Acılar ve musibetlerin en bariz vasfı öğreticiliktir. Halk arasında ‘Bir musibet bin nasihattan iyidir’ sözü meşhurdur. İnsan diğer bütün canlılardan daha çok öğrenmeye ihtiyaç duyar. Diğer canlılar hayatlarının gerektirdiği bilgi ve becerileri üç beş ayda öğrenirken, insanoğlu için belli bir öğrenme süresi ve yaşı yoktur. Ne kadar tahsilli, bilgin de olsa, insanın öğrenmeye olan ihtiyacı bitmez.
Öğrenmek denilince, okul bilgileri veya bazı konularda yazılmış kitapları okuyarak bilgi sahibi olmak anlaşılmasın. Bilgi sahibi olmak ile öğrenmek arasında fark vardır. Diğer bir deyiş ile malumat ile ilim aynı şeyler değildir. İslam alimleri ilmi, yaşanan şey olarak görmüşler, yaşanmamış sadece okunup hafızada kalmış şeylere malumat veya müktesebat demişlerdir.
Olumsuz olaylar, hastalık, dert ve sıkıntıların insana öğrettiği şeylerin başında sabır gelir. Kur’an’ın ender kullandığı ‘müjdele’ tabirlerinden biri de sabır sahipleri için kullanılmıştır. “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!”(Bakara,155)
Sabır gibi güzel, Allah tarafından sevilmeye değecek kadar yüce bir haslet, zorluklarla mücadele, onlarla beraber yaşamaya devam etmekle ortaya çıkar. Hayatın zorluklarına bir öğretmen nazarıyla bakan hakikat ehli, bela ve acıları nimet saymış ve asla şikayet etmemişlerdir. Başa gelenlerden dolayı sızlanıp şikayet etmek, her şeyin Allah’tan geldiğine iman etmeyi öngören tevhid ilkesine aykırıdır.
Bela ve acılara niçin sabredilmesi gerektiği konusunda sözü Hz. Mevlana’ya bırakalım:
‘Kul, gece gündüz Hakk’a ağlayıp yakarır, derdinden dolayı yüzlerce şikâyette bulunur. Cenab-ı Hak da ona: ‘Ey biçare, dert ve mihnet seni doğru yola çıkarır.
Ey kusurlarla dolu olan; şikâyetini, seni bizden uzaklaştıran nimetlerden et.
Gerçekte her düşman, sana bir ilaç, faydalı ve ferahlandırıcı bir kimyadır.
Zira onlardan kaçar, Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve yardımlarına iltica edersin.
Seni Hak’tan başka şeylerle meşgul eden dostlarınsa, hakikatte düşmanlarındır.
Porsuk adında bir hayvan vardır, boyuna dayak yedikçe semirir. Onu dövdükçe daha iyileşir, sopa vuruldukça semizleşir!
Gerçekten müminin nefsi de bir porsuk gibidir, zahmet ve mihnet onu güzelleştirir, semirtir.
Bu sebepten peygamberler cevr-ü cefaya uğramış, halktan daha çok meşakkat çekmişlerdir. Zira canları da diğer canlardan daha temiz, daha üstündür. Onun için başkaları, onların çektiğini çekmedi.
Deri, ilaçlarla belâlara katlanıp, sonunda öyle Tâif derisi gibi güzelleşir.
Sen burnunu kanatmak istemezsin ama burnun kanar. Bu kanayış sana sağlık verir.
Ona acı ve keskin ilaçlar sürülmeseydi, tamamen işe yaramaz ve pis pis kokardı.
İnsan da tabaklanmamış deri gibidir; rutubetten bozulur, ağır ağır kokar.
Sen ona bol bol acı ve keskin ilaçları sür de; o, güzelleşip, temizlenip, kıymetlensin.
Buna gücün yetmezse, Cenab-ı Hak sana istediğinin dışında bir maraz verince ona rıza gösterip sabret.
Dosttan gelen belâ seni temizler. O’nun ilmi senin tedbirinden üstündür.’ (Mesnevî, IV:91-107)
Engel ve zorluklar hayatın tabiatında vardır. Bilinmelidir ki boş oturan insan zorluklarla karşılaşmaz ancak başarma ve gelişme arzusunu duyan insanlar sıkıntıya göğüs germek zorundadır. Ayrıca her sorun bir fırsattır. Mevlana bu konuyu da şöyle izah eder: ‘Dert daima insana yol gösterir. Dünyadaki her iş için, insanın içinde ona karşı bir aşk, bir heves ve dert olmazsa; insan o işi yapmaz ve o iş dertsiz, zahmetsiz olarak ona müyesser olmaz. İster dünya, ister âhiret, ister padişahlık, ister ilim, ister astronomi ve ister başka işler için olsun hepsi için, bu böyledir.’ (Fîhi Mâfih, 33)
Yazımızı Hz. Mevlana’nın çağımızdaki öğrencisi sayılan Allame Muhammed İkbal’in konu hakkındaki bir sözüyle bitirelim: ‘Allah’ım! İnsanlar seni, verdiğin nimetler için severler; bense seni verdiğin acılar ve ıstıraplar yüzünden severim!’