seniye'ye yapışıp çirkin bidatlerden sakınmak, kırık kalp ile Allah'a yalvarmak… dünya ve ahirette hakiki Mahbub'dan(cc) başka kalbin bir şeyle ilgisinin kalmamasını sağlamaktır.” “Gücünüzün yettiği kadar azimetleri tutunuz. Bir şeyin hepsine ulaşılmasa bile azı da bırakılmaz.” (5.Mektup) “Zor işleri komutan görüşünüzle kolaylaştırınız. Dağınık olan beldelerin ve kullarının maslahatlarını şaşmayın, isabetli fikrinizle düzeltmeye devam ediniz.” ( 11. Mektup) diye emrederek onların takip edecekleri esasları sıkıca ortaya koydu.
Buna şu izahatı ekledi:
“(Mürşid) Peygamber Efendimizin yüce sünnetine uymaya teşvik eder. Makbul olmayan bütün bidatlerden etba'ını sakındırır. Gücü yettiği kadar Selef-i Sâlihin'in izini takip eder. Dünya ve ehlinden yüz ve gönül çevirir. Dinini yaşamada hiçbir kınayanın kınamasına aldırış etmez… İyiliği emredip kötülükten nehyeder… İbadetlerini huşu ile yapmayı, farz namazları cemaat ile eda etmeyi, namazın sünnetlerini kılmayı, işrak, kuşluk, evvabin, teheccüd ibadetlerine devam etmeyi ve az uyuyup az yemeyi öğretir…
Saydığımız bu vasıflar zikri telkin, marifeti tarif ve kulları irşad için kafi değil midir? Yoksa bütün bunlarla birlikte insanların meşayıh-ı kiramdan istedikleri suda yürümek, havada uçmak, gaibden bir şeyler vermek gibi harikulade işler ve hissi kerametler göstermek mi şarttır. Halbuki… keramet mürşidin irşadı için şart değildir. (6. Mektup)
“Keramet, şeyhin daha faziletli olmasına da alamet değildir.” (Risale-i Hâlidiyye)
İnsanın insan tarafından denetlenmesini esas alarak halifelerini gerek görüşme gerek mektup üzerinden denetledi, rabıta ile de onları manen mürşide bağladı. Onun dönemine kadar tasavvuf dergah merkezli iken“Halkla meşgul olmak mürşidi Hakk'tan ayırmaz; Hakk ile baş başa iken de mürşid halktan gafil olmaz (Risale-i Hâlidîyye)” diyen Şeyh Hâlid halifelerini irşad seferlerine göndererek mürşid merkezli bir tasavvuf hareketi meydana getirdi. Böylece her biri aynı zamanda müderris olan mürşidler günlerinin bir kısmını medresede ders verme ile geçirirken diğer kısımlarını halkın arasına çıkıp irşad yaparak geçirdiler.
Böylece o seçkin halifelerin önderliğinde halk arasında büyük bir dindarlaşma başladı. Ancak Şeyh Hâlid, salt bir vaiz değildir, o irşad ettiklerini kendi hâline bırakmadı.
“… Şehvetlere dalmış, dünya lezzetleriyle lezzetlenen tüccarları, ilimlerini insanların yanında şeref kazanmaya ve dünya malını toplamaya vesile kılan ilim talebelerini, boşta durup işsizliğinden dolayı tarikata dayananları tarikata almayınız. Sâlih olmak ve müritlik adıyla ağırlıklarını insanların boyunlarına yükleyen kişileri ve dünyanın herhangi bir rütbe ve mevkisi eline geçince kaplan gibi ona sıçrayan ve değil mürid, bir halife dahi onlarla karşılaştırıldığında öfkelenen kimseleri de tarikata almayınız. Şöhret ve para kazanmak için halifelik sevdasına tutulanları da tarikata almayınız. Biliniz ki benim yanımda en sevimliniz kendisine tabi olanların içinde dünya ehli az, yükü hafif olan, fıkıh ve hadis ile en fazla meşgul olanınızdır. (12. Mektup)” gibi esaslarla teşkilatını sıkı bir düzene kavuştururken her müntesip için de uyulacak kuralları ifade ederek Batıcı bir siyaset bilimcinin ifadesiyle kurşun gibi askerler yetiştirdi.
Onun izinden giden mürşidler de toplumu ıslah etmekte büyük başarı gösterdiler ve şüphesiz ki Şeyh Hâlid'in de onun yolundan giden mürşidlerin de en büyük örneği mürşidlerin mürşidi Hz. Muhammed Mustafa salallahü aleyhi vesellemdir.