Müslümanların genel anlamda Almanya ile kötü hatıraları yoktur. Haçlı Seferleri'nde bir Alman varlığı söz konusu olmuşsa da Haçlı Seferleri, Almanlarla değil, Fransızlarla özdeşleşmiştir. Ki Müslümanlar, Haçlılar için Frenkler demişlerdir.
Sömürge döneminde de İngiltere ve Fransa'nın aksine Almanya, İslam dünyasına açılmamış; Müslümanlarla Almanlar arasında bir savaş yaşanmamıştır.
I. Dünya Savaşı'ndan önce Prusyalı büyük devlet adamı Prens Bismarck, Müslümanları memnun edecek bir söylem geliştirmiştir.
Sultan II. Abdülhamid Dönemi'nin sonlarında Almanya Kralı II. Wilhelm'in Kudüs ziyareti, doğrudan emperyalist emellerle ilişkilendirilmemiştir.
I. Dünya Savaşı'nda hatalı bir kararla da olsa Osmanlı Devleti ile Almanya müttefik oldular, birlikte yenildiler.
II. Dünya Savaşı'nda dünya Müslümanlarının büyük bir kesiminin gönlünün Hitler'in zaferinden yana olduğu, en azından Hitler'in yenilgisinin İslam dünyasında üzüntüyle karşılandığı malumdur.
Bununla birlikte Almanya, İslam'ın giremediği, girişinin yüzyıllar boyunca engellendiği eski Katolik ve sonra kısmen Protestan coğrafyalardan biridir.
Müslümanlar, Almanya'ya kitleler hâlinde, II. Dünya Savaşı'nda ülkenin sanayisinin tahrip olması ve insan kaynaklarının bu tahribatı giderecek güçte olmaması üzerine yerleştiler.
Türkiye gibi ülkelerden Almanya'ya giden ilk Müslümanlar, Almanya'nın bu ihtiyacı doğrultusunda coşkuyla karşılandılar.
Almanya'ya ilk giden Müslümanların bir kısmı İslam'ın pratikliğini yaşama açısından bir bunalım içinde kalırken bir kısmı ise İslam'a sıkıca sarıldı, orada örnek bir İslam toplumu oluşturdu. İslam, kılıçla giremediği Almanya'ya işçi teriyle girdi. İşçilerin örnek yaşamı ve davetleri ile pek çok Alman da İslam'la şereflendi. Neticede Almanya'da büyük kısmı göçmenlerden, bir kısmı yerli büyük bir İslam toplumu oluştu.
Bu oluşumla birlikte İslam'ın Almanya'daki yeri de tartışılmaya başlandı. Bundan böyle Almanya'da İslam, bir göçmenler dini olarak mı görülecekti yoksa Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi bir Almanya gerçeği olarak mı kabul edilecekti?
Almanya, seküler bir devlettir, dolayısıyla Hıristiyanlık ve Yahudiliğe müdahale etmiyor. Söz konusu dinlerin kurumları, dini hizmetlerini kendi üst kurumlarının yaptıkları programlarla kendileri yürütüyor.
İslam hilafetinin bulunmamasından dolayı Müslümanlar için bir üst kurum söz konusu değildir. Dolayısıyla İslamî hizmetlerin programlanıp yürütülmesi, Almanya'daki her Müslüman toplumun kendisine veya o toplumun ait olduğu ülkenin resmi kurumlarına kalmaktadır. Bu durum, Alman Müslümanlarını açıkta bıraktığı gibi Alman olmayan Müslümanlardan seküler ülkelerden gelenleri de bir dizi sorunla baş başa bırakıyor.
ALMANYA'DA İSLAM'IN SORUN OLARAK GÖRÜLMESİ
1980'li yıllara kadar Alman Müslümanların sayısının az olması, göçmen Müslümanların ise kendi kurumlarını sorunsuzca idare etmeleriyle Almanya'daki Müslümanlar önemli bir sorun yaşamadılar. Almanya'da İslam'ın sorunlar kapsamına doğru çekilmesi, 1980'li yıllarla birlikte Alman Müslümanların sayısının artması ve seküler ülkelerin, vatandaşlarının Almanya'da radikalleştiklerine dair şikayetleri ile başladı.
