Ebu Hüreyre radiyallahu anh’dan rivayet edilmiştir. O dedi ki: “Resulullah(as) şöyle buyurdu: “Allah’u Teâla buyurdu ki: Kim benim bir velime (dostuma) düşmanlık ederse ben ona harp ilan ederim. Kulum, kendisine farz kıldığım şeyden nezdimde daha sevimli bir şey ile yaklaşmamıştır. Kulum, nafile ibadetlerle de -ben onu sevinceye kadar- durmadan bana yaklaşır.
Ben onu sevdiğimde onun duyan kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse mutlaka ona veririm. Bir şeyden dolayı bana sığınırsa kesinlikle onu korurum.” (Buhari) Bu Kudsi Hadis büyük bir hadis olup sülük, Allah Tebareke ve Teâlaya yaklaşma ve O’nun marifetine ulaşmada bir hüccettir. Zira bu hadis-i şerifte şanı yüce Rabbimiz; Allah dostlarına yaklaşmanın husule geldiği ve Allah’a yaklaşmakla hâsıl olan muhabbetullah’ın paha biçilmez neticelerini bize bildirmektedir.
İmam Nevevi rahimehullah: “Bu hadisi şerifte geçen veliden kasıt Mü’min kimsedir. Allah-u Teala ‘Allah iman edenlerin velisidir’ (Bakara: 257) buyuruyor. Kim bir Mü’mine eziyet verirse Allah ona savaş açar. Allah bir kuluna savaş açarsa onu helak eder. Bu nedenle insan herhangi bir Müslüman’a eziyet ve zarar vermekten kaçınmalıdır” demektedir. (Kırk Hadis Şerhi)
İbn-i Hacer de şöyle der: “Allah’ın velisinden kasıt; Allah’ı iyi bilen, her zaman Allah’ın itaatinde olan ve ibadetinde ihlâslı olan kimsedir.” (Fethül Bari C.11)
Şeyh Mansur ise şöyle der: “Veli, Takva sahibi Mü’mindir. Zira Allah Teala şöyle buyurur: Dikkat edin! Hiç şüphesiz Allah’ın veli kullarına hiçbir korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaklardır. Onlar ki iman etmişler ve günahlardan sakınmaktadırlar. Dünya hayatında da ahirette de müjde onlaradır.” (Yunus: 62-64)
Allah’ın velisi güzel ibadetiyle Allah’a olan dostluğunu ortaya koyunca Allah Teala’da lütuf ve muhafazasıyla dostluğunu izhar eder. Bir veliye düşmanlık edip eziyet veren kimseyi, Yüce Allah şiddetli gazabıyla ve ahirette onu helak etmekle tehdit eder. (Gayet-ül Me’mül-Tac Şerhi)
Şeyh İbrahim bin Atiye de şöyle demektedir. “Veli, isyanın içine hiç karışmadığı halis ibadet ve takva ile Allah Teala’ya yaklaşan kimsedir. Veya Allah Teala’nın daha ziyade imdat ederek yardım ettiği ve bir an bile onu nefsiyle baş başa bırakmadığı kişidir.”
Bir kimsenin veli olduğu; devamlı itaat etmesi nehy edilen şeylerden uzak durması ve lezzetlere dalmaktan yüz çevirmesi ile bilinir. Hz. Ali keremellahu vecheh şöyle der: “Allah’ın velileri; uykusuzluktan yüzleri sararmış, aşırı gözyaşı akıttıklarından gözleri fersiz kalmış, açlıktan karınları inmiş ve susuzluktan dudakları kupkuru kesilmiş kimselerdir.” Ancak bu söylenenler kâmil veli hakkındadır ki, Hz. Ömer (ra)’in Resulullah(as)’dan rivayet ettiği şu hadis-i şerifte zikredilen kimselerdir: “Allah’ın kullarından öyleleri vardır ki Nebi ve şehid olmadıkları halde Allah Teâla nezdindeki mertebelerinden dolayı nebi ve şehidler onlara gıbta ederler. ‘Bunlar kimlerdir ve hangi amelleri işliyorlar? Ey Allah’ın Resulü! Bize bildir. Umulur ki onları severiz’ denilince şöyle buyurdu: Aralarındaki akrabalıktan ve birbirilerine verdikleri maldan dolayı değil de sadece Allah rızası için birbirini seven kimselerdir. Allah’a yemin ederim ki kıyamet gününde yüzleri nurlu olur ve nurdan minberler üzerinde olurlar. İnsanlar korktuklarında onlar korkmazlar ve insanlar üzüldüklerinde onlar üzülmezler.”
