Hadis-i şeriflerin kullanımı konusunda alimler arasında tam bir ittifak yoksa da genelde kabul edilen usul, itikadi konularda sadece mutevatir hadislerin kullanılması; ameli konularda ise mutevatirle beraber sahih ahad hadislerin de kullanılması şeklindedir. Bu iki alanda zayıf hadislere itibar edilmemiştir. Ancak terğib ve terhib konularında yani hayırlı amellere rağbeti artırmak ve günahtan da sakındırmak için zayıf hadislerin kullanılmasında bir sakınca görülmemiştir. Çünkü bu hadisler, ortaya yeni bir hüküm koymadıklarından ve başka delillerle sabit olan hayırlı amellere sadece teşvik ettiklerinden bunların kullanımında sakınca olmaz denmiştir. İmam Gazali’nin İhya-i Ulumud-Din adlı kıymetli eserinde bu türden çokça hadis-i şerif bulunmaktadır.
Ancak Resulüllah (sav) nisbeti oldukça şüpheli olan zayıf hadislerin terğib ve terhib alanında kullanılması, çok ciddi başka bir sorunu ortaya çıkarmıştır. Bu sorun, hangi amelin öncelikli olacağı sorunudur. Çünkü bu şekildeki hadisler, yerine getirilmesi pek de bir külfet oluşturmayan herhangi bir nafile ibadete nispetsiz mükafatlar vaat etmektedir. Kimi zaman “Şu nafile ibadeti, bir hacca, bir umreye, on köle azat etmeye ve on şehid sevabına denktir” denilerek zikredilen nafilenin aslında tüm bu amellerden hayırlı olduğu intibaı uyandırılmaktadır. Bu hadislerin sıhhatine bakmadan bunu olduğu gibi kabul eden insanların; toplumsal fayda sağlayan fakat yerine getirilmeleri büyük külfet gerektiren amellerden vazgeçerek bu şekil sevap vaat edilen ve nispeten külfetsiz olan nafilelere yönelmeleri kaçınılmazdır.
Oysa biliyoruz ki sağlam bir itikat ve farz olan ibadetlerle beraber insanların ahiretteki kurtuluşları için asıl önemli olan husus diğer insanlarla ilişkileridir. Bu konuda pek nafile ibadeti olmayan ancak insanlarla ilişkileri iyi olan bir kadınla çokça ibadet yapan ancak komşularını rahatsız eden bir kadının karşılaştırıldığı hadis-i şerif belki de konunun en güzel örneğidir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh rivayet ediyor: Hz. Peygamber (sav)’e:
“Falanca kadın geceyi ibadetle geçirir, gündüzleri oruç tutar, çalışır ve sadaka verir. Fakat dili ile komşularına eziyet verir.” dendi.
Resulullah (sav): “O kadında hayır yoktur, o cehennemliktir” buyurdu.
Ashab: “Falanca kadın ise, farz namazları kılar, yağı alınmış peynirleri sadaka verir ve hiç kimseye eziyet etmez” dediler.
Resulullah (sav) buyurdular ki “Bu kadın cennet ehlindendir.”
Hatta sadece insanlar arası ilişki değil, insanların hayvanlarla ilişkisinin bile kişinin ahiretteki durumunu tayin etmede belirleyici olduğunu sahih hadis kitaplarında zikredilen hadisi şeriflerden öğreniyoruz:
“Fahişe bir kadın, sıcak bir günde, bir kuyunun etrafında dönen bir köpek gördü, susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız mestini çıkararak onunla su çekip köpeği suladı. Bu sebeple kadın mağfiret olundu.”
“Bir kadın eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamıştı.”
Dolayısıyla bir Müslüman için doğru bir hayat tasavvuru hayırlı ameller arasında bulunan bu hiyerarşinin yanlış anlaşılmasına sebep olmaktadır. Bu sebeple de Resulullah aleyhisselatu vesselama nisbeti zayıf olan hadisleri bu alanda da kullanmamak ve Kur’an-ı Kerim ile sahih hadislere dayanarak ameller arasındaki önceliği belirlemek en doğrusu gibi gözüküyor.
Konunun bir başka yönü de şudur: İnsanlar hiçbir şekilde ne Allah Teala’ya fayda verebilirler ne de zarar. Allah için yaptığı amellerin faydası da zararı da kendisinedir. Bu sebepten dolayı da Allah Teala, şirk dışında insanın işlediği tüm günahları da amellerdeki gevşeklikleri de dilerse affedebilir. Ama diğer insanlara karşı yapılan haksızlıkları o şahıslar affetmediği müddetçe Allah Teala affetmez. Herkesin korku içerisinde bulunduğu ve biraz daha sevab için çırpındıkları ahiret gününde insanların kolay kolay bu haklarını affetmeleri de beklenmez. O halde nafilelerle meşguliyet sebebiyle insanların haklarını ihlal etmek veya nafile bir ibadeti topluma faydalı olacak hayırlı bir amele tercih etmek kesinlikle doğru tercih değildir.