Ramazan ayıyla başlayıp bayramda da devam eden israil’in Gazze’ye saldırısının üzerinden bir ay geçti. Şu an itibarıyla bir ateşkes olsa da siz bu satırları okurken bunun devam edip etmediği de o zaman belli olacak.
Siyonist saldırganlığın hiçbir hak, hukuk gözetmeden ivme kazandırdığı bu bir aylık bombardıman ve yıkımda iki bine varan şehit ve on bini bulan yaralı içinde daha çok kadın ve çocuk var.
Kadın ve çocukların daha çok hedef alınması; hem Hamaslı mücahitlerle birebir çatışmayı göze alamayan israilli askerin korkaklığını, hem içlerinde biriken İslam düşmanlığı sebebiyle kinlerini boşaltacak zayıf hedeflere yöneldiklerini, hem de Hamas’a savaşçı güç hazırlamanın potansiyeli olan nesli yok etme isteğini göstermektedir.
1948 işgalinden bu yana israil’in saldırılarını hiç azaltmadan artırması ve saldırılarda her zaman toplu imhayı, yıkımı, tahribatı fazlalaştıran/onu şımartan nedenler ziyadesiyle olsa da en önemlileri şunlar olsa gerek: İsrail’in kendini seçilmiş ırk görmesi, va’d edilmiş topraklar aldatmacasının Yahudilerde oluşturduğu hırsı sürekli dürtmesi, batının israil’in her türlü terörizmine rağmen “Madem ölen Müslüman, akan Müslüman kanı” hesabıyla israil’e sınırsız destek sağlaması, silah ve teknolojik güç üstünlüğü, tepkilerin sloganik kalması ve genelleşmeden sadece saldırılara endekslenmiş olması, işgalin bitmesine dönük bireysel, toplumsal ve uluslararası anlamda ciddi adımların atılmaması...
...
Son bir aylık saldırılarda bazen zorunlu bazen arabulucularla birkaç kez varılan ve en uzunu 72 saatlik olan ateşkesleri de nedenleri açısından değerlendirirsek kesinlikle bu Filistinliler açısından nitelik yönüyle bir zaferdir, siyonistler için bir hezimettir.
İsrail, Hamas’ı yenebilecek bir yol bilse/bulsa asla ateşkes imzalamaz. Ayrıca bu görsel güç ve şova rağmen minnet(!) türünden kendisini ateşkesi isteyen taraf gösteren israil aslında bu ateşkesleri kendisi için ciddi bir nefeslenme görüyor ve rezilliğin ifşa olacağı anda ateşkes ipine sarılıyor. İsrail için bu mecburi ateşkesler; yeniden toparlanmak, kendi kamuoyunda yükselen korku dolu itirazları yatıştırmak, silahaltına aldığı askerlere vahşice öldürdüğü kadın ve çocuk fotoğraflarını, yıkım manzaralarını gösterip moral(!) aşılamak, yeni saldırı, vahşet, canilik ve yıkımlar için strateji geliştirmek ve yol aramak... Yönüyle önemlidir.
...
Bu ve benzeri nedenlerdir ki, altı yıldan bu yana eksilmeyen ve hiç azaltılmayan bir ambargo, boykot, işgal ve saldırganlık var.
Aslında ambargo, israil için ara ara hız kazanılan saldırılardan daha önemlidir; çünkü ambargo demek, “Medeniyetin ve nübüvvetin beşiği olan Ortadoğu’nun damarlarına zehir akıtmaktan vazgeçmek bilmeyen emperyalist Batı ve siyonist israil’in direnişe, dirilmeye, adalet talebine engel olmada ara vermediği sıralı eylemlerin en ilkidir.”
İşgal ve ambargonun kalkması için atılan adımlar, takdire şayan olsa da yetersiz ve sönük kaldığı görülmektedir. Adımların etkili olması ve ses getirmesi için:
Müslümanların kendi nefislerinde olan ‘bencillik, tarafgirlik, hırs, nemelazımcılık...’ gibi hasletleri değiştirmeleri lazım ki Yüce Allah da onları doğru birey/toplum noktasında değiştirsin.
Müslümanların ne olursa olsun aralarındaki tüm ayrışma, tartışma ve çatışma unsurlarını bir tarafa bırakarak vahdeti tesis etmeleri gerekir.
İsrail ve emperyalist Batının mallarına ‘ihtiyaç olsa da, aç kalınsa da, çıplak dolaşılsa da, ekonomiyi sarssa da’ hız kesmeyen şekilde boykot uygulanması lazımdır.
Müslümanların birey, STK, toplum veya devlet olarak ellerindeki ‘dua, maddi yardım, medya ve sanal ortamda gündem oluşturma, lojistik ve askeri destek’ gibi imkân türünden ne varsa sarf etmeleri şarttır.