Velayetin aslı ise her iki şehadet kelimesinin söylenmesiyle hâsıl olur. Bundan ötürüdür ki ariflerden bazıları şöyle demişler: “Lailahe illallah ehline düşmanlık etmekten sakın. Şüphesiz onlar için Allah Teala’nın umumi velayeti vardır. Dünya kadar hata yapsalar dahi Allah’ın dostlarıdırlar. Allah’a şirk koşmazlarsa Allah Teâla dünya miktarınca mağfiretle karşılar onları. (Futuhet-ül Vehbiyye)
Fakihâni der ki: “Bu hadis-i şerifte şiddetli bir tehdit vardır. Zira Yüce Allah bir kimseyle savaşırsa onu helak eder. Ayrıca hadis-i şerifin bu cümlesinde beliğ bir mecaz vardır. Çünkü Allah Teâla’nın sevdiği kimseden hoşlanmayan kişi Allah Teâlaya muhalefet eder. O’na muhalefet eden O’nunla inatlaşmış olur, Allah Teâla ile inatlaşanı Allah helak eder.” (Fethül Bari C.11)
Tûfi ise şöyle der: “Allah Teâla şöyle bir adet icra etmiştir: Düşmanın düşmanı dosttur, düşmanın dostu da düşmandır. O halde Allah’ın velisinin düşmanı Allah’ın düşmanıdır. Allah’ın velisine düşmanlık eden O’nunla savaşmış gibi olur. O’nunla savaşan Allah Teala ile savaşmış gibi olur.” (a.g.e)
Ebu Turab Nahşebi şöyle demiştir: “Bir kimse Allah Teâla’dan yüz çevirmeye alışırsa Allah Teâla’nın velileri hakkındaki düşmanlık musibeti başına gelir.” Ayrıca İslam âlimleri, “Allah’ın velilerine eziyet vermek, eziyet verenin akıbetinin kötü olacağına alamettir” demişlerdir. (El- Mecalis-üs Seniyye)
Düşmanlık yönünden tehdit sabit olduğu gibi dostluk yönünde de onun zıddı sabittir. Yani Allah Teâlanın velilerine dost olana Allah-u Teala ikram eder.
Hadis şarihlerinin dedikleri gibi buradaki tehdit, Allah’ın velisine ‘Allah’ın velisi’ olduğu için düşmanlık yapan kimse içindir. Bir hak talebinde bulunmak veya bilinmesi gereken bir meselenin ortaya çıkarılması için yapılan tartışma ve mahkemeler bu tehdidin kapsamına girmezler. Zira bu gibi durumlar sahabe arasında da vaki olmuştur.
Hadis-i Şerifin: “Kulum, kendisine farz kıldığım şeyden nezdimde daha sevimli bir şey ile bana yaklaşmamıştır” cümlesinde, farzı yerine getirmenin, nafilelerin en faziletlisinden daha faziletli olduğuna delil vardır. Zira hadis-i şerifte buyrulmuştur ki: “Farzın sevabı nafilenin sevabından yetmiş defa fazladır.” (İmam Nevevi)
İbni Atiye şöyle der: “Allah nezdinde farzlar nafilelerden daha sevimlidir. Zira farzlar hakkındaki emir kesindir. Ve farzlar, zımmında iki şeyi barındırır; yerine getirilmelerinde sevap vardır, terk edilmelerinde de ceza vardır. Nafileler ise öyle değiller. Haklarındaki emir kesin değil, yerine getirilmelerinde sevab var ama terk edilmelerinde ceza yoktur.” Ayrıca farzların, emredildikleri şekilde yerine getirilmesinde emre imtisal, âmire hürmet ve ta’zim, Rububiyetin azametini ve kulluğun acizliğini izhar vardır. (Futuhat-ül Vehbiyye-El Macalis-üs Seniyye)
İbn-i Hubeyre der ki: “Hadis-i Şerifin bu cümlesinden şöyle bir mana çıkarılır: Nafileler farzların önüne geçirilemez zira nafile ismini almalarının nedeni farzlara ilave olarak yapılmalarıdır. Farzlar eda edilmeyene dek nafileler hâsıl olmazlar. Kişi farzlardan sonra nafileleri de yerine getirir. Ve buna devam ettirirse Allah Teâla’ya yaklaşmayı irade ettiği gerçekleşmiş olur. Ayrıca sünnetlerin meşru kılınmalarının bir nedeni de farzları tekmil etmeleridir. Anlaşıldı ki nafilelerle yaklaşmanın şartı farzları eda eden kişiden sadır olmalarıdır, farzlara halel getirenden değil. Bu nedenle bazı büyük zatlar demişler ki “Farzlarla meşgul olduğu için sünnetleri yetiştiremeyen mazurdur. Sünnetlerle meşgul olduğu için farzları yetiştiremeyen ise mağrurdur.” (Feth-ül Bari)
