Cumhurbaşkanı Erdoğan beklenen Amerikan ziyaretini gerçekleştirdi. Ziyaret beklenildiği gibi sonuçsuz kaldı. Türkiye tezlerini ve beklentilerini en üst düzeyde yüz yüze söyledi. Amerika da en üst düzey muhataplarına bugüne kadar ki politikalarında bir değişikliğe gitmeyeceğini tekrarladı.
Dolayısıyla her iki taraf da bu görüşmede bir değişikliğin olabileceğini beklemiyordu. Sadece tezlerini ve beklentilerini karşılıklı olarak birbirlerine direkt aktarma imkânını buldular.
Amerika'nın YPG'ye bu kadar yatırım yaptıktan sonra bir anda vazgeçeceğini beklemek mümkün değildir. Zaten bir örgüt için lazım gelen silahları düzenli olarak veriyordu. Bu son zamanlarda ise ancak düzenli ordularda bulunması gereken silahların YPG'ye verilmiş olması, bize gösteriyor ki
ABD'nin hesapları çok daha uzun vadeli ve çok daha etkili olarak karşımıza çıkmaktadır. Askeri uzman desteğinden, ağır silah desteğine kadar bir hesabın içinde olan ABD, sadece Suriye Rojava'sında değil, bilakis buranın üzerinden başka bölgelere de ulaşabilecek bir harekât merkezi kurma çabasındadır.
Bu hamlesiyle aslında bir taraftan Suriye'deki Kürtleri sosyalist bir blok ve İslam'dan arındırmış olarak bölgenin tek hâkimi haline getirmek, İslami bir muhalefet olarak Kürtlerin bir varlık göstermelerinin önüne geçmektir.
Öbür taraftan sosyalist Kürtleri bu bölgedeki diğer halklara karşı(Araplar,
Türkmenler) kendi kara gücü gibi kullanarak, bölgedeki ayrıştırmayı artırmak, yeni düşmanlıklar oluşturmak ve bölgeyi telafisi imkânsız bir kaos ve katliam zemini haline getirmektir.
Kürtlerin, Arapların ve Türkmenlerin birbirleri ile kavgalı olduğu bir
Suriye'de barıştan bahsetmek ise basiretsizlik değilse ahmaklıktır. İşte bu
kaos ve kavga zemininin oluşması için ABD durmadan YPG üzerinden hesap yapmakta, silah ve lojistik desteğinde bulunmakta ve hatta benim buradaki
‘kara gücümdür' diyerek onları taltif etmektedir. Tabi YPG' de komünist bir örgüt olarak, emperyalizmin babası olan ABD'nin bayraklarını, kendisine
tahsis edilmiş araçların üzerine takarak özgürlük(!?) mücadelesini verdiğini düşünerek etrafa caka satmaktadır.
DEAŞ bahane edilerek oluşturulan YPG askeri varlığı, sadece Türkiye'nin başının ağrıtılması için değil, Irak ve İran Kürtleri üzerinden de bu iki
ülkenin kaos zeminine dahil edilmesi hedeflenmektedir. YPG'nin bu derece silahlandırılması uzun vadede dört parça Kürdistan'da Kürtler üzerinden yeni bir kavga zemininin oluşturulması düşünülmektedir. Özellikle dindar olan bu insanların, bu sosyalist hareketle tamamen işlevsiz hale getirilmesi ve emperyalizmin bölgede yerel sopası olması tasarlanmaktadır.
Yoksa Türkiye-ABD ortaklığıyla çok etkili ve sonuç alıcı bir şekilde
DEAŞ'ın üzerine gidilebilirdi.
Türkiye'nin önemsediği ikinci konu olan FETÖ meselesinin Amerikalı muhataplarca FETÖ'cü bir papazın hapisten çıkarılmasına indirgenmesi kelimenin tam anlamıyla, Amerikan siyasetinin alçaklığını ve ikiyüzlülüğünü ortaya koydu. Bu ülkede gerçekleştirilen 15 Temmuz darbe girişiminin başefendisi orada bulunmasına, darbe gecesinde 250'ye yakın insanın ölümü ve binlercesinin yaralanması, bu kadar ihanet ve kargaşaya rağmen, bir papazın üç kere gündem edilmesi bile, aslında bu fitne üssü Amerika ile hiçbir işimizin kalmadığının açık bir delilidir.
Aslında Türkiye bütün bu olanların farkındadır. Amerika da muhataplarının tamamının bu numaralarını bildiğini çok iyi bilmektedir. Ancak uzun yılardır oluşturulmuş ilişkiler ağının getirisi tamamen Amerika'nın çıkarlarının korunması ve daha bir üst seviyeye çıkarılması üzerine kurulduğu için herkes ‘el mahkûm' bir şekilde kendisine verilen rolü harfiyen yerine getirmek zorundadır. Türkiye'nin şimdiki aykırı çıkışları nispi bir gelişmişlik ve güç elde etmeyle beraber, siyasetinde bir millilik ve yerlilik mecrasına kaymış olmasındandır.
Global istikbar cephesinin başı olan ABD'nin biçmiş olduğu rolü oynamak istemeyen bu milli ve yerli siyaset anlayışının, darbe teşebbüsüyle, terör eylemleriyle iç ve dış ekonomik kıskaçlarla çepeçevre sarılmasını yoksa nasıl izah edilebilir? Türkiye bütün bunları net olarak bilmektedir. Bu doğrultuda Türkiye'nin karşılıklı ilişkilere nokta koymamasının tek nedeni de, Amerika'ya rağmen politika üretmenin imkânsızlığıdır.
Oluşturulmuş olan sömürü çarkından çıkıldığında, daha büyük sorunların ve belki de felaketlerin bizi bekliyor olması algısıdır. Bu algı devam ettikçe, korkularımız politikalarımıza yön vermeye devam edecektir.
Korkuların ‘algılarla' politikaya dönüştürülmesi süreci devam ettikçe bağımlı kalmaya devam edeceğiz. Ve ‘kendimiz olmaya' hiçbir zaman fırsat bulmayacağız.