Bir davanın anlaşılması, haklı ve haksızın birbirinden ayrılması için tanım ve tanımlamalar çok önemlidir. Tanımlar: ölçek, terazi ve kıstastır. Mantıkçılar Tanımı; “Efrâdını câmi, ağyârını mâni olmalıdır”şeklinde tarif etmişlerdir. Yani bütün unsurları içine alacak şekilde birleştirici, dış unsurları da dışarı çıkaracak şekilde ayırıcı olmalıdır. Tanımın en güzeli, başka tanımlara ihtiyaç duymayandır.
Günümüzde tanımlamalar sağlıklı yapılmadığından veya tanımlar üzerinde mutabakat sağlanmadığından doğru, adil ve sağlıklı sonuçlara ulaşılamamaktadır. Bir şahıs, bir durum, bir olay üzerinden birbirinden çok farklı isimlendirmeler ve sıfatlandırmalar yapılabilmektedir.
Tarihte ve günümüzde İslam düşmanları ve emperyalist güçler kendi oluşturdukları bu tanım ve içerikleri insanlığa dayatmaktadırlar. Kendilerine karşı olan mazlum ve Müslümanları gayri meşru, müesses nizama, kanun ve yasalara karşı gelen, düzen bozucu, terörist, illegal güçler olarak tanımlamakta. Böylece zihin ve beyinler ifsat edilerek Müslümanlara karşı her türlü ambargo, zulüm ve haksızlık meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.
Yeryüzünü ifsad ve kana bulayan Amerika; kendisini meşru, insanlığa adalet ve özgürlük taşıyan kurtarıcı rolü biçerken; zulme, işgal ve talana karşı dinini, namusunu, vatanını ve onurunu savunan kahramanlara ise terörist, cani, aşırı, radikal ve asi ismini yapıştırabilmektedir.
İslam ve Kur’an için büyük bedeller ödeyen, kendi toplumuyla kenetlenmiş, meydanlara yüzbinleri toplayabilen, ailelerinin ve yaşadıkları bölgenin en sevilen ve sayılan şahsiyetlerinden müteşekkil bir camiaya “Sizin meşruiyetiniz yoktur, halk sizi kabul etmemektedir, halktan özür dilemelisiniz, yaptıklarınızdan dolayı Allah’a tövbe edin” söylemleriyle Müslüman halk nezdinde küçük düşürülmeye ve karalanmaya çalışılmaktadır.
Yıllardır siyonist zulüm altında zulmün en katmerlisini tadan mazlum Gazzeli Müslümanlara, gıda ve ilaç ulaştırmak için giden Mavi Marmara Gemisi ve yolcularını siyonist düzeni kastederek ‘müesses nizam’dan izin alınmalıydı, denilerek suçlu gösterilebilmektedir.
Bunun gibi nice örneklerle zulüm ve tuğyan üzerine kurulu diktatör ve sistemler meşru; bunlara karşı haklı mücadele eden Müslümanlar ise gayri meşru olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Böylelikle zulümlerine yeni zulümler ekleyebilsinler.
Peki, Müslümanlar açısından ne meşru, ne gayri meşrudur, meşruluğu nasıl tarif edebiliriz?
Sözlüklerde;
- Altı doldurulmuş nedenleri tanımlanmış ve kabul görmüş olan.
- Tarihsel olarak itiraz almamış ve kabul görmüş olan.
- Şeriata yani hukuka uygun olan
- Hukuka uygun ve aynı zamanda toplumca da kabul görmüş gibi anlamlar verilmiş olan ‘meşruiyet’ kavramı Müslümanlarca nasıl tanımlanmalı ve kıstası ne olmalıdır?
Meşruiyeti; kurulu müesses nizam olarak tarif edersek; Firavun, Nemrud ve Mekke şirk devletini meşru görmek ve buna karşı savaşan Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Muhammed (Allah’ın selamı üzerlerine olsun) ve Onların takipçilerini -haşa- asi, terörist olarak görmek gerek.
Meşruiyeti; sayı çokluğu, kelle sayısı ve taraftar kitlesine göre tarif edersek; tek başına bir ümmet olan Hz. İbrahim’i Nemrud’a karşı mücadele eden bir asi olarak görmek gerekecekti. Tarihin hiçbir evresinde Allah’ın Peygamberleri, dostları ve taraftarları sayı çokluğunu elde edememişlerdir. Peygamberlerden kimisine hanımı, babası, oğlu dahi iman etmemiş, taraftarları bir elin parmağını geçmemiştir. Kur’an-ı Kerim’de AllahuTeâlâ“…çoğunluğu düşünmez, akletmez, şükretmez, iman etmez” ifadeleriyle mü’minlerin sürekli sayı olarak az olacağını buyurmuşlardır. Dolayısıyla çoğunluk meşruiyet değildir.
Meşruiyeti; kanun ve yasalara uygunluk olarak tarif edersek, haklı-haksız, yanlış-doğru, adil-zalim olan tüm kanun ve yasaları meşru, tarihte ve günümüzde buna karşı çıkan Müslümanları gayri meşru kabul etmiş olacağız ki bu zulmün en büyüğü olacaktır. Kaldı ki bu kanunlar her gün değişmekte, yapanlar dahi adil olmadığını söylemektedirler.
Öyle ise meşruiyetin başka bir ölçüsü olmalı ki, zamanın mekânın ve kemiyetin esareti altına girmesin. Bu ölçü meşruiyetini insanlığın birikiminden almalı, insanlığa yol gösteren mutlak aklın ölçüleri ile çatışmamalı ve sahibine karşı dahi kayırmacılık yapmayan hakem unvanına sahip vicdanı sızlatmamalı… Böyle bir ölçüyü ise ancak ve ancak mutlak ilim sahibi ve aklın yaratıcısı olan Allahu Teâlâ tarafından belirlenebilir.
Biz Müslümanlar için hangi zaman ve mekân olursa olsun, Allah’ın ve Resulünün çizdiği yolu ölçü, müesses nizam ve yegâne meşruiyet kabul ediyoruz. Bunun dışında meşruiyet kabul etmiyoruz…