Ebu Kasım el-Kuşeyri rahimehullah şöyle der: “Kulun Rabbine yaklaşması evvela imanla, sonra da ihsanla olur. Rabbin kuluna yaklaşması ise dünyada has irfanıyla, ahirette rızasıyla, bunların arasında da lütuf ve nimetlerinin vücuduyla olur. Rabbin ilim ve kudretiyle yakın olması umumidir. Lütuf ve inayetiyle yakın olması bazı has kullarına hastır, ünsiyetiyle yakın olması ise evliyalara hastır. (Futuha-ül Vehbiyye)
Âlimler farzlarla birlikte nafileleri de yerine getiren ile getirmeyene şöyle bir misal vermişlerdir: Bir adam iki hizmetçisine meyve almaları için birer dirhem (para) verir. Biri meyveyi alıp bir sepete bırakır üzerine de efendisinin hoşlanacağı güzel kokulu reyhan ve benzeri bitkiler bırakır ve efendisinin önüne getirir. Diğeri ise meyveleri alıp eteğine doldurur ve getirip efendinin önünde yere döker. Her iki hizmetçi de efendilerinin isteğini yerine getirdiler. Ancak biri kendi isteğiyle sepet ve kokuyu da eklediği için daha fazla efendisinin sevgisine nail olmuştur. Aynen öyle de farzlarla birlikte nafileleri de kılan kimse Allah-u Teala’nın daha ziyade sevgisine nail olur. (İmam Nevevi)
Allah-u Teala’nın kulunu sevmesi “Kulu için hayrı murad etmesidir. Zira Allah, kulunu sevdiği zaman onu kendi zikir ve ibadetiyle meşgul ettirir, onu şeytandan muhafaza eder, tüm azalarını ibadetinde isti’mal ettirir, Kuran’ı Kerimi ve zikri dinlemeyi ona sevdirir, gayr-i meşru müzik ve çalgıları dinlemeyi nefret ettirir, Allah Teâla’nın haklarında: “Boş şeyleri işittiklerinde ondan yüz çevirirler.” (Kassas: 55) buyurduğu kimselerden kılar ve gözlerini haramdan muhafaza eder, onun bakışı tefekkür ve ibret için olup gördüğü tüm varlıkları yaratıcısının varlığına delil kılar.
İbret almak; yaratılanlarda tefekkür ederek Yaratanın kudretine varmaktır. Yaratanın kudretini kavrayınca O’nu tesbih, takdis ve tenzih eder, elleri ve ayaklarıyla yaptığı tüm hareketleri Allah Teâla için olur. Böylece hareketleri, duruşları ve diğer tüm davranışları karşılığında mükâfat alır. (İmam Nevevi, Erbain Şerhi)
Allah Teala hadis-i şerifin devamında “Ben onu sevince onun duyan kulağı, gören gözü tutan eli ve yürüyen ayağı olurum” buyuruyor. Yani Farz ve nafile ibadetlerle kulumun kalbi marifetimle dolup taşınca ve velayetimin nurları üzerine doğunca onun kulağı, gözü, eli ve ayağı olurum.
Bunun da birkaç manası vardır:
1- Kulağını, gözünü, elini ve ayağını şeytandan muhafaza ederim. (İmam Nevevi)
2- İşitmesi, görmesi, tutması ve yürümesi esnasında onun kalbinde olurum. Beni hatırlayınca benim dışımda birisine amel etmekten sakınır. (İmam Nevevi)
3- Yalnızca zikrimi dinler, kitabımı okumaktan zevk alır, münacatımla ünsiyet eder, mülkümün acaibinde ibret nazarıyla bakar, elini sadece rızam ve sevgimin olduğu şeylere uzatır, ayağıyla da ancak böylesi yerlere gider. (Fakihânî)
4- Ona yardım etmede; kulağı, gözü, eli ve ayağı gibi olurum. Kısacası bu tabir mecaz olup Yüce Allah’ın, kendisine yaklaşan kuluna yardım etmesinden, onu teyid etmesinden ve bütün işlerini üzerine almasından kinayedir.
Bir kimse bütün hallerinde; sözlerinde, fiillerinde, hareket ve davranışlarında Yüce Allah’a kul olunca Rabbani bir kul olur. Her nerede Rabbinden istese ona verir. Hadis-i Şerifin son cümleleri de bunu ifade etmektedir. “Eğer benden (Dünya veya ahiret ile ilgili) bir şey isterse mutlaka ona veririm. Ve eğer bir şeyden dolayı bana sığınırsa kesinlikle (korktuğu şeyden) onu korurum.”
Büyük zatların hayatlarında bunun birçok örnekleri mevcuttur. Ancak bazen büyük zatlar da ısrarla bir şeyi istedikleri halde istekleri yerine getirilmiyor. Bunun sebebi icabetin değişik şekillerde olmasıdır. Bazen istenilen şey aynen verilir, bazen de bir hikmete binaen ertelenir ve bazen de istenilenin dışında bir şey verilir. Çünkü istenilen şeyde ya maslahat yoktur ya da onun yerine verilen şeyin maslahatı daha çoktur. (Futuhaül Vehbiyye)
Yüce Allah bizleri s evgisine mazhar olanlardan eylesin.! Âmin.
İnzar Dergisi