2000'li yıllarda ise Almanya'da İslam açıkça bir sorun olarak görüldü. Bu sorunun bir kısmı, Avrupa'da ekonomik sorunlar ve işsizlikle ilgili olarak göçmenlerin Alman toplumu tarafından ötekileştirilmesiyle ilgiliydi. Ki sorunun bu yönü kısmen İslam'dan bağımsızdı. Almanların bir kısmı ekonomik sorunlardan şikâyet ediyor ve bunun göçmenlerden kaynaklandığını iddia ediyordu. Sorunun diğer bir kısmı ise Almanya'da milliyetçiliğin yeniden canlanması ile göçmenlerin Alman toplum yapısını bozduğuna dair şikâyetlerin artmasıyla ilgiliydi.
Almanya'da İslam'la ilgili asıl sorun ise,
1. Yahudiliği hedef alan Alman ırkçılığının ustalıklı bir toplum mühendisliği ile İslam düşmanlığına yönlendirilmesi
2. Almanya'da genç Müslümanların “vatansız cihadçı gruplar”a katılmasıyla kendini göstermeye başladı.
Diğer Batı ülkeleri gibi Almanya da söz konusu grupları “uluslararası İslamcı terörizm” başlığı altında değerlendiriyor ve gençlerin bu gruplara katılmasının engellenmesini devletin vazifeleri arasında görüyor.
Almanya, İslam'la ilişkisini dizayn etmek üzere ilk kez 2006'da dönemin İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble'in öncülüğünde bir Alman İslam Konferansı düzenledi.
Söz konusu konferans, Almanya'da yaşayan Müslümanlar ve Alman devleti arasında kurumsal bir diyalog platformu olarak tanımlandı. Varlık amacı “Müslümanların dini ve toplumsal siyasi entegrasyonunun sağlanması ve Almanya'da yaşayan insanların daha iyi bir şekilde bir arada yaşaması” olarak verildi. O konferansta, İslamî kesimlerle sorunlu olan seküler çevrelerin katılımı sınırlı tutuldu, buna karşı, Müslümanların belli başlı kuruluşları bir araya getirildi. Katılımcılar, konferansta din dersleri, Müslümanların Almanya'ya entegrasyonu ve güvenlik sorunlarını ele aldılar.
2008 ve 2009'da da birer İslam Konferansı düzenlendi. Bu konferanslarda ise
“-Toplumsal birliktelik ve Almanya'da yaşayan Müslümanların uyumu
-Günlük yaşamda değerlerin uyuşması
-Devlet okullarında Almanca İslam derslerinin verilmesine başlanması
-Camilerin yapımı ve kullanımı
-Günlük okul hayatında dini nedenlerle oluşan sorunlar
-İmamların eğitimi
-Almanya yüksek okullarında İslam ilahiyatı kürsülerinin kurulması
-Medyadaki haberler
-İslamcı akımlara karşı ortak eylemler” başlıkları ele alınmıştır.
Bu başlıklar içeriksiz bile bir arada görüldüğünde Alman devletinin İslam'ı, geleneksel din politikasından ayrı kategorize ettiği ve İslam'a müdahale ederek bir tür “Alman İslam'ı” peşinde olduğu düşünülebilir.
KONFERANSIN YENİDEN YAPILANDIRILMASI
Almanya'nın İslam'a karşı önlemler alma niyetinde olduğu Almanya İçişleri Bakanı Horst Seehofer'in Mart ayında bir gazeteye verdiği demeçte sarf ettiği "İslam Almanya'ya ait değildir. Almanya Hıristiyanlık kültürüyle yoğrulmuştur. Pazar tatili, Paskalya, Hamsin ve Noel gibi dini yortu ve ritüeller bu kültürün parçalarıdır.” "Bizimle birlikle yaşayan Müslümanlar tabii ki Almanya'ya aittir. Fakat kendi gelenek ve adetlerimizden vazgeçerek başkalarını dikkate almak yanlış olur." sözleriyle kesinleşti. Alman Şansölyesi Merkel'in İçişleri Bakanının sözlerini ret mahiyetindeki tashihi de Almanya'nın İslam'la mücadeleyi amaçladığı gerçeğini değiştirmedi.
