Allah’a, O’nun kutlu yoluna davet etmenin sadece bir bilgi işi olmadığını anlamak gerekir. Davetçinin, bilginin yanında güzel ahlâk, nezaket ve sosyal ilişkilerde yetenekli olma gibi vasıflara sahip olması elzemdir. Yani bu iş sıradan bir iş olmadığı gibi, bunu yapacak kişilerin de sıradan kişiler olmaması icap eder. Bu sebepten dolayı Kur’an-ı Kerim bu işin bir grup ve ekibin(ümmet) işi olduğunu belirtir. Alimlerimiz de İslam toplumunun böyle bir yapı oluşturmasının farz olduğunu belirtmişlerdir. İlgili ayette geçen emir kipi de bu görevin bir fariza olduğunu net olarak ifade eder. “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran,104)
Her şeyden önce Allah’ın dinine davet etmek gibi yüce bir işin öneminin hakkıyla bilinmesi ve bu iş için görevlendirileceklerin titizlikle seçilmeleri gerekir. Elbette ki insanları cehennemden sakındırıp, cennet yoluna sevk etmekten daha değerli, daha önemli bir iş ve görev olamaz. Kur’an bu işi yapanları “en hayırlı olanlar” diye niteler. “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız.” (Al-i İmran,110)
Öncelikle insan psikolojisinden anlamayan kişilerin bu işi yapmaları hiç doğru değildir. Ehliyetsizlik her alanda kötüdür; ama ehliyetsizliğin diyanet alanında olması tam bir fecaat ve felakettir. İşin hakkını verebilecek vasıfları taşımayanlar, çoğu kez kaş yapayım derken göz çıkarırlar maalesef. Bir kaç kitap okuduktan sonra kendisini davetçi, birkaç kişiyi etrafında topladıktan sonra da kendisini mürşit ve hatta mehdi olarak görenler yok değildir. Ne yazık ki, bu tür ehliyetsiz şahıslar, insanların dinden soğumalarının da baş müsebbibidirler.
Bugün en basit bir işe alınıp çalıştırılacak kişilerde dahi belli bir eğitim ve beceri aranıyorsa, dini sahada görev alacaklarda da o alanın gerektirdiği şartlar aranmalı, bu şartları taşımayan ehliyetsiz, liyakatsiz kişiler diyanet camiasında bulundurulmamalı ve bu konuda asla taviz verilmemelidir.
Fıkıh kitaplarına baktığımızda cami cemaatine namaz kıldıracak kişiyle ilgili “imamlık yapmanın şartları” adı altında bir başlığın olduğunu görürüz. Bu bölümde imamlık yapacak kişi için, genel dini bilgisinin yeteri seviyede olması, Kur’an bilgisinin iyi seviyede olması ile beraber ahlaki zaaflarının olmaması, kıyafetinin temizliği ve sesinin güzelliği gibi vasıfların olması gerektiğinin altının çizildiğini görürüz. Mümin kişilere bir ibadeti icra konusunda bu kadar şart gerekliyse, gayr-ı Müslimleri imana davet edecek kişinin bundan daha yüksek vasıflara sahip olması gerekmez mi?
Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi, ehliyetsiz kişilerin Allah’a davet sahasındaki tahribatlarını şu dramatik kıssa ile dile getirir:
“Sesi çok çirkin olan bir müezzin gayr-ı müslimlerin ülkesinde ezan okumaya başladı. Müslümanlar kargaşa çıkacak diye endişelenirken, bir gün bir gayr-ı müslim elinde gayet değerli bir elbise ile çıkageldi:
-O ezan okuyan müezzin, o kutlu kişi nerede, bana gösterin, onun ezanı beni rahatlattı, ona olan borcumu ödemeli, ona bu hediyeleri vermeliyim, diyordu.
Müslümanlar şaşırdılar:
-Yahu dediler, nasıl olur da o çirkin ses insana rahatlık verir?
Gayr-ı müslim şöyle anlattı:
-Benim çok güzel bir kızım var. Çoktandır Müslüman olmayı kafasına koymuştu. Ben her ne yaptıysam bundan vazgeçiremedim. Geçenlerde bu adamın sesini duyunca bana sordu: “Bu nedir, ben böylesine çirkin bir ses daha duymadım.” dedi. Ben, bu ezandır, Müslümanları ibadete çağırıyor, dedim. Bana inanmadı, birkaç kişiye daha sordu. Herkes aynı şeyi söyleyince Müslüman olmaktan vazgeçti. Ben de böylece rahatladım. Onun için bu hediyeleri getirdim. (Mesnevî, C. V, beyit: 3367 vd. )
Allah’a davet, hakka davettir.
Allah’a davet, insanlığı kurtuluşa davettir.
Allah’a davet, kardeşliğe davettir.
Allah’a davet, nefis ve arzuların esaretinden gerçek özgürlüğe davettir.
“Allah’a çağıran, dine ve dünyaya yararlı iş yapan ve "Ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet,33)