مَا كَانَ لِلْمُشْرِكِينَ أَن يَعْمُرُواْ مَسَاجِدَ الله شَاهِدِينَ عَلَى أَنفُسِهِم بِالْكُفْرِ أُوْلَـئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ*
إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللَّهِ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخر وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَلَمْ يَخْشَ إِلاَّ اللَّهَ فَعَسَى أُوْلَـئِكَ أَن يَكُونُواْ مِنَ الْمُهْتَدِينَ
Müşrikler kendi inkârlarına kendileri şahit olup dururlarken Allah’ın mescidlerini imar etmeleri mümkün değildir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir. Ve onlar ateş içinde ebedi olarak kalacaklardır.
Allah’ın mescidlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekatı veren ve Allah’dan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.
Mescidler İslam’ın ve Müslümanların tartışmasız en önemli kurumlarıdırlar. Hatta bütün kurumların kendisine bağlı olduğu ana kurumdur. Mescidden kazara ayrılmış ve yeni bir kurum hüvviyetini kazanmış Müslümanların yönetim merkezi dahil, komutanlıklar ve bakanlıklar da bu ana kuruma, mescide bağlıdır. Kazara diyoruz zira Müslümanların yönetim merkezi mescidlerdir. Modern tabirle parlamento/Müslümanların yönetim merkezi değil mescidden kopuk bir kuruma dönüşmesine yeni bir kurum olarak oluşturulması bile sakıncalı bir durum iken mescidden kopuk bir kuruma dönüşmesi asla düşünülemeyecek bir felakettir.
Mescidlerin dışına taşınan her kurum sekülerleşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Hatta bir kurumun mescidlerin dışına taşınma ameliyesi o kurum için sekülerleşme yolunda atılmış ilk adımdır. Gerisi maalesef amiyene tabirle çorap söküğü gibi ardından geliyor. İlim merkezleri de böyle, hatta sağlık kuruluşları bile bu hükmün istisnası değildir, olamazlar da… İslam’ın, hayatın hiç bir alanını boş bırakmadığı hakikatini göz önünde bulundurursak, bunun böyle olduğunu sarih bir şekilde göreceğiz. Belki de İmam Şafii rahmetullahi aleyhin; “Biz tıbbı dini ilimlerden saymamakla ilmin yarısını gayr-i müslimlere terk ettik” sözü bilimin büyük bir kısmının sekülerleşmesinin yolunun açılması bağlamında yapılmış bir serzeniştir.
Mescidler de Kabe-i Muazzamanın birer şubeleridirler. Belki bu hükmün işmam ettirilme hikmetine binaen Allahu Teala konumuzun merkezine aldığımız ayet-i kerimede sebeb-i nüzul Kabe olduğu halde Kabe özel ismi yerine mesacid(mescidler) ibaresine kullanıyor.
Mescidlerin ehemmiyetini iyi kavramış seleflerimiz de bu ehemmiyetine binaen hareket ve hizmetlerinin merkezine mescidleri almışlar. Mescid odaklı oldukları oranda Müslüman halk arasında kabul görmüş, hareketler de kendilerini başarılı görmüşlerdir. İslami camialar mescidleri merkez edindiklerinde mesuliyet duygusundan yana mutmain olmuş, hareketin kararlarının isabetinden emin olmuşlar.
Bu kadar mühim bir kurumun ehil olmayanlar eliyle inşa edilmesi düşünülemez. “Adedü’s süeda seyyidül üdeda (Seyyidlerin/efendilerin adedi adetlerin seyyididir)” hakikati de göz önünde bulundurulduğu zaman, ancak büyük adamlar tarafından inşa edilebileceği ortaya çıkacaktır. Camiden daha ehemmiyetli ve önemli bir kurum olmadığına göre bu kutlu kurumun ehil olmayanlar tarafından inşa edilmesi düşünülemez.
مَا كَانَ لِلْمُشْرِكِينَ أَن يَعْمُرُواْ مَسَاجِدَ الله شَاهِدِينَ عَلَى أَنفُسِهِم بِالْكُفْرِ
“Müşrikler kendi inkârlarına kendileri şahit olup dururlarken Allah’ın mescidlerini imar etmeleri mümkün değildir.”
Şirk Alllah’ın affedemeyeceği bir günah, bir eksikliktir. Bu kadar eksik ve insaniyetten uzak, üstelik bunlar kendileri aleyhinde şahit olup dururlarken böyle mukaddes bir kurumu inşa etmeleri düşünülemez. Bunlar ancak Dırar vasfı ile muttasıf, mescid olmaktan fersah fersah uzak, derleyip toplamak yerine dağıtıp yozlaştıran mekanlar inşa ederler.
Bu mukaddes kurumları inşa edecek kalitedeki insanların kalitelerini Allahu Teala hemen ardından gelen 18. Ayette ifade ediyor.
إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللَّهِ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخر وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَلَمْ يَخْشَ إِلاَّ اللَّهَ
“Allah’ın mescidlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekatı veren ve Allah’dan başkasından korkmayan kimseler imar ederler.”
آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخر
“Allah’a ve ahiret gününe inanan”
Allah’a ve ahiret gününe iman, iman esasları içerisinde bir birine en muteallik olan en önemli iki unsurdur. İman, kalbi ibadetlerin efendisidir. İman ibadeti içerisinde Allah’a iman kendisinden daha önemli başka bir hakikatin olmadığı bir hakikattir.
Ahirete iman ise Allah’a iman hakikatinin fonksiyonel olarak mütemmimidir. Zira sonsuz kudret sahibi Allah’a iman hakikatinin fonksiyonunun icra edilebilmesi bir gün mutlaka o sonsuz kudret sahibi ve hesap soran Zat-ı Akdesin huzuruna varıp hesap verileceğine dair imandır. Bu da ahirete imandır.
وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ
“Namazı kılan, zekatı veren”
İman kalbi ibadetlerin efendisi olduğu gibi namaz da bedeni ibadetlerin efendisidir. Kalbi amellerde bütün ameller Allah’a iman hakikatine raci olduğu gibi bedeni amellerde de bütün ameller namaza racidir ve namaz ibadetinin daha güzel ifa edilmesi için vardır.
Zekat ise mali ibadetlerin efendisidir.
Tıpkı Allah’a iman ve ahirete iman hakikatlerinin birbirinin mütemmimleri olduğu ve bu hikmete binaen Kur’an’da yan yana kullanıldığı gibi namaz ve zekatta birbirinin fonksiyonel mütemmimleridirler ve bu hikmete binaen birlikte kullanılmaktadırlar.
Görüldüğü gibi Kur’an-ı Kerim bu mukaddes kurumu mamur edecekleri tavsif ederken insanlığın zirvesine taşıyan sıfatları onlara yakıştırmaktadır. Hem kalbi hem bedeni ve hem de mali amellerin en faziletlilerinin şahsiyetlerinden sudur ettiği yüce şahsiyetli insanlar olduklarını, olmaları gerektiğini salık vermektedir. Öyle ise mescid kurumunu mamur kılma iddiasında olan ve bu davayı güden erlerin evvel emirde üzerinde durmaları gereken husus o yüce erdemlere haiz olma ideali olmalıdır. Bundan sonra ancak bu mukaddes görev hakkıyla icra edilebilecektir.
Son sıfat olarak da;
وَلَمْ يَخْشَ إِلاَّ اللَّهَ
“Allah’tan başkasından korkmazlar.”
Burada şu hususa dikkat çekmekle iktifa edeceğiz. Dikkat edilirse Allahu Teala bu yüce erdem sahiplerini Allah’tan korkmakla değil, Allah’tan başka hiç kimseden korkmamakla tavsif ediyor. Yani onların korkusuzluk vasfını ön plana çıkarıyor. Zira mescid merkezli bir dünya inşa etme davasında olma o kadar büyük bir iddiadır ki, tüm dünyayı karşısına almayı gerektiriyor. Bu da ancak korkusuzluk vasfını haiz olmakla icra edilebilecek yücelikte bir görevdir. Allah’tan başka herhangi bir şey dolayısıyla kalbinde ufak bir korku taşıyanın bu kutlu vazifeyi icra etmesi mümkün değildir.
Mescidlerin mamur edilmesi hususuna gelecek olursak… Asri müfessirlerin hepsi şu açıklamayı dillendirirler; “Mamur etme, mescidlerin asli fonksiyonlarının icra edilmesi ile olabilen bir şeydir. Yoksa duvarlarının dikilmesi, çatısının çatılması ile yapılabilecek bir şey değildir. Fonksiyonlarının icra edilmesi ise ibadetlerin edası, başta Kur’an eğitimi olmak üzere dini ilimlerin tahsil edildiği mekanlara dönüştürülmesi, halkın sosyal ve bireysel sorunlarının çözüm mercii olması vb. Fonksiyonların icra edildiği mekanlara dönüştürülmesi ile mümkündür. Kısacası mescidlerin hayatın merkezinde bulunduğu bir fonksiyona kavuşturulması ile mümkündür.”
فَعَسَى أُوْلَـئِكَ أَن يَكُونُواْ مِنَ الْمُهْتَدِينَ
“İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.”
İşte böyleleri ancak o tüm müminlerin bütün ömürleri boyunca her gün günde en az on yedi kere bıkmadan usanmadan Allah’tan tek dilekleri olan hidayete ulaşmış olurlar.
Mealde her ne kadar فَعَسَى kelimesi lügat manası olan umma olarak çevrilmişse de Zamahşeri ve onun dengi büyük müfessirlerin de ifade ettiği gibi Allah’ın kullarına va’di konumunda kullanıldığı zaman kesinlik ifade etmektedir.
Son bir anekdot düşerek konumuzu sonlandıralım. Her şeyin mefhumu muhalefeti alınmaz belki ama bu ayetin mefhumu muhalefetinden şöyle bir hüküm çıkarılırsa yanlışa düşülmüş olunmaz.
İster fert ister cemaat planında olsun, mescidleri mamur edenler hem bu yüce sıfatlarla muttasıftırlar hem de Allah’ın şehadeti ile hidayet üzeredirler.
Hidayete tabi olanlara selam olsun.
Mehmet Zeki Ergin