Zekât ve fitreleri Kuran'ı Kerim'de geçtiği üzere sadece sekiz sınıfa münhasır kılan görüşe tabi olduğumuzda, islami camialara bağlı hayır kurumlarının birçok açıdan sıkıntıya düştüğünü görürüz. Özellikle yaşadığımız ülke gibi islami hayat tarzının sadece cami, medrese ve sivil toplum kuruluşlarının faydalı çalışmalarıyla kaim olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda meselenin daha vahim olduğunu anlarız. Zekât gibi Müslümanlara ciddi manada fon kaynağı sağlayan bir ibadetle ilgili cumhura muhalefet eden, fakat kimi âlimler tarafından da caiz görülen alternatif arayışlar içerisine girmememizi zorunlu kılan bir takım sebepler vardır. Muhakkak bu sebeplerin başında, hasretle beklediğimiz ve uğrunda her şeyi göze aldığımız islami bir devlete sahip olmayışımız gelmektedir. Zira asrı saadet ve sonrasında, şuan camiaların bin bir güçlükle yaptığı faaliyetler bizzat devlet desteğiyle yapılmaktaydı. Dolayısıyla şu beş sebepten ötürü kendisine zekâtın verildiği Allah yolunda olanlar (fi sebilillah) kısmına bir de şu açıdan bakmakta fayda vardır;
Hanefi mezhebinin şart koştuğu “temlik” şartı, kişi bazen sekiz kısımdan birine dâhil olduğu halde söz konusu gerçekleşmeyebiliyor. Mesela ölen birinin borcu zekât malıyla ödendiğinde temlik gerçekleşmediği halde zekâta müstahak olabiliyor. Hâlbuki ölen kişinin temliki muhaldir. Dolayısıyla bu şart her durumda yerine getirilemeyebiliyor. Aynı şekilde “Allah yolunda olanlar” sınıfıyla sadece cihad ehli kastedilirse; cemaatten cemaate, yapıdan yapıya göreceli olan cihad anlayışı, bu kısmın dar bir alanla sınırlı kalmasına sebebiyet verecektir.
Allah yolunca cihadı sadece silah vb. edavatlarla sınırlandırmadığımızda, düşmana karşı verdiğimiz her türlü mücadele “Allah yolunda olanlar” kısmına dâhil edilebilir. Zira bazen silahla yapılamayan bir mücadele medyayla veya eğitim kurumlarıyla yapılabiliyor. Öyleyse düşmana karşı ciddi bir tehlike söz konusuyken ve bu tehlike de sadece cihadla bertaraf edilmezken peki neden diğer mücadele yöntemlerini zekâttan mahrum bırakalım ki!
Avrupa gibi son elli yıldır müslümanların yoğun uğrak mekânlarında yapılan en büyük cihad/mücadele, islamı en güzel şekilde tasvir etmek ve Müslümanlarla ilgili oluşturdukları kötü algıları silmektir. Bu da ancak maddi imkân dâhilinde mümkün olabilecek bir mücadeledir. Dolayısıyla bu çalışmaları üç beş zenginin üzerinden mi yürütmek daha isabetlidir yoksa her sene düzenli olarak zekât verme imkânı olanların verdikleriyle yapmak mı?..
Günümüzde medrese ve camilerin sahipsiz olduğu açıktır. Devletin belki cami ve Kuran kurslarıyla ilgili üstlendiği tek sorumluluk, personellerine verdikleri aylık maaşlardır. Bizler bunu her hafta Cuma sonrası camilerde “camiye veya Kuran kursuna yardım” çağrılarından biliyoruz. Dolayısıyla devletin sahipsiz bıraktığı bu tür ibadet ve islami eğitim merkezleri neyle ve kiminle ayakta kalacak?
İçerisinde bulunduğumuz bu asırda müslümanların veya Müslüman fertlerin oluşturduğu islami cemaatlerin en büyük problemi maddi imkânsızlıktır. İslami yapılar belli bir mesafeye kadar ilerleyebiliyorlar. Daha fazla ilerlemek istediklerinde ise önlerine çıkan ilk engel maalesef maddi imkânsızlık olmaktadır.
Dolayısıyla Allah'ın bu ümmete olan rahmetinden dolayı Kuran'ı Kerim'de net bir şekilde keyfiyeti izah edilmeyen “fi sebilillah” kısmını sadece cihadla sınırlı bırakmak yukarıda zikredilen hayırlı hizmetleri sekteye uğratacak, müslümanları kâfirler karşısında aciz ve güçsüz bırakabilecektir. Bu bakımdan sekiz sınıfa yeni bir sınıf eklemeden “Allah yolunda olanları” muasır bazı âlimlerimizin de izah ettiği gibi geniş açıdan değerlendirmek gerekir.