Bu yılın Temmuz ayında ise Almanya İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Markus Kerber, İslam Konferansı'nın yeniden yapılandırılacağını söyleyerek "Alman Müslümanları korumak için" Türkiye'nin Almanya Müslümanları üzerindeki etkisine karşı önlem alacaklarını belirtti.
Kerber, açıklamasında Almanya'da örgütlü olmayan Müslümanların da İslam Konferansı'nda yer almasını istediklerini söyledi. Bu açıklamalarla birlikte Müslümanları temsilen örgütlerin yanı sıra bireylerin de konferansa davet edilmesi gündeme geldi. Ayrıca Kerber, "kuşkusuz eleştirel bir yaklaşım sergileyen Müslümanların da” davet edileceğini belirterek Almanya'da İslam'la ilişkisi zayıf veya İslam karşıtı olarak bilinen Müslüman kökenli seküler grupların da konferansa davet edileceğini duyurdu. Bu aslında İslam dünyasında Müslümanlara zulmeden yapıların Almanya'ya taşınarak onlar üzerinden Müslümanların hizaya çekilmek istenmesi anlamına geliyordu.
28-29 Kasım'da Almanya'da düzenlenen IV. İslam Konferansı bu anlayış ve hazırlıklar doğrultusunda gerçekleşti. Konferansa, seküler kimlikli Cem Özdemir gibi kişiler de davet edildi. Konferansın asıl yeni yapısını ise “Seküler İslam İnisiyatifi” diye uyduruk bir kuruluşun çağrılması ortaya koydu. İslam'ın kamusal alanda görünür olmasına karşı olmasıyla bilinen, daha doğrusu İslam karşıtlığı ile tanınan kişilerce oluşturulmuş bu kurulun daveti, Almanya'nın bir tür 28 Şubat'ını başlatma niyetinde olduğu yönünde bir izlenim oluşturdu. Nitekim konferanstan hemen sonra Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin Uyum Bakanlığı Müsteşarı, başörtüsü karşıtı Serap Güler, Almanya'daki Müslüman dernekleri için yurt dışı yardımının yasaklanması gerektiğini gündeme getirdi.
Konferansın hakaret edici yönü ise yemek menüsüne domuz etinin konulmuş olmasıdır. Her ne kadar farklı kimliklerden kişilerin katılımı ile gerekçelendirilmiş ise de İslam konulu bir konferans için hazırlanan bu menünün bir aşağılama, hakaret ve hizaya çekme niyeti taşıdığı açıktır.
Almanya'da devletin bir kesimi, İslam'a ne yazık ki ABD'nin 11 Eylül 2001 bakışıyla yaklaşmaktadır. Almanya'nın geleneksel İslam bakışı ve Almanlarla Müslümanlar arasındaki tarihsel çatışmazlığa yakışmayan bu tavrın Suriye sorunu ile ilişkilendirilmesi ise açık bir çarpıtmadır. Zira gerek Alman Müslümanı gerek göçmen Müslümanlardan gençlerin Suriye savaşına katılmasının Alman derin devleti tarafından desteklenmiş olması muhtemeldir. Zira bu katılımdan kârlı çıktığı düşünülen Alman derin devletidir. Sayıları yüzlerle ifade edilen o gençlerin Suriye'ye gitmesiyle Almanya'daki genç Müslüman enerji zayıflatılmış ve Almanya'da İslamlaşacaklar için onlar üzerinden menfi bir hava oluşturulmuştur. Bunun yanında Almanya'da İslamofobi de onlar üzerinden beslenmiştir. Söz konusu gençlerden Aria Ladjedvardi'nin dünyaya servis ettiği pozlar üzerinden Almanya'da İslam davetini olumsuz etkileyecek bir dalga oluşturulmuştur.
Hulasa Almanya'nın İslam'a karşı yeni tutumu değerlendirildiğinde Almanların geleneksel İslam yaklaşımından uzaklaşma sorunu yaşadığı anlaşılmaktadır. Başka bir açıdan ise Almanya, dini özgürlükler konusunda İslam'la imtihan olmaktadır ve bu imtihanı kazanıp kazanmayacağı henüz belirsizdir.