Rand Corporation Amerika’da faaliyette bulunan önemli bir düşünce kuruluşudur. Önemi hem Amerikan Merkezi İstihbarat Birimi (CIA) ile güçlü bağları olması hem de alanlarında yetkin akademisyen ve uzmanlarla çalışıyor olmasındandır. Mesela “Tarihin Sonu” teziyle liberalizm güzellemeleri yapan Francis Fukuyama, Rand’ın danışman ve raportörlerinden biridir.
Rand’ı gündem etmemizin nedeni son günlerde Türkiye ile ilgili hazırladığı raporun çokça konuşulmasıdır. Kaynağı belirtilmeyen Rand raporunda belki de en dikkat çeken yerler, Türkiye’de iktidar ve muhalefetin durduğu yer ile muhtemel gelişmeler karşısında TSK’nın tutumudur. Rand’ın raporunda siyaseti tedirgin eden ifadeleri ise ‘Türk ordusunun orta seviyeli kadrolarının rahatsız olduğu ve bu rahatsızlığın başka bir darbeye neden olabileceği, Erdoğan’ın bunun farkında olduğu’ iddiasıdır.
Amerika basını uzun süredir 15 Temmuz sonrası TSK içerisinde NATO’ya yakın subayların tasfiye edildiğinden söz ediyordu. Rand raporu da bunu esas alarak mevcut sürecin devam etmesinin risklerinden söz etmiş. Erdoğan’ın iktidarda kalması durumunda Türkiye’nin batıdan tamamen kopup NATO’dan çıkabileceği, Avrasya-Rusya blokuna katılabileceği tehlikeli bir seçenek olarak belirtiliyor.
Muhalefetin durumu ve yeni kurulan/kurulacak olan partilerin durumu da değerlendirilmiş.
Erdoğan’dan başka bir siyasinin iktidara gelmesi halinde, ‘Türkiye’nin yeniden demokrasiye döneceğini, yeniden demokrat dünya ile ilişkileri tercih edeceğini’ iddia eden rapor, aslında ABD’nin tercihini de yansıtıyor. Mevcut güçlü cumhurbaşkanlığı sisteminden dolayı yeni birinin gelmesi durumunda AB, ABD ve NATO ile eskiden olduğu gibi ilişkilerin yeniden başlayacağını ve ilişkilerde bir risk olmayacağını iddia eden raporun satır aralarında “bazı isimler” üzerinde çalışıldığı kanaati de ortaya çıkıyor.
Tam da Rand raporunun konuşulduğu günlerde Genelkurmay eski başkanı İlker Başbuğ’un FETÖ konusunda AK Parti’yi suçlayan açıklamaları ve Erdoğan’ın sert çıkışı “senaryo sahneye mi kondu?” sorusunu akla getirdi.
Yalnız ortada hesaba katılmayan bir şeyler var gibi görünüyor.
FETÖ ile mücadelede ve NATO’ya yakın duranların tasfiyesinde AK Parti’nin Ulusalcı-Kemalistlerle işbirliği yaptığını ve bu işbirliğinin de Türkiye’yi “Avrasyacılık” idealine yaklaştırdığını söyleyenler özellikle son iki yıldır TSK içerisinde Ulusalcıların da tasfiye edildiği gerçeğine neden bir yorum getirmiyorlar? Zaten Başbuğ’un sesini yükseltmesinin asıl nedeni de bu değil mi?
İşin aslı Türkiye-Rusya ilişkileri çok da iyi gitmiyor.
İlk kırılma Astana ve Soçi süreçlerinde masadaki anlaşmanın alana yansımamasıydı. Güvenli bölge olarak ilan edilen yerlerin özellikle Türkiye sınırından uzakta olan kısımları hiçbir insani ve ahlaki sınır gözetilmeksizin bombalandı ve insansızlaştırıldı. O bölgeleri terk edenlerin büyük kısmı İdlip ve çevresine, Halep kırsalına yerleşti.
İkinci kırılma PKK-YPG konusunda yaşandı. Türkiye’nin görüşmelerden çekilmesi ve operasyondan söz etmesi sonrasında Amerika, sınır bölgelerinden daha içerilere çekildi. Türkiye, Tel Abyad ve Re’sulayn’a girince Rusya ve Baas güçleri de Amerika’nın çekildiği yerlere yerleşti. Türkiye ile Rusya arasındaki anlaşmaya göre PKK geri çekilecek, Rusya da bunu kontrol edecekti. Ama PKK, Rusya ve Baas’ın kanatları altında Türkiye’ye saldırılarda bulunmaya devam ediyor.
Üçüncü kırılma İdlib’de yaşanıyor. Ülke nüfusunun neredeyse yarısı göçmen durumundayken, yeni bir Anayasa hazırlıkları yapılıyorken, yeniden milyonlarca insanın mülteci durumuna düşeceği biliniyor olmasına ve bu durumun Türkiye’deki siyasi dengeleri değiştirebilecek bir etken olduğu bilinmesine rağmen Rusya’nın hava desteğiyle Baas ve milisleri İdlib’e yönelik vahşi bir saldırıya giriştiler.
Türkiye ya sınırı kapatmak –ki bu son derece insanlık dışı bir şey olur- ya da İdlib’e girip Baas’ın ilerleyişini durdurmak zorunda.
Bu arada Rusya’nın PKK’yi Baas ile uzlaştırıp kontrol altına alma çabası da Amerika’ya değil de Türkiye’ye karşı bir hamle olarak değerlendirilmeli.
Demokratik Suriye Meclisi (MSD) Yürütme Kurulu Eş Başkanı İlham Ahmed, Rusya aracılığıyla Şam'da Suriye rejimiyle görüşmeler yaptıklarını ve kapsamlı bir anlaşma yapıldığı takdirde, SDG’nin devletin koruma ve savunma sisteminin bir parçası olacağını söyledi.
Önümüzdeki süreç “Avrasyacılığın” geri plana çekileceği bir dönemi beraberinde getirebilir. ABD ile Rusya karşısında izlenen denge siyasetinde Rusya tarafına kayan ibre ortaya, hatta biraz Amerikan tarafına kayabilir. Amerika’nın PKK’yi desteklediğini söyleyip Rusya-Çin eksenini tavsiye eden Perinçekgillerin bundan sonra PKK konusunda nasıl bir tavır takınacağı da merak